HABER YORUM
Tarihi Mirasın Korunması ve Güvenlik İhtiyacı
Tarihi yapılar, toplumların hafızasında köklü bir yer tutan ve kültürel kimliklerin temellerini oluşturan sembollerdir. Bursa’daki Ulu Cami, Yeşil Cami, Yeşil Türbe ve Emir Sultan gibi önemli mekanlar, sadece ibadet yerleri değil, aynı zamanda Osmanlı’nın tarihi, kültürel ve mimari zenginliklerinin en güzel örneklerindendir. Bu yapılar geçmişin izlerini taşırken, aynı zamanda Türkiye’nin kültürel mirasını bugüne ve geleceğe aktaran değerli köprüler olarak da önemlidir. Bu nedenle güvenliklerinin ihmal edilmesi ya da yeterli seviyede sağlanmaması, hem maddi hem de manevi olarak ağır sonuçlar doğurabilir. Tarih, sadece geçmişi değil, geleceği de şekillendiren bir değerdir; bu yüzden korunması, tüm toplumun ortak sorumluluğudur.
Son yıllarda, Türkiye genelinde birçok tarihi eserin çevresinde yaşanan hırsızlık, saldırı ve vandalizm olayları, tarihi eserlerin güvenliğinin ne denli hassas olduğunu bir kez daha göstermiştir. Özellikle 2016 yılında Bursa Ulu Cami çevresinde yaşanan terör saldırısı, tarihi mekanların güvenlik zafiyetlerine karşı nasıl korunmasız kalabildiğini ortaya koymuştu. Bu olayın ardından güçlendirilmiş güvenlik tedbirleri getirilmiş ve CHP’li belediyenin de içinde olduğu güvenlik protokolüyle bu yapılar koruma altına alınmıştı. Ancak bugün, aynı belediyenin tasarruf gerekçesiyle bu hizmeti sonlandırması, toplum nezdinde “tarihe duyarsızlık” olarak görülüyor ve eleştiriliyor. Güvenlik önlemlerinden tasarruf sağlamak, halkın mirasına değer verilmediği algısını güçlendiriyor.
CHP’li Belediyelerin konser, eğlence ve kültürel etkinlikler için büyük bütçeler ayırması, buna karşın tarihî mirasın güvenliğini sağlayan hizmetlerden tasarruf etmesi çelişkili bulunuyor. Özellikle tarihi camiler gibi kültürel mirasların güvenliği söz konusu olduğunda, bütçe yetersizliği mazeret olarak kabul edilmemelidir. Bu tür yapılar, günümüz ve gelecek kuşaklar için korunmayı ve saygıyı hak eden miraslardır. Güvenlikten tasarruf yapılması, sadece bir maliyet değil, aynı zamanda bu eserlerin korunmasına dair bir sorumluluk eksikliği olarak algılanmaktadır.
Öte yandan, belediyenin son açıklamalarında bu mekanlarda görevlendirilecek yeni personelin turizme uygun, donanımlı bireylerden seçileceği belirtilmiştir. Ancak, bu açıklama güvenlik eksikliği kaygılarını gidermekten uzaktır. Zira tarihi yapılar sadece turistik bir değer değil, aynı zamanda halkın inanç merkezi ve geçmişle olan bağıdır. Güvenlik eksikliği, yerli ve yabancı ziyaretçiler için de ciddi bir risk oluşturabilir. Bu tür yapılar, turistlerin gözünde Türkiye’nin kültürel ve dini mirasını yansıtırken, güvenlik zaafiyeti nedeniyle yaşanacak bir olay, ülke turizmine de zarar verebilir.
Sonuç olarak, tarihi eserlerin korunması yalnızca fiziki güvenlikten ibaret olmamalıdır; bu, aynı zamanda milletin tarihine olan saygısının bir göstergesidir. Her toplum, tarihine sahip çıkarak köklerini geleceğe taşıma sorumluluğuna sahiptir. Bu eserlerin güvenliği için ayrılacak bütçe, bir maliyet değil, geleceğe yapılan bir yatırımdır. Belediye yönetimlerinin de bu bakış açısıyla hareket etmesi ve tarihi mirası korumayı görev bilmesi, toplumun bir bütün olarak tarihine sahip çıkmasına katkıda bulunacaktır.