Bir süre önce, Türkiye’nin 100 milyarder zenginin listesi yayınlandı. Deprem için düzenlenen, yardım kampanyasına baktım. Bunlardan acaba ne kadarı buraya katkı sağlayacak diye? Maalesef içimi ferahlatan bir ilgi göremedim.
Birçoğunun cemaziyel evvelini biliriz; bunlar, bu ülkenin imkânlarını kullanırken depremde hayatını kaybedenlerin, daha doğrusu Anadolu insanının alın terinden beslenerek bu servetlerini edindiler. Gönül isterde ki, ortaya çıkıp; ‘ bir mahalleyi ben kuruyorum, bir sokağı ben inşa ediyorum, ben bu yılki gelirimi bağışlıyorum’, desinler. Niye olmadı?
Olmadı bu! Hâlbuki mesele iktidar muhalefet meselesi değil, ülke insanının kader meselesidir. Sebepleri fazla değil sanırım. Devletin güçlü gözükmesinden rahatsızlar galiba?
Ben 1999 Gölcük Depremini çok iyi hatırlarım, deprem olduğu gece, dönemin Başbakanı çevresindeki işgüzar resmi görevliler uykusunda rahatsız etmemek için uyandırmadılar. Hatta o da yetmedi, bu Başbakan deprem mahalline iki gün sonra gitti. Kimse bugünkü gibi bir saldırganlık içerisinde olmadı. Kimse cımbızla kusur arama telaşına düşmedi. Depremin doğasındaki parçalama gücü sanırım bizim insanımızın ruhundaki fay hatlarını da tahrip etti. Yaraları sarma yerine yaralar oluşturma seviyesizliğine düştüler.
Böyle günlerde kişisel kusurların peşine düşülmesi ahlaki tavır değildir. Deprem alanında siyaset yapmaktan daha seviyesizce bir iş olabilir mi? Böyle bir çirkinliğe bir kısım zenginlerin de duyarsızlığını eklerseniz, bu depremin şehirlerimizdeki sarsıntısından daha acı veren bir yönünü de yaşamaya başladık.
Sadece bunlara uyarı olabilir mi düşüncesiyle, “Nereye Götüreceksiniz?” başlığıyla, dünyanın hırslı yağmacılarından üç örnek vermiştim. Hani olur ya utanır, belki de ortaya çıkıp keselerinin ağzını açarlar diye. Ne yazık ki, bunlardan böyle bir erdemliliği göremedik. İnsanlar zenginleştikçe, galiba para puta dönüşüyor, inançtan, hatta dinden imandan da uzaklaşıyorlar anlaşılan. Paranın köleliği onları böyle bir talihsiz kadere sürükleyebilir. Ancak bu insanlar, küçük yavrularımızın kumbaralarını kırıp orada biriktirdikleri paralarını verme cömertliğini göremediler mi? Böyle bir onursuz servetleri kendilerine itibar getirecek mi?
Boğazın iki yakasındaki saraylara, köşklere, villalara bakın, onları yaptıranlar hangi güçlerini kullanarak inşa ettiler ve sonunda kime bırakıp gittiler? Şimdiki sahipleri de yarın başkalarına devredeceklerdir. Çünkü bu insanlar da günü gelecek; Karun’un servetiyle toprağa gömüldüğü gibi, ya da İskender’in mezarının dahi kalmadığı gibi silinip gideceklerdir. Toplumun hayır duasını almadan ölenler, belki de farkına varamadığımız gizli nefretlerin köpüğünde yok olacaktır! Bu tür insanların cimrilikleri taşıdıkları kişiliğin silinmez bir lekesi olarak servetlerini de kendilerine günü gelecek düşman yapacaktır. Hırs ve doyumsuzluk karakterin virüsüdür. Aşırı zenginliğin, ölüm vakti gelince sona erecek bir hatanın mahsulü olduğunu unutmamalıyız! Çünkü öldükten sonra miras kavgası servetine köle olanları bu kaderden kurtaramayacaktır!