Deprem kadar içimi sızlatan bir olaya şahidiz. Deprem bölgesinde sahipleri öldü mü, yaralı mı bilinmiyor, marketlerini gelip açamadıkları için, en büyük koruyucu vicdani zırhımız olan imanını kaybetmiş insanlar, ahlaken çürümüş karakter sahipleri, insanlıktan nasipsiz mahlûklar bazı marketleri yağmaladıkları görüntülere yansıdı. Bu yönde yaşananları görünce oturup ağladım.
Bu millet, bu hale nasıl sürüklendi? Biz değil miydik, ölürken su isteyen askerin, daha ağır bir yaralıya kendisine getirilen suyu göndermesinin erdemini yaşayan? Böylesi bir asaletin ruhumuza damga gibi işlendiği bir soyluluğun arkasından toplumun gözyaşı döktüğü bir ortamda yağma yapmak! Asaleti asil kanında mevcut olan bir milletin sosyal karakterindeki bu değişimi yaşatan bahtsızlar, elbette insanımızın deprem için gösterdiği o fedakârlık, yardım ve enkazdan kurtarma çabalarını gölgeleyemez!
Böyle bir günde ve böyle bir ortamda, başkasının malına el uzatmanın dayandığı bir gereke olabilir mi? Bu ülkede çağdaşlaşma adına, insanın bencilliğini besleyen hedonist (hazcı) bir ahlakı yaşama biçimine dönüştürerek içten çürümeye yol açanların soysuzların bu kusurunu Sayın Cumhurbaşkanı cevapsız bırakmayacaklarını söyledi. Tesellimiz bu da olsa, yeter mi?
Yağma ve gasp gibi ilkel bir hırsızlığa böyle bir günde tevessül eden bu insanları hangi sıfatla anacaksınız? Kendi seviyesizliklerini düşünmeyenlerin yaşadıkları şehirlerin onurunu zedeleme hakları var mıdır? Marketleri yağmalamanın dışında, yardım taşıyan tırların önünü kesip üzerindeki malları gasp edenler, cinayetten daha ağır bir suçun bedelini ödemeleri gerektiğini devlet onlara göstermelidir.
Ah asalet, nerede ve ne zaman kaybettik seni? Her enkazın görüntüsü karşısında gözyaşı döken bir milletin içinden böylesine virüslerin çıkması, sosyal bir yaradır bu. Modernleşme, çağdaşlaşma hastalığına toplumu sürükleyen kör idrakin kendinden başka kimseyi düşünmeyenlerin çocuklarıdır bunlar! Bunlar bizden değildir, olmamalıdır!
Kurtulma ümidini kaybetmek üzere olan bir depremzedenin telefonuna; ‘Ben kurtulamaz da ölürsem, 2.500 lira borcum var. Onu lütfen ödeyin ve ben kul hakkıyla ölmüş olmayayım diye not düşen hanımefendinin bu alkışlanacak tavrı karşısında, mutluluk duymamız gerekirken, böylesi pis emelli insanların ruhumuzu karartması, bu insanları yetiştirirken, eğitimde bir yerlerde eksikliğimizin bedeli midir bunlar acaba diye düşünmeden edemiyoruz.
Bu çaldıklarınızı, hatta bana göre gasp ettiklerinizi nasıl kullanıp yiyecekseniz? Ülke kan ağlarken siz hırsızlığı nimete dönüştürmenin şerefsizliğini ömrünüz boyuna taşımaktan utanmayacak mısınız? Çocuklarınıza bıraktığınız bu lekeli mirasınız, sizi; ahlaktan, dinden, imandan, Allah korkusundan ettiği gibi adamlıktan da uzaklaştırdı galiba?
Batılı kanallar mal bulmuş mağribi, ‘İşte Türkler!’ dercesine, bu görüntüleri birbirlerine servis ediyorlar. Kendi haysiyetsizliklerini milletin onuruna bir kara leke gibi düşürenler, bana göre cana kıymaktan daha derin bir suç içindedirler. Çünkü burada sadece kul hakkı yoktur; bir milletin onur hakkı vardır. Türk insanı tarihi boyunca emanetin kutsallığını koruyarak bugünlere geldi. Şimdi, sahipleri can derdinde iken onların mallarını yağmalayanlar, korkunç bir suç içindedirler! Bunun hiçbir gerekçe ile masum gösterilecek tarafı yoktur. Millet oradaki çaresizliklere ve açlığa seferber olmuşken, bunlar kutsal değerlerinize kirli ellerini uzatıyorlar. Din bunların ellerinin kesilmesini emrediyor!
Allah’ım, hesabını kendi kirli niyetlerinde ödetsin bunların!..
Muhsin İlyas Subaşı