Son günlerde resmî ideolojinin sinir uçlarına dokunan ve “cumhuriyetin tosuncuklarının” kanını beyinlerine sıçratan konular, provokatif bir şekilde gündeme getirilmektedir. Bunun arkasında, mahalli seçimlere giderken kaos çıkarmak suretiyle mevcut iktidarı zor durumda bırakıp, bulanık suda balık avlama hesabı yaparak seçimlerden galip çıkma hayali kuran laik-kemalist ve bilumum kefere güçler vardır. “Filistin’e destek İsrail’e lânet” yürüyüşünde Kelimeyi Tevhid bayrağını taşıyan Müslümana saldıran provokatöre arka çıkanların kimler olduğunu sosyal medyadan takip edenler rahatlıkla bu sonuca varabilirler.
Tarihte “Hilafet Bayrağı” diye bir bayrak olmadığı konusundaki cehaletlerine bakmadan ısrarla Tevhid bayrağına “Hilafet Bayrağı” diyen bu cühela takımı, Hilafet üzerinden İslam’a olan kinlerini, gazete köşelerinde veya sosyal medya mecralarında tepinerek dile getirdiler.
Efendiler! İslam, bir yönetim biçimi önermemiştir. “Müslümanların işlerini Şûra temeline dayalı bir şekilde yapacaklarını” (42/Şûra.38). Dile getirerek devletin nasıl teşkil edilmesi gerektiğini asırların idrakine/o günün müctehitlerine havale etmiştir. Devletin çatısının şablonu verilseydi, dört halife bu şablona göre seçilirdi. Ama hepsi de ayrı usullerle hilafet makamına getirilmiştir. Fakat hiç biri de atamayla değil, kamu hukuku işletilerek o günün şartlarında yapılan yalın bir seçim usulüyle devletin başına gelmişlerdir.
Hani Türkiye’de fikir ve düşünce özgürlüğü vardı? Komünistler parti kurup, tarihin çöplüğüne atılmış faşist-kızıl sistemi istediği şekilde anlatıp kurumsallaşırken diliniz tutuluyor da, söz konusu İslam’ın Hilafet makamı olunca aslan görmüş yaban eşşekleri gibi ürküp tepiniyorsunuz! Hâlbuki ifade özgürlüğü bağlamında, şiddete başvurmadan Hilafet sisteminin tartışılması ve günümüzde bunun nasıl gerçekleştirilebileceğini konuşmak, yazmak ve bunun propagandasını yapmak -en azından komünistler kadar- Müslümanların da en doğal hakkıdır. Hapursanız da köpürseniz de buna alışacaksınız.
Müslümanların dünya üzerindeki dağınıklığı ve başsızlığı, onların perişanlığının birinci sebebidir. Osmanlının parçalanmasından sonra, emperyalist batı dünyası, cetvelle sınırlar çizerek İslam coğrafyasını parçaladı, kendi kültürünü yerleştirdi. Ve kendine sadık olacak tasmalı-kukla liderleri de başlarına koyup -görünüşte bağımsızlıklarını vererek- çekildi. Fakat sömürü hortumları sürekli varlığını devam ettirdi. Hafif milli kıpırdanışta hemen müdahale edildi, istemedikleri idareciler başa geçtiğinde darbelerle indirdiler. 1992’de Cezayir’deki FİS’in (İslamî selamet cephesinin) ve yakın geçmişte Mısır’da Muhammed Mursî’nin başına gelenleri hatırlayalım.
İslam âleminin parçalanmışlığı onun kaderi midir? Allah’ın “Tefrikaya düşmeyin, parçalanmayın” (3/Âl-i İmran:102, 105) buyruğuna kulak verildiği sürece kaderi olmaktan çıkacaktır.
Öyleyse İslam birliğini sağlamak için çözüm ne olabilir?
Bugün Müslümanlar dünya nüfusunun %23’ünü oluşturuyor. Dünyadaki Müslüman sayısı yaklaşık 1,5 veya 2 milyar civarındadır. Nüfusunun büyük bölümü Müslüman olan, ya da resmi dini İslamiyet olan ülkelerin sayısı 63’tür. Bu saatten sonra, bizim irademiz dışında, yapay sınırlarla ayrılmış ve müstakil devlet statüsü verilmiş bu 63 ülkeyi, sınırları kaldırarak bir çatı altında toplamak mümkün gözükmüyor.
Dünya nüfusunun yaklaşık kırkta birine tekabül eden, 75 milyon insanın ölmesine sebep olan İkinci Dünya savaşına katılmış olup, birbirlerine acımasızca silah çeken kanlı bıçaklı batı ülkeleri, “Avrupa Birliği” adıyla bir araya geldiler. Ortak güç oluşturdular, ortak paraya geçtiler. Bir takım aksamaları olsa da bunu becerdiler. Sınırlarını yok etmediler, yönetimleri devam ediyor. Ayrıca “Avrupa Parlamentosu” adıyla kurdukları mecliste alınan kararlar üye ülkeleri bağlayacak şekilde birlikteliklerini devam ettiriyorlar. Parlamento, bugün için Avrupa Birliği‘ne üye 28 devletin toplamda 751 temsilcisinden oluşuyor. Serbest dolaşımla, bir ülkedeymişsiniz gibi hareket ediyorsunuz.
Öncelikle bu ülkelerde kukla liderler yerle yeksan olup, millî liderler iktidara gelmelidir. Aynen Türkiye’de olduğu gibi… İMF ile ekonomik kuşatma ve başta ABD olmak üzere emperyalist ülkelerce siyasi abluka altında bulunan Türkiye, bu kabuğu kırıp “Yeni Türkiye” olarak dünya sahnesinde yerini aldı. Önce İMF’yi kovdu, arkasından da askeri vesayeti sonlandırarak tam bir siyasi bağımsızlık kazandı. Ve dış dayatmalara pabuç bırakmadı. Tabi bunlar kolay olmadı. Allah’ın yardımı, milletin desteği ve milli liderin cesur ve onurlu duruşuyla “Yeni Türkiye” inşası gerçekleşti. Birazcık aklı olan ve ön yargısı bulunmayan bunu net görür. Bugün Yeni Türkiye, mazlum İslam ülkelerinin umut kaynağı durumundadır.
Şu anda Türkiye, İslam âleminin süper gücü olarak gözüküyor. Türkiye’nin sorumluluğu çok ve işi zordur. Bir taraftan eski Türkiye’ye döndürmek için Avrupa ülkelerinin “aç insanların yemek kabına üşüştüğü gibi” yedi koldan yaptıkları saldırılara direnirken, diğer taraftan da tarihten getirdiği görev ve sorumluluk bilinciyle mazlum İslam ülkelerine de yardım kanadını germek zorunda. TİKA’larla bir nebze olsun bu desteği vermeye çalışıyor. Bu desteklerin yanında bu ülkelerde ümmet şuurunu uyandıracak faaliyetlere de ağırlık verilmelidir. Gönüllü sivil kuruluşlar da, İslam ülkelerine yaptıkları maddî yardımların yanında eğitim merkezleri kurarak ümmet şuurunu canlandırmalıdır. Zaman içerisinde meydana gelen yeni nesil, değerlerine sahip çıkarak prangalardan -Allah’ın yardım ve izniyle- kurtulacaktır.
Milli liderlerin idareyi ellerine aldığı İslam ülkeleri, Dünya İslam Birliğini Allah’ın yardımıyla gerçekleştirip “İslam Dinarı” ortak para birimine de geçtikten sonra, nur topu gibi bir “Yeni Dünya Düzeni” doğmuş olacaktır. İşte o zaman merhum Erbakan hocamızın ruhu da şâd olacaktır. İslam Birliği, dünyaya, özünde var olan adalet ve hakkaniyeti, gerçek insan hak ve özgürlüklerini getirecektir. O zaman dünya yeni bir dünya, hayat da başka bir hayat olacaktır inşallah. Bunlar, gerçekleşmesi zordur fakat imkânsız değildir. Yeter ki bunun için duyarlı Müslüman ve liderlerde gayret olsun, Allah bu gayretleri boşa çıkarmayacaktır. İnşallah Müslümanların bu seferberliği, Yüce Allah tarafından zaferle neticelendirilecektir. Müslüman, ümidini hiçbir zaman yitirmez. Her an her şey olabilir. Çünkü kalpler Allah’ın elindedir. Yeter ki bizde gayret olsun.
Milli liderlerin bir araya gelerek oluşturdukları “Dünya İslam Birliği”nin Mekke veya Medine’de -şanına yakışır bir şekilde- parlamento binası olur. Her İslam ülkesini, nüfusuna göre tespit edilen sayıda vekil temsil eder. Başkanlığı da, 4 veya 5 yıllık dönemlerle, bir İslam ülkesine vermek suretiyle bu sistem işletilir. Elin gâvuru işletiyor da biz niye işletemeyelim? Yeter ki bizde gayret olsun. O zaman Mekke İslam Parlamentosunda alınan kararlar, bütün Müslüman ülkeleri bağlayacak şekilde sistem çalıştırılarak halifelik makamı kurumsal olarak tekrar ihya edilmiş olur.
Konumuzla ilgili Hayrettin Karaman hocamız da şunları kaydediyor. “Bugünkü şartlarda hilâfet kurumunun tesisi tekrar mümkün mü?. Hilâfet kurumu ilk halifeler ve ilk sultanlar dönemlerine ait şekiller içinde düşünülürse, “yeniden tesisten” maksat bu şekillerde tesis ise, mümkün değildir.
Ancak hilâfetin bir özü, bir de şekli vardır. Şekil bir yana bırakılır da özün yeniden ihyası düşünülürse bunun mümkün olduğu kanaatini taşıyorum. Hilâfetin özü, “İslâm ümmetinin birliği, beraberliği, bu birliğin siyâsî ve hukûkî yapıda temsili, yapının İslâmî amaçları gerçekleştirmeye yönelik olmasıdır.” Bu özün çeşitli şekillerde gerçekleşmesi mümkündür. Meselâ İslâm ülkeleri, kısmen veya -ideal olanı- tamamen anlaşarak birleşik devlet, konfederasyon, federasyon vb. bir yapı meydana getirseler ve bu yapının bir meclisi ve başkanı olsa, ortak yapı ile ünitelerin karşılıklı ilişkileri, hak, yetki ve sorumlulukları belirlense hem bir manada İslâm Birliği (İttihâd-ı İslâm), hem de özü itibarıyla hilâfet gerçekleşmiş olur.
Yeter ki bu yapının siyâsî, sosyal, hukûkî, iktisâdî nizamı İslâm şemsiyesi altında gerçekleşmiş bulunsun! Yapının daha gevşek, ünitelerin daha hür olacakları başka şekiller de düşünülebilir. Ve bunların tamamı, hilâfetin özüne yönelik adımlar veya bu özün bizzat kendisi olabilir.” (http://www.hayrettinkaraman.net/kitap/meseleler/0988.htm)
Musab SEYİTHAN
YAZARIN DİĞER YAZILARINI OKUMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ
MİRATHABER.COM – YOUTUBE
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…