Başucundakileri bilinçli bilinçsiz ve düzensiz aralıklarla kontrol ediyordu. Yerlerinde olduklarından emin olmak istiyor, kimsenin onlara dokunmasına dahi izin vermiyordu. Kendinden başkasının onlara dokunması zoruna gidiyordu çünkü. Onlar sadece onundu. Çok beklemişti. Ama sonunda zamanı gelmişti ve onlar da şimdi gözünün önündeydi. Tamamen gerçek ve kendince muhteşem kavuşma, bu gecenin sabahında olacaktı. Ancak saatler geçmek bilmiyordu. Bu hal üzere ve kavuşmayı düşüne düşüne yatağında kıvranıp duruyordu. Allah’ım, bu ne uzun bir gece, diye söylenip duruyordu. Zamanla uyku onu iyice zorlamaya başladı. Hareketleri ağırlaştı. Açık tutmakta zorlanıyordu gözlerini artık. Nihayet uykunun ağırlığı göz kapaklarını aşağı çekti. Uyumuştu. Kalk evladım, sabah oldu; sözünü işitince, ben ne ara uyudum, şaşkınlığının yanı sıra iyi ki sabah oldu sevinci dilemmasıyla açtı gözlerini. İstemsizce eli başucundakilere gitti. Sevinçten gözleri parladı. Hepsi yerindeydi. Hızla yatağından kalktı. Elini yüzünü yıkayacak babasının yanına gidecekti ki babası yanında beliriverdi. Abdest alalım da namaza birlikte gidelim, dedi babası. Onu dikkatle izledi. Yaptıklarının aynısını yaptı. İçinden, bu abdest ne muhteşem bir temizlik üstelik rahatlatıcı bir şey diye geçirdi. Abdest de bittiğine göre artık beklediği seremoniye geçilebilirdi. Hazırlıklar tamamlanmıştı çünkü. O arada annesi de uyanmıştı. Yanlarına geldi. Pijamalarını çıkarmasına yardımcı oldu. Geceden beri beklediği an gelmişti sonunda. Yatağın başucunda bekleyen kıyafetleri annesi ona özenle giydirdi. Sonra biraz geriye çekilip çocuğuna sevgiyle ve gururla baktı. İkisi de çok mutluydu. Yeni ayakkabıları da ayağına geçirdi. İşlem tamamdı. Baba, ikisine şefkatle baktı. Ortada bir mutluluk halesi oluşmuştu. Hepsinin gözleri parlıyordu. Baba oğul birlikte mahallenin camisinde bayram namazını eda ettiler, eve dönerken komşulara kısa sürelerle uğrayıp daha sonra uzun uzun görüşmek temennisiyle onların bayramlarını kutladılar, eve huzur dolu bir kalple döndüler. Bayramın sevgi atmosferi onları kuşatmıştı.
Yukarıda küçürek bir öykü olarak ifade ettiğim bayramı, bayram sevincini bugün yaşayanlar var mı? Zannetmiyorum. Hikâyeden masala dönüşmek üzeredir bu anlattıklarım. Çocuklara bayramdan bayrama alınan giysiler, ayakkabılar o zamanlar değerli hem de çok değerliyken şimdilerde nerdeyse her ay alınanların bir kıymeti yok. Kanaatten israfa geçiş süreci beraberinde değer bilmezliği de getirdi maalesef. Abdurrahim KARAKOÇ tercüman olmuş yüreğimdekilere:
‘’Hani ya o özlem, hani ya o tad?
Ne dışım kaygusuz, ne içim rahat
Haftalar öncesi her gün, her saat
Babamdan sorduğum bayramlar hani?’’
Bu yıl, ülkemiz bambaşka bir ruh haliyle bayrama erişti. Bambaşka hikâyeler var bu yıl. Can kayıpları ve maddi, manevi hasarların etkisi altında adı bayram olan günler yaşayacağız. Alınan bayramlıkların kendileri için pek de bir şey ifade etmediği çocuklar, bayramlık alacağı, bayramlaşacağı kimsesi kalmayanların çok olduğu buruk bir bayram var bu yıl. Sevinci az, hüznü bol bir bayram.
Böyle konuşuyor ve yazıyoruz lakin bütün bunlara bigâne, gününü gün eden, bu devasa yangına bir bardak su dahi dökmek yerine ondan faydalanma çabası içine girenleri görüp duydukça da kahroluyoruz. Türlü türlü yağmacılar, fırsatçılar kol kola girmiş, hayatı ve bayramı zehir etme yarışına girmişlerdir. ‘’Mal da yalan, mülk de yalan.’’ söylemleri rafa kalkmış hatta bunların semtlerini ve kalplerini de terk etmiş görünüyor. ‘’Kardeşim, bu felaketi bir ömür mü hatırlayalım? ’’ diyenlere ancak şunu söyleyebilirim: Bu kadar çabuk mu unutalım?
Evet, her şeye rağmen hayat devam ediyor. Herkes normal yaşantısına dönecek bir şekilde ancak yanımızda yöremizde acısı taze olanların gözüne sokarcasına bir görgüsüzlük, aymazlık, vurdumduymazlık da sergilenmemeli. ‘’ Unutmayacağız, unutturmayacağız.’’ söylemleri lafta kalmamalı. En azından bu hüzün bayramında kardeşlerimizin yanında olduğumuzu daha güçlü bir şekilde hissettirmeli ve göstermeliyiz.
Biliyoruz; insan, nisyan (unutkanlık) ile maluldür. Bir süre sonra unutulacak tüm bu yaşananlar. Şikâyetlerimin sebebi, Anadolu’nun belli bölgelerinde var olan bir geleneğin yaşatılması arzusudur. Bir evden bir cenaze çıkmışsa o evde ilk bayramda bir taziye yapılır. Cenaze sahiplerinin acısı o bayram bir kez daha paylaşılır. Bu güzel geleneğe sahip çıkalım, diyorum. Ülkemizin başı sağ olsun. Yakınlarını kaybedenlere sabrı kuşanma gücü versin Rabbim. Yukarıda ifade ettiğim küçük hikâyedeki mutlu bayramların Müslümanların her hanesinde yaşanmasını temenni ediyorum. Artık, sanal sınırlarla ayrıştırılmış gönül coğrafyamızın hiç bir köşesinde buruk bayramlar yaşanmasın, temennisinde bulunuyorum. Bayramımız; özünde barındırdığı birlik, beraberlik, kardeşlik, umut, huzur ve diğer bütün güzellikler ve çocukların yüreğindeki bayram coşkusu içinde ülkemize ve tüm İslâm âleminde yaşansın. Âmin.
EYYUP YÜKSEL