Cezaevinde olduğuma gerçekten inanamıyorum. Tamamen yabancısı olduğum bir sürecin içine, kökünden koparılmış bir bitki gibi pat diye atıldım. Şimdi hücremde belirsizlikler girdabında donuyorum.
Beş buçuk yıl coşkuyla çalışmanın mükâfatı bu mu olacaktı? Önde olmanın, Üniversite ve halk nezdinde memnuniyetin gittikçe artmış olması, kıskançlık duygularını bu kadar da artıracağını ve Üniversitenin haramzadelerin hedefi haline geleceğini hiç hesap edememiştim. Dolaysıyla kendi mahallemde korumasız ve silahsız yakalanmıştım. Zira bizden bu kadar çürük çıkacağını aklımın ucundan dahi geçirmemiştim.
Hâlbuki ben işimi yapıyordum. Bunda ne gibi bir yanlışlık olabilirdi? Tekrar Rektör adayı olup hocaların ve YÖK’ün güçlü desteğiyle Sayın Cumhurbaşkanı tarafından yeniden Rektör olarak atanmaktı benim suçum!
Evet, bütün suçum bu idi! Uşak’ın resmi ve sivil toplum kuruluşlarını, usul adap bilmeden FETÖ’den daha muhteris bir şekilde ele geçirmeye kalkan müptezel sürüsüne Üniversiteyi teslim edip bir kenara çekilmem gerekiyormuş!
Dışarıda dondurucu bir tipi var, ama asıl keskin tipi ruhumda esiyor. Her şey; ama her şey, varlık, hayat ve evren bana anlamsız, silinmiş görünüyor. Hayattan kopalı yıllar geçmiş gibi… Evvelim ahirim sanki burası… Sanki bir bulantı sonucu içinde hiçbir şey kalmamacasına ruhum boşalmış gibi…
Darbelerin Ülkeme Ettikleri
Hücremde yapayalnız ve kapkara bir kâbus yaşıyorum. Yabancısı olduğum bu mekânlardan kim bilir kimler gelip geçti diye düşünmeden edemiyorum. Kaç hasbi vatan evladı bu çarklarda öğütüldü diye empati yapmamak ne mümkün.
27 Mayıs darbe trajedisini yazılan kitaplardan, belgesellerden ve yaşayanlardan dinleyerek öğrenmiştim. 12 Eylül darbe sürecini ise bizzat yaşadım. Darbeci 2. Ordu Komutanı Bedreddin Demirel’in “Darbe yapmaya bir sene öncesinde karar verdik, şartların olgunlaşmasını bekledik.” dediği basında çıkmıştı. Bunun Türkçesi darbeye zemin hazırlamak için çeşitli provokasyonlar yapıldığı, olayların yönlendirildiği ve hatta kışkırtıldığıydı!
Şartların olgunlaşması için ne canlar feda edildi… ABD güdümlü sözde paşaların paşa keyifleri için ne kanlar döküldü, ne istikballer heba edildi, ne acılar çekildi. Yaşayarak öğrendik.
Nitekim 12 Eylül darbesini, CIA’nin Türkiye Şefi olan Paul Henze, ABD Başkanı Jimmy Carter’a “Bizim çocuklar başardı.” diye haber vermişti. Kimdi onların çocukları? Milletin çocukları arasından nasıl devşirilip yetiştirmişlerdi?
Darbenin hemen arkasından gazeteler, dergiler, süreli ya da süresiz tüm yayınların faaliyetlerine son verilmiş, gazeteci ve yazarlar ağır hapis cezalarına mahkûm edilmişti. On binlerce kitap yakılmış, 937 film yasaklanmış, bütün siyasi partiler, 23.667 dernek, sendika ve benzeri kitle örgütü kapatılmıştı.
Yüz binlerce insan fişlenmiş ve pasaport yasağı konulmuş, beş bine yakın kamu görevlisinin işine son verilmiş, bir o kadarı da sürgüne gönderilmişti. 20 binin üzerinde kamu görevlisi de ya zorla emekli edilmiş ya istifaya zorlanmıştı. On beş bin kişi vatandaşlıktan çıkarılırken 30 bin vatandaş da yurt dışına kaçmak zorunda bırakılmıştı.
Bu dönemde ülkemizin en büyük sanatçılarından biri olan bas bariton Ruhi Su, tedavi için yurt dışına çıkmasına izin verilmediği için ölüme gönderildiğini hatırlatmak bir aydın borcudur.
Bu dönemde Siyasal nedenlerle 650 000 kişi gözaltına alınmış, bunlardan yaklaşık 210 bini hakkında sıkıyönetim mahkemelerinde dava açılmış; 65 bin kişi çeşitli cezalara mahkûm edilmişti.
Vatan evlatları çocuk denecek yaşta cezaevlerine dolduruldular. Açılan davalarda 6353 kişinin idamı istenmiş, verilen idam kararlarının sayısı 500’ü geçmiş, 50 gencimiz idam sehpalarında kurban edilmişti. 171 kişinin işkenceden öldüğü belgelenmişti.
Senin gibi benim gibi 171 can!
İnsan hayatı ve özgürlüğü ile oynamak bu kadar kolay mı olmalı bu ülkede? Bu kaderimiz mi? Bunların gerçekte ne kadarı suçluydu veya çektikleri ceza suçlarının karşılığıydı, ne kadarı sehven, ne kadarı da bir hesaplaşmaya ve bir art niyete kurban gitmişti?
Bilen var mı?
Bir Sağdan Bir Soldan
Bu zindanda, zalimlerin algı için kıydığı gençleri düşünmeden edemiyorum. Darbe elebaşı Kenan Evren, bir sağdan bir soldan astık diyerek güya ayırımcı davranmadığını gösteriyor, gençleri öldürmede eşitleyerek sözde adalet dağıtıyordu!
Sağdan kıydığı ve 22 yaşında sehpaya çıkardığı Mustafa Pehlivanoğlu, son mektubunda şöyle yazmıştı:
“Sevgili anneciğim ve babacığım, sizler beni bu yaşa kadar büyüttünüz ve yetiştirdiniz. Benim sizlere karşı islemiş olduğum hataları ve suçlarımı affedin. Hakkınızı helal edin. Ben sizlerin bir evladınız olarak, bugüne kadar Cenabı Hakk’ın ve Onun Resulünün yolundan ayrılmadım. Ben de kardeşim Haydar gibi bir an önce Allah’ın huzuruna çıkacağım. Eğer benim günahım varsa Cenabı Allah’ın huzurunda çekmeye hazırım. Yok, bir yanlışlık sonucu ölümüme karar verenler, idam edenler Allah’tan bulsunlar. Şunu hiç bir zaman unutmasınlar ki, Mustafa’lar ölür, Allah davası ölmez. Kellemi verdiğim bu yolun zaferi yakındır. Zafer her zaman Allah’a inananlarındır. Bunun için hiç üzülmeyin. Cenazemin arkasından ağlamayın, günahtır. Sizden ricam ağlamayın. Anne, sizlerle helalleşmek isterdim, fakat olmadı. Hakkım varsa, hepinize helal olsun, siz de helal edin. Son olarak, abime, yengeme, yeğenime, bacıma selam eder, haklarını helal etmelerini dilerim. Nişanlıma da selam eder, Cenab-ı Allah’ın mutlu bir yuva kurması için ona yardımcı olmasını dilerim.”
Yaşanan acıların ardından şiirler yazıldı ağıtlar yakıldı. Lütfi Kireççi “Bir Gazetede Okudum. İdam Edilmiş Mustafa Pehlivanoğlu” adlı şiirindeki şu dizeler yaşanan acıyı anlatıyor olsa gerek:
Çatlarsa çatlasın gökyüzü, isterse yarılsın yer,
Bu yara beni deşer, bu yara beni yer,
Gayrı dayanamam düşerim bu hasretten,
Alıp başımı giderim bu yerlerden,
Giderim
süngülerin adam asmadığı bir ülke getirin bana,
Giderim
süngülerin düşlere girmediği bir düş getirin bana,”
12 Eylül’ün soldan kıydığı ve 17 yaşında sehpaya çıkardığı Erdal Eren’in dramı bir başka büyük trajedi. Bir zulüm nasıl pik yaptırılır, yaşatarak öğretmişti jakoben kafa!
Erdal Eren, bir askeri şehit etmekten ölüm cezasına çarptırılmış, bu karar Askerî Yargıtay 3. Dairesi tarafından önce usul yönünden, daha sonra ise esastan bozulmuştu. Ancak Askerî Yargıtay Başsavcısı bozma kararına itiraz etmiş, dosya iki kez Askerî Yargıtay Daireler Kuruluna gitmiş ve Kurul mahkeme kararını sonunda mecburen onamıştı.
Erdal Eren idam edilmeden 16 saat önce, kendisini ziyaret eden gazeteci Savaş AY’a; avukatıyla görüştürülmediğini, 18 yaşının altında olmasına rağmen idam edilmek istendiğini söyledi. Ayrıca vurduğu söylenen jandarma erine çok uzaktan ateş açtığını ama otopside yakın atışla öldüğünün kanıtlandığını, kendisini ibret olsun diye asacaklarını ve ölümden korkmadığını ifade etmişti.
Sanatçı Teoman’ın 17 adlı şarkısının Erdal Eren üzerine yazıldığını kaç kişi bilir bilmiyorum. Bir neslin dramı ve talihsizliği bu şarkıda dile getirmişti.
Mustafa Pehlivanoğlu, Erdal Eren ve daha niceleri Anadolu’nun yitik çocukları oldular. Zalimler yaşamalarına izin vermedi. Yaşamalarına, öğrenmelerine memleketleri için üretmelerine izin vermediler.
Seksenli yıllarda cahiliyenin zifiri karanlığında öğütülen, berhava edilen hayatların içinden yeniden filizlenmiş nesillerdik bizler.
Nasıl çıkmıştık bu gayya kuyusundan bilmiyorum. Çıkamayıp da dağlara çıkanlar oldu. Çıkarılan bir yasayla, Kürtçe konuşmak yasaklanmış, ülkemiz bu düzenlemeyle bir dili kullanmayı yasa çıkartarak yasaklayan ilk ve tek ülke olma özelliğini kazanmıştı. Diyarbakır cezaevinde Kürt gençleri terbiye etme çalışmalarının utanç verici örnekleri sonucunda sistemik sorunlar iyice ayyuka çıktı ve sonraki süreçte PKK terör örgütünü doğurdu. Gayri meşru bir mücadele yöntemini benimseyen o günün Kürt gençleri, vekâlet savaşlarının yapıldığı Ortadoğu coğrafyasında, terör baronları haline geldiler ve yine ülke çocukları harcanmaya devam etti.
1980 öncesi ve sonrası yıllarda bense her an tutuklanma ihtimaline karşı kendimi hazırlamıştım. O süreçte şükür hiç bir zarar görmeden darbe benden ve yakınlarımdan teğet geçmişti. Ama binlerce vatan evladı heba olup gitmişti.
Bize dokunmadı diye biz de sustuk, susturulduk. Zaten başkalarının hakkına hukukuna sahip çıkacak bizde ne bir yürek ne de bir ruh vardı… Anarşinin bittiğine şükrederek yapılanları seyretmekle yetindik. Şimdi aradan kırk yıl geçti ama ruh halimiz hala aynı ve hala ateş düştüğü yeri yakmaya devam ediyor…
Post Modern Darbe Süreci
Canavar ruhlu ittihatçı ve Jakoben zihniyetin tekrar harekete geçtiği 28 Şubat sürecini ise iliklerime kadar yaşadım. Bu dönemde insan hakları ve hukuk yine tamamen askıya alınarak ülkede bir cadı avı başlatıldı.
Dönemin kudretli generali Çevik Bir, ABD’de yayın yapan Middle East Quarterly adlı dergide yazdığı bir makalede “Darbeyi biz İsrail için yaptık.” itirafında bulunmuştu.
Vesayetçilerin 1000 yıl devam edecek dediği ancak 10 yıl kadar devam eden sancılı süreçte 600 bin başörtülü öğrenci okullara ve üniversiteye gidemedi. Üniversite sınavına girmeye hazırlanan binlerce meslek lisesi çocuğumuzun ve ailesinin hayalleri bir anda ellerinden alındı. 1 milyondan fazla devlet memuru dini inançları ve başörtüleri nedeniyle kademe durdurma, sürgün, lojmandan çıkarma, disiplin soruşturmaları, istifaya zorlanma, memuriyetten çıkarma işlemlerine maruz kaldı.
Post modern darbe sürecinin ekonomik bilançosunu ise yaklaşık 400 milyar dolar oldu. İrtica diye malı götüren götürmüş, bankaların içi boşaltılmış, ülke yağmalanmış ve ikinci dünya savaşından sonra en büyük ekonomik küçülmeyi yaşamıştı.
Bakmayın şimdi o paşaların acınası hallerine. O dönem, ilahlık iddiasındaki Firavun ve Nemrut’un güncel sürümleriydiler.
Bu sefer darbe benden teğet geçmemiş ve ben de mağdurlar arasında yer almıştım. Mevcut statükodan farklı düşünmekten dolayı soruşturma geçirerek, kadro alamayarak ve ötekileştirilerek mağdur edilmek o kadar da ağrıma gitmemişti. Hatta o dönem düşünce suçlusu olarak hapsedilmeyi bile onur olarak kabul ederdim.
Ya şimdi bu mahpusluğa ne diyeceğiz ve kime nasıl izah edeceğiz?
Her zaman olduğu gibi o dönemde de haksızlık karşısında susanlar, fırıldak gibi dönerek araziye uyanlar, etliye sütlüye karışmayanlar makbul vatandaştı. Gemisini kurtarana kaptan deniyordu bu ülkede. Çok anasının gözüdür ülkemdeki her devrin adamları…
Ve Nihayet 15 Temmuz
Önceki darbelerden daha sinsi olan 15 Temmuz hain darbe teşebbüsü ise beklenmedik şekilde ilk defa başarısızlıkla sonuçlanmıştı.
ABD Merkez Kuvvetler Komutanı General Joseph Votel, darbe girişiminin başarısız olmasının ardından “Türk ordusundaki birçok yakın müttefikimiz hapse konuluyor.” diye feryat etti. Tutuklanan ve cezaevine giren FETÖ’cülerle ve muhtemelen ABD güdümlü NATO’cularla ilgili “Bilhassa askerî liderlerle şüphesiz ki ilişkilerimiz var. Bu ilişkilerin nasıl etkileneceği konusunda kaygılıyım.” açıklaması yapmıştı. Devlet içinde milli bir direnişle beraber halkın sahaya inip olaya el koyması üzerine Sam Amca’nın çocukları bu kez başaramamıştı.
Başaramadılar Ama!
Bilindik jakoben kafalar, FETÖ ile mücadeleyi istismar ederek onulmaz bir yaraya dönüştürmek üzere harekete geçerken bu mücadeleyi fırsata çevirmek isteyenlere de gün doğmuştu.
İşte ben bu dumanlı günü fırsat, çıkar ve kazanç kapısına çevirmek isteyen hainler tarafından kahpe bir kumpas sonucu zindana gömüldüm. Rektörlük gibi onurlu bir görevi en üst düzeyde ve yüz akıyla götürürken, ihanet şebekesi ile ilişkilendirilip bütün dünyaya terörist olarak ilan edilmeye nasıl katlanacaktım?
Şimdi kesif bir soğukta donuyorum. Zirvelerden dipsiz bir kuyuya düşmek nasıl bir imtihandır Ya Rab!