Müslümanların en temel sorunu; Müslüman olarak tarihsel sürekliliğin temsili liyakatini kesp etmemeleridir. Yani Müslüman, Müslümana benzememektedir. Bu temel sorunu çözmenin yolu, yöntemi ve dilini kurmak ise elzem bir durum olarak bugünün Müslüman aklının önündeki en büyük sorumluluktur.
Müslüman zihin, Müslüman olmanın neye tekabül ettiği konusunda bir zihin karışıklığı yaşıyor. Modern düşüncenin tasallutuna yenik düşmüş Müslüman kendisinden şüphe eder bir durumu da içselleştirmeye başlamıştır. Sorun sürekli devamlılık kazanarak katmerleşmektedir.
Müslüman güne başlarken bile Müslüman gibi davranmamaktadır. Aile Müslüman gibi birlikte bir yaşamı paylaşmamaktadır. Erkek, kadın, çocuklar kendi dünyalarında var olmaktadırlar. İşin garabeti ise bu kendi dünyaları Müslüman bir dünya değil!
Selam yerine günaydın ikame edilmiş durumda… Bunda ne var! Denildiği andan itibaren ise gâvura benzeme başlamakta ve her adımda biraz daha gavurlaşılmaktadır. İnsanlarla ilişkimizi belirleyen şey Müslüman ahlakı olmamakta ve kendi şahsi çıkar ve tutumlarımızla örtüşmekte ki bunlarda ahlaki olandan uzak şeylerdir.
Şahsi ahvalimiz, ailevi ahvalimiz, toplumsal ahvalimiz, siyasi ahvalimiz, iktisadi ahvalimiz, ilmi ahvalimiz vesaire hiçbirinde Müslüman gibi davranmaya yönelik bir irade beyanında bulunmuyoruz, bilakis, çıkarımıza uygun görülmemekte ve Müslümanca bir ahlak ve davranış ise hatırlanmamaktadır. Ahval bu olunca, durum gittikçe kötüleşmekte ve başkalarını eleştirerek bu durumdan kurtulmanın yollarına tevessül edilmektedir. Bu durum da meseleyi daha da kötürümleştirmektedir.
İster patron olarak ister çalışan olarak bir iş yapalım; önceliğimiz, o işin bize sağlayacağı konfor olmaktadır. Bu da Müslüman ahlakını geride bırakmanın psikolojik vasatını kurmaktadır. Bu sadece iş meselesinde değil, memuriyet, akademisyenlik veya herhangi bir başka iş örneği de bundan bağımsız değil! Yani çevremize bakındığımızda Müslüman göremiyoruz, bundan şikâyet etmeye devam ederken, kendimize dönüp ben Müslüman gibi görünüyor muyum, sorusunu ise sormuyoruz.
Çünkü modern kültür öteki üzerine kendisini kurguladığı gibi Müslümanlarda bu kurguya kapılmışlar ve farkında olmadan o kurgu içinde kendilerini öteki üzerinden kurguluyor. Yani muhatabını Müslüman görmediğinde kendisi otomatik olarak Müslüman oluyor. O ne yaparsa yapsın, Müslüman, ama başkası, Müslüman ahlakına mugayir bir örnek bile ortaya koysa, hemen o Müslüman olmamakla suçlanır ki bu kendi suçunu örtbas etmekten başka bir şeye yaramamaktadır.
Zihin Müslüman olmayınca, eylem de bir süre sonra Müslüman olmayı bırakmaktadır. Namaz gibi en temel bir konuda bile bugün geçmişinde İslami faaliyet olanların çoğunda emaresi görülmüyorsa, neyi tartışabiliriz ki? Mesele çok derin ve patolojik bir durum içermektedir.
Gençlere yönelik eleştiriler yapmaktan kaçınmayan ve sürekli şikâyet eden Müslüman, mesele kendi çocuğuna gelince ama o daha çocuk diyerek sorunu ertelemekten kaçınmamaktadır. İnfak söz konusu olduğunda mangalda kül bırakmayan adam, söz konusu kendi cebi olunca, başlar ne kadar sıkıntı yaşadığını, ihtiyaçlarını vesaire sayar döker ve kendisine yardım edilmesi gerektiği inancını yeşertir.
Müslüman zihin, önce zihinsel bir arınmaya, sonra ameli bir arınmaya ve sonra ilişkiler ağındaki bir arınmaya ihtiyaç görecek ve buna yönelik tövbe kapısını aralamalı ki arınma ameliyesi başlayabilecek duruma gelsin…
Elbirliği ile tövbe etme zamanı… Gâvura benzemekten kurtulmanın yegâne yolu tövbe ederek, ama ‘tevbeten nasuha/kesin arınma iradesini taşıyan pişmanlık’ tövbesi ile iradi bir arınmaya yönelmeden olmaz.
Bireysel tövbe olmadan toplumsal tövbe ve sosyal tövbe olamaz! Siyasal tövbe ise bu pişmanlıkların ve düzeltmelerin sonunda oluşur. Yani ‘kendini değiştirmeden üzerindeki değişmez’ ilkesi hayat bulmadan kurtuluş sağlanamaz!
Abdulaziz Tantik