Bu soruyu acaba kaç kişi kendine soruyor diye merak ediyorum. Çünkü, böyle bir soru, kültür ve inanç olarak nerede durduğumuzu ve hangi hedefler için yaşadığımızın cevabını bize verecektir. Böyle bir cevaba, herkesin ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.
İnsan, büyük ve uzun hedef ve hayalleri olan bir varlık. Basit iş ve meşguliyetler onu tatmin etmiyor. Sahip olduğu değerler ve akıl, onun çok önemli işleri yapabilecek bir nitelikte olduğunu gösteriyor. Ama, böyle bir oto kontrol (nefs muhasebesi)’ u acaba kaç kişi yapıyor ve kendi düşünce ve yönelişlerini test edebiliyor? Doğrusu, bunu bilemiyoruz.
Sosyal hayat, insanların aynı düşünce, inanç ve kültürü benimsemesiyle düzenli bir yaşama programına kavuşur. Bu yüzden, hayat sisteminin insan ve toplumun beklentilerine cevap verebilmesi, öncelikle manevi ve sosyal değerlerin toplumca benimsenmesi ile mümkün olabilir. Bu değerler, insanları ortak anlayış, düşünce ve hareket zemininde buluşturabilen yegane kriterlerdir. Aksi halde, toplum hayatı yaşamanın da bir manası olmaz.
Aynı ülkede yaşamak, ortak iktisadi ve ticari faaliyette bulunmak, bir arada yaşamanın ikinci derecedeki fonksiyonları olmaktadır. Önemli olan; duygu, inanç ve ahlak gibi toplumu aynı değer ve hedeflere hazır hale getiren faktörlerin varlığıdır. Bunlar olmaksızın, ikinci derecede olan alanlardaki birliktelik te, gerçek hedefine varamaz.
Günümüz sosyal hayatı, büyük ölçüde sosyal ve kültürel değerlerden sapma göstermektedir. Çünkü, modern anlayış ve sistemler, toplumları sadece maddi tatmin, şahsi istek ve ihtirasların güdümünde bir hayatı yaşamaya yöneltmiştir.
Modernizm; din, ahlak gibi insanı ve toplum hayatını büyük ölçüde ilgilendiren ve değiştiren temel başlıklara sırtını dönmüş ve insanı kendi aklıyla var olan bir seviyeye indirmiştir. Halbuki insan, inanç ve ahlakıyla yüce bir varlık olma imkanına kavuşabiliyor. Sadece akıl, insana kısmi bir fayda sağlayabiliyor. O da, değerlerin kontrolünde olması şartıyla. Çünkü akıl, pratik işlemlerin nasıl yürütülmesi ile ilgili bir güce sahip olup, neyin tercih edilmesi gerektiği ile ilgili bir değerlendirme yapma imkanına sahip değildir.
Şu anda toplum, bir belirsizlik ve duyarsızlık içinde neyi niçin yaptığını bilmeyecek bir durumda bulunuyor. Herşeyi hemen almak veya hiçbir şeyi kabul etmemek gibi iki uç düşünce arasında kararsızlık ve dengesizlik yaşıyor. Çünkü, kültür ve ahlak değerleri, artık önemini kaybetmiş durumda. Daha doğrusu, aile ve okul, insan yetiştirirken, sadece maddi ve teknik bilgiler ile insanı materyalist bir anlayışa yöneltmekte. Manevi hayat olmadığı gibi, bu değerlerin şekillendirdiği ve güçlendirdiği bir sosyal hayat da, istenilen seviyede ortaya çıkamıyor.
İnsan ve toplumun, kendi gerçeğinden uzaklaşması ve giderek sosyal rol ve fonksiyonların kaybolması ile, birlikte yaşama hadisesesi de kesintiye uğramaktadır. Artık hayat, sadece belli zevk ve ihtiyaçları karşılamaya yarayan maddeci ve zevkçi bir ortam haline geliyor. Böyle bir dünyada da samimiyet, dayanışma, merhamet gibi değerler gelişme imkanı bulamıyor.
Toplumlarda, cinayet, sömürü, aldatma ve sapıklık gibi sosyal hastalıklar yayılma özelliği göstererek, insanı; hayvanların yaşadığı mide-cinsellik ve saldırı gibi faktörlerle çerçevelenmiş yalın bir hayatı ortaya çıkarıyor. Böyle bir durumda insanlar, sadece kendilerine fayda ve menfaat getiren bir hayat anlayışı ile çerçevelenmiş bir dünyada etkin oluyor.
İlahi dinler, insandaki sosyal ve psikolojik yapıyı dikkate alarak onun yanılma, aldatılma ve sapma gibi zayıflıklarını dikkate alarak, iman ve ahlaki değerleri sunup, onu dengeli bir şekilde tutma yolunu takip etmişlerdir. Böylece hayat ne sadece dünyevi, ne de bazı sapkın dinlerin yönlendirdiği gibi sadece ahirete ait bir yaşama tarzı olmaktan uzaklaşarak, ruh ve madde dengesinin kurulduğu, ferdi ve sosyal ilişkilerin dengeye geldiği bir yaşama sistemi olarak sürdürülme imkanı bulmaktadır.
Bugünkü materyalist ve hedonist hayat, insanı birçok yönlerden destekleyemediği için, bunalım ve sıkıntılar içine sokmakta ve sosyal hayatı asıl hedefinden uzaklaştırmaktadır. Dolayısıyla, dünya halkları için bir çıkış yolu bulunması gerekiyor. Geçmişte huzurlu ve anlayışlı yaşama kültürümüzün olduğunu düşünerek, bu yapının nasıl gerçekleştiğini araştırmamız gerekiyor. Aksi halde, modernist bakış açısıyla ne insanı ve ne de toplumu düzenli ve adaletli bir sisteme ulaştırabilmek mümkün.
Prof. Dr. Sami Şener