islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,5031
EURO
36,4292
ALTIN
2.955,81
BIST
9.302,94
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
18°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
9°C
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
11°C

ÇARESİZLİK GİRDABINDA KÖTÜLÜĞE DAİR DÜŞÜNCELER

ÇARESİZLİK GİRDABINDA KÖTÜLÜĞE DAİR DÜŞÜNCELER
30 Aralık 2022 09:00
A+
A-

İkinci günüm. Pazar günü de geçmek bilmeyen Cumartesi’den farksız. Aynı soğuk ve köhne hücre; yalnızlık,  iletişimsizlik ve çaresizlik. Dışarıda olmadık entrikalar çevrildiğini biliyorum ama mahpuslukta elim, kolum, dilim bağlı…

Çaresizlik Çok Ağır Bir Duygu

Uzun yıllar üst düzey yöneticilik yapmış Dr. İlhami Pektaş, “Çaresizlik nedir, bilir misin, sen hiç?” diye sorduktan sonra çaresizliği şöyle tasvir ediyor:  “Boğazının düğüm düğüm olduğu, boğulur gibi hissettiğin oldu mu hiç? Çığlıklarının taş duvarlarda yankılandığını ve kimsenin seni duymadığını hiç hissettin mi?  Ve bir köşeye çaresizce yığılıp kaldığın oldu mu hiç?

Pektaş, kim bilir neler yaşamıştı. Çaresizliğini anlatırken cezaevi tecrübesi olmaksızın taş duvarları metafor olarak kullanarak muhteşem bir benzetme yapmış.  Beton duvarlar içinde yaşadığım çaresizliği ne de güzel ifade etmiş. Yaşamayan anlamaz…

Ağır bir bühtan altındayız.  En küçüğü beş, en büyüğü yirmi iki yaşında olan dört yavrumun ve eşimin boyunları bükük!  Hasta annemin yüreğinin yandığını taa burada en derinden hissediyorum.

Üstelik biliyor musunuz kumpasın karar vericileri ile bunlara sorgusuz sualsiz uyarak harekete geçen müptezeller, bizim mutsuzluğumuzdan kendilerine ne kadar büyük bir sevinç ve saadet üretmişlerdi.  Ki tutuklandığımda Uşak Belediyesine ait UTAŞ şirketi üzerinden yani kamu kesesinden 2 dana kurban edip kendilerine ziyafet çekerek büyük bir kutlama yapmışlardı.

Namazlı niyazlı adamlar bunlar…

Kötülüğün boyutunu tasavvur edebiliyor musunuz?

Allah’ın Sünnetinde Değişiklik Bulamazsın

Latin Amerikalı Şair Nicanor Parra’nın “Birilerinin gözyaşları üzerine kurulan her mutluluk; günü geldiğinde en dayanılmaz acılarla intikamını alır.” şeklinde kelimelere döktüğü kadim hakikati ve sünnetullahı ifade eden sözleri ile teselli buluyorum. Rabbimizin ayetlerine inandıklarını iddia ettikleri halde kötülüğü sıradan haline getirenlere acaba ne ifade ediyor? Merak ediyorum?

Yoksa onlar (inandıklarını iddia ettikleri halde) kötülük işleyenler Bizden kurtulabileceklerini mi sanırlar? Ne tuhaf bir düşünce bu!” (Ankebut-4).

Kızıyorum ve elan adalet,  ey adalet diye haykırıyorum haykırmasına da bu fasıkların aslında kendilerine yazık ettiklerinin ve kendilerini yaktıklarının farkında olmamalarına şaşıyorum doğrusu.

Kamu otoritesini kullanan ve toplumda iyi insanlar olması beklenen kişilerin bir tertip ile insan hayatı ve özgürlüğüyle bu kadar rahat oynayabilmelerinin şaşkınlığını bir türlü üzerimden atamıyorum.

Filozof bir Roma İmparatoru olan Marcus Aurelius Antoninus (MS 121-180), Düşünceler adlı kitabında “İnsanın başına doğal olmayan hiçbir şey gelmez.” dedikten sonra “Utanmazın biri seni incitirse, şunu kendine sor: Dünyada kötülerin bulunmaması mümkün müdür? Elbette ki mümkün değildir. Öyleyse imkânsız olanı isteme; çünkü seni üzen insanlar da dünyada var olması kaçınılmaz olanlardandır. Bu düşünceyi başka kötü insanlarla veya olaylarla karşılaştığında da aklında tut. Çünkü bu tür insanların ve olayların olmamalarının mümkün olmadığını hatırlar hatırlamaz onlara daha kolay katlanırsın.” diyerek yeryüzünde kötülerin ve kötülüklerin olmasının doğal olduğunu,  şaşıracak bir şey olmadığını ve bunlara çeşitli tesellilerle katlanmak gerektiğini hatırlatıyor.

Ah bu kötüler ve kötülükler… Organize bir kötülüğe maruz kalınca insan ister istemez bu fani dünyayı ve kötülükleri daha fazla sorgular oluyor.

Bilebildiğimiz kadarıyla her biri milyarlarca yıldız içeren trilyonlarca galaksiden ve bilip bilmediğimiz başka varlıklardan oluşan bu devasa evrende muhteşem bir kudret, ilim, irade ve düzen olduğu kuşkusuzdur. Böyle muhteşem bir mükemmelliğin yanında sanki bu mükemmelliğe nakısa gibi görünen kötülerin ve kötülüğün mevcudiyeti insanoğlu için oldukça ilginç gelen girift bir meseledir.

İlk başlangıçta bu konu meleklere de ilginç gelmiştir. Nitekim Kuranı Kerimde “Rabbin meleklere, ‘Ben yeryüzünde bir halife görevlendireceğim’ dediği vakit melekler, ‘Biz seni överek anarken ve yüceltip dururken, orada fesat çıkaracak, kan dökecek birini mi görevlendireceksin?’ dediler. Allah, ‘Ben sizin bilmediğinizi bilirim’ diye cevap verdi.” (Bakara-30) buyrulmaktadır.

Diğer canlılardan farklı olarak, Allah insana, iyi ile kötüyü algılama ve aralarında tercih yapma iradesi vermiştir. Bu yetilerle donatılarak yeryüzü tahtına oturmanın elbette bazı sorumlulukları da olacaktır. İnsanoğlu halife olmanın bir gereği olarak yeryüzünde güzel işler yapmak, kötülüğü önlemek ve iyiliği yaymak üzere görevlendirilmiştir. Kendi haline de bırakılmayıp peygamberler ve kitaplarla da desteklenmiştir.

Ancak insan üzerine aldığı sorumluluğunu Yaratıcıya yüklemek ve hatta işlediği kötülüklerden haşa ve kella Allah’ı sorumlu tutma eğilimindedir ki her şeyi bilen, mutlak iyi ve mutlak kudret sahibi olan bir Tanrı niçin kötülüğe izin vermektedir sorusunu sormaktadır.

Kötülük ve Sebeb-i Hikmet

Meleklerin sebebi hikmetini bilemediği kötülük meselesi üzerine insanoğlunun gitmesini yadırgamamak gerekir.  Çünkü o; isimleri, kelime ve kavramları bilme ve irdeleme yetisi ile donatılmıştır (Bakara-31) ve bunlar ayrıca insanoğlu için sınanma konusudur (Bakara-124).

Tarihin ilk devirlerinden beri büyük beyinlerinin kötülük problemi konusunda kafa yorduğunu ve Allah’ın kötülüğe izin vermekteki yüce hikmetini araştırdığını görüyoruz.

Yazılı kayıtlarda bu probleminin cevabını arayan ilk düşünürün Efesli Herakleitos (M.Ö.535-475) olduğu belirtilmektedir. O, “Tanrı için bütün şeyler güzel, iyi ve hakçadır, insanlar ise birtakım şeyleri haksız buluyorlar bir takımlarını ise hakça.” demiştir. Herakleitos, “Hastalık, sağlığı hoş kılar, açlık tokluğu, yorgunluk dinlenmeyi” diyerek karşıtlıkların birbirini gerektirdiğini, iyi ile kötünün bir arada olması gerektiğini ve kötü şeylerin iyiye zemin hazırladığını ifade etmiştir.

Platon (MÖ 428-348) ise “Tanrı iyidir, kötülük etmez. Kötülük etmeyen kötülüğe sebep olmaz. Tanrı iyi olduğu için yalnız iyi şeyler ondan gelir. Kötülüklerin kaynağını ise başka şeylerde aramak gerekir.” demiştir.

Chyrippus (M.Ö. 280-207) kötülük olmadan iyiliğin olamayacağı söyleyerek şöyle demiştir: “Aynı anda kötülük olmadan iyiliğin olabileceğini savunan kadar düşüncesiz biri yoktur. İyi, kötünün zıttı olduğuna göre, birlikte var olmalıdırlar. Nasıl ki mutluluk ile mutsuzluk, haz acı iledir; benzer şekilde iyi de kötü ile vardır.”

İrenaeus(126-202)’a göre, adil ve iyi olan Tanrı insanlara özgür iradeyi ve bunu kullanacak aklı ve bilgiyi vermiştir. Eğer irade varsa, seçmeyi gerektirir. Seçme yoksa iradenin hiçbir kıymeti yoktur. Seçme varsa iyi ve kötü olmak zorundadır. Ancak insan, her zaman aklını ve kendisine verilen bilgiyi kullanarak iyi olanı seçip koruyamaz. İnsanların seçimleri onların iyi veya kötü tarafta yer almalarına sebep olur. Kötülük ilâhî bir hikmete dayalıdır ve imtihan dünyası için zorunludur.  Bu hikmet, insana tekâmül edebilmesi için bir fırsat sunar. Zira insan eksiktir. Acı ve ısdırapı tatmadan olgunlaşamaz.

Filozof Augustinus(354-430) ise Evreni, kusursuz olandan kusurlu olana, güzel olandan çirkin olana olacak şekilde her türlü olasılığı barındıran, mükemmel bir ahenk içinde görür. Buna göre günah ve günahın cezalandırılması da dâhil hiçbir şey gereksiz veya değersiz değildir. Bütün varlıkların yaratıcısı, sonsuz iyi olduğu için bütün varlıklar da iyidir. Ancak onlar yaratıcıları gibi ‘sonsuz’ ve ‘değişmeyen’ olmadıkları için onlardaki iyilik azalıp çoğalabilir. Augustinus’a göre kötülük özünde var olmayan ama insanın özgür iradesini kötüye kullanması sonucu iyiliğin azalması durumu olarak değerlendirir.

Benzer şekilde kötülüğü kemalin eksikliği olarak ifade eden İbn Sina (MS 980-1037)  bunu insana özgü bir kusur olarak görür. Allah özgür iradeyi yaratarak bir anlamda ahlaki kötülüklerin imkânını insan için yaratmaktadır ama sorumluluk nihai olarak insana aittir. Erdemden uzaklaşan insanın kendi özgür iradesiyle kötülüğü seçtiğini belirtmiştir. Ayrıca iyinin değerinin anlaşılması için kötülüğün zorunlu olduğunu da vurgulamıştır.

Gazzali(1058-1111)  ise Allah’ın göklerde ve yerde yaratmış olduğu şeylere bakılırsa, doğru, zorunlu ve en uygun olan bir tertip üzere, olması gereken şekilde ve olması gerektiği ölçüde bir evren yarattığını savunur. Mevcut evrenden asla daha güzeli, daha tamamı ve daha mükemmeli olmadığını, eğer olsaydı ve O, bunu yapabildiği halde esirgeseydi, yaratıklara ihsan etmeseydi, o zaman bu, cömertliğe zıt düşen bir cimrilik, adalete zıt düşen bir zulüm olurdu! Eğer kadir olmasaydı, bu da ulûhiyete zıt düşen acizlik olurdu demiştir.

Diğer yandan Gazzali’den esinlendiği iddia edilen ve Gazzali ile aynı görüşleri benzer örneklerle savunan ünlü Alman Filozof Leibniz (1646-1716),  Tanrı’nın tek mükemmel varlık olduğunu, mümkün olabilecek bütün dünyalar içerisinde en az kötülük içerecek şekilde bu dünyayı yarattığını ileri sürmüş ve mevcut kötülüklerin de mümkün dünyaların en iyisini ortaya çıkarmak için zorunlu olduğunu söylemiştir.

Leibniz’e göre mükemmel olanla kusurlu olanı bir araya getirmenin bundan başka bir yolu da bulunmamaktadır.   O, özgür irade oldukça zulüm ve kötülüğün kaçınılmaz olduğunu, insanın suçlanabilmesi ve cezalandırılabilmesi için özgürlüğün zorunlu olduğunu söylemiş ve böyle bir dünyanın özgür iradenin bulunmadığı yani hiçbir kötülüğün olmadığı bir dünyadan daha iyi olduğunu savunmuştur.

Tanrı kötülüğü istemediği gibi kötülüğün nedeni de değildir ama seçtiği “mümkün dünyaların en iyisini” gerçekleştirmek istediği için kötülüğe de izin vermek zorundadır. Ona göre az bir kötülüğün bir nevi iyilik olması gibi daha büyük bir iyiliği engelleyen az bir iyilikte bir nevi kötülüktür. Tanrı, hikmetinin gereği kötülüğe daha büyük bir iyilik için izin verilmiştir.

Leibniz  ve Gazzali’nin en mükemmel evren tezinden farklı olarak Fahreddin Razi(1150-1210)   bu âlemin dışında Allah’ın milyonlarca farklı âlem daha yaratmaya kadir olduğunu söyleyerek çoklu evrene dair fikirler  ileri sürmüştür. Bu düşünceyi daha da ileri götüren İbn Teymiye(1263-1328)  ise Allah’ın birbirinin aynı olmayan sınırsız sayıda evren yaratabileceğini ve bu evrenlerin bazılarında az da olsa kötülük de olmakla birlikte toplamda iyiliğin en üst düzeye ulaşmasına vesile olacağını ileri sürmüştür.

Benzer şekilde Tanrı mutlak kadir ve iyi bir varlık olarak mümkün olan en fazla sayıda iyiliği ve var olmaya değer bütün varlıkları yaratmak için, sürekli yaratan sıfatı gereği, sınırsız evrenler yaratabilir tezini ileri sürenler de vardır. Buna göre evrenlerden bazıları kötülüğün olmadığı evrenler olabileceği gibi bunların yanında iyilikle birlikte biraz da mecburen kötülüğün bulunduğu evrenler de yaratılmış olabilir ki;  ben bunların tümüne birden kapsayıcı bir kavram olması açısından Şemsiye Evren denilebileceğini düşünüyorum.  Şemsiye evrende var olmaya değer bütün varlıklarla birlikte iyilik ve güzellik de toplamda en üst düzeye ulaşmış olacağı tezi bana mümkün ve makul görünüyor. Elbette en doğrusunu Allah bilir.

Belki de hakikat, kötülüğün hikmeti üzerinde kafa yoran büyük düşünürlerin hepsinin ileri sürdüğü delillerin bir sentezidir. Ancak beşer olmamız hasebiyle metafizik alana ait bilgimiz sınırlıdır ve bu alanla ilgili söyleyeceklerimiz hep tartışmalı ve eksik kalacaktır.

Bu düşünceden yola çıkan Kant (1724-1804), “İnsanoğlu sahip olduğu ontolojik yapının farkında olarak bilgi ve kavramadaki sınırlılığını kabullenmeli ve kendisini aşan konularda teslim olmayı bilmelidir” demiştir. Batı aydınlanmasının en önemli filozoflarından olan bu düşünür: “Tanrı’nın, kötülüğün varlığı için ne gibi gerekçelere sahip olduğunu bütün yönleri ile bilmemiz ve kavramamız mümkün değildir.” demiştir.

Allah İyileri Tarif Ediyor

Allah (cc)  kitabında hak ila batılı ayırmış ve iyi ile kötü kimselerin vasıflarını açıkça tarif etmiştir:

İyiler o kimseler ki Allah’ı, ahiret gününü, melekleri, kitabı ve peygamberleri onaylarlar; akrabalara, yetimlere, muhtaçlara, evsizlere, dilencilere ve özgürlüğü elinden alınanlara seve seve yardımında bulunurlar; namazı istikametle kılarlar, zekâtı gönlünden gelerek verirler. Sözleştikleri vakit sözlerinde dururlar; zorluğa, sıkıntıya ve zulme karşı direnirler. İşte doğru olanlar onlardır, erdemli olanlar da onlardır.”(Bakara-177).

Her şey çok açık değil mi?

Allah vaat ediyor: “Kim ki (Allah’ın huzuruna) iyilik yaparak çıkarsa, daha iyisini, daha üstününü bulacaktır. Ve kim ki kötülük yaparak çıkarsa, (bilsin ki) kötülük yapanlar yalnızca yaptıklarının karşılığını görecekler.”(Kasas-84)

İşte iyilik ve kötülüğün birlikte olduğu bu dünyadan sonra iyilik ve kötülüğün tamamen ayrıldığı, cennet ve cehennem denilen iki ayrı âlemle karşılaşacağız.

İnsanoğlunun hep eksikliğini ve özlemini duyduğu, kötü ve kötülük ile acı ve ıstırabın olmadığı Cennet, her türlü iyilik ve mükemmelliği öngören bir mekân iken cehennem de elim bir azabın yaşanacağı mekândır ki bunlar elbette insanoğlunun binyıllara şamil kadim problemlerin ulûhiyet penceresinden cevaplarını içermektedir. “Kim bir iyilik ile gelirse ona on katı vardır, kim bir kötülük ile gelirse kötülüğü oranında karşılık bulur. Onların hiçbirine haksızlık yapılmaz.” (Enam-160)

Hal böyle iken bir insan grubu iyilik yerine niçin bile bile organize kötülüğü seçer?

Kötülüğün Sıradanlığı ve Milgram Deneyi

İşte kritik soru bu. Bir imtihan dünyasında olduğunu bilen çok sayıda kişi nasıl olup da iftira vb. büyük günah olarak bilinen kötülükleri yapmak üzere organize olabiliyorlar?

Bu konudaki düşüncelerimi 23.09.2022 tarihinde Mirat Haber’de “ Bazı Dindar Profillerde Neden Ahlak Yok” başlığıyla paylaşmıştım. Bu düşüncelerimi ‘Kötülüğün Sıradanlığı’ tezi ile deneysel bir zemine oturtarak pekiştirmenin yerinde olacağını düşünüyorum.

“Kötülüğün sıradanlığı” kavramını ilk kez gündeme taşıyan ve literatüre katan, Hannah Arendt (1906-1975);  gayet sıradan ve normal insanların, düşünerek hareket etmek yerine, emir komuta zinciri içinde hareket etmeyi seçtiklerinde akıl almaz kötülükler işleyebileceği tezini, yaşanmış somut örneklerden hareketle, ileri sürüyor.

Arendt’ın bu tezi psikoloji alanında yapılan pek çok bilimsel deneyle de desteklenmiştir. Bunların en meşhurlarından birisi Stanley Milgram(1933-1984) tarafından gerçekleştirilen bir çalışmadır. Milgram deneyi, insanların otorite sahibi bir kurum veya kişinin isteklerine, kendi vicdani değerleriyle çelişmesine rağmen, itaat etmeye ne ölçüde istekli olduklarını ölçme amacını güden bir deneyler dizisinin genel adıdır.

Milgram, deneyinde gönüllü olanlara ‘cezanın öğrenme üzerine etkileri’ hakkında bir çalışmada yer alacaklarını söyler. Öğrenci yanlış cevap verdiğinde denek bir düğmeye basacaktır. Bu düğmenin öğrenciye elektrik vereceği de belirtilir. Deney başlamadan önce katılımcıya, öğrencinin çekeceği acıyı öngörebilmesi için 45 voltluk bir elektro şok da uygulanır.

Öğrenci yan odadaki bir sandalyeye bağlanmıştır ve vücuduna elektrotlar yerleştirilmiştir. 15 ile 450 volt arasında değişen otuz düğme vardır. Deneklere farklı düğmelere basarak giderek artan şiddette elektrik şokları verdikleri düşündürülmüş ve öğrenci de buna uygun şekilde tepki vererek rol yapmıştır. 75 voltta öğrenci inler, 285 voltta acı dolu çığlıklar atmaya başlar. Tereddüt eden deneklere devam etmeleri emredilir. Deneye katılan kırk kişiden yirmi altısı en yüksek şoka kadar devam etmiştir. 450 voltluk en yüksek seviyedeki şokun üzerinde “tehlike: öldürücü şok” yazmasına, rağmen bu kişiler verilen emri yerine getirmiştir.

Milgram, deney sonuçları şöyle değerlendirilmiştir:

-Sadece görevlerini yapan, kendi başlarına kötü işlere kalkışmayan sıradan insanlar, korkunç bir yok etme işleminin bir parçası olabilmekteler.

-Yaptıkları işin yıkıcı sonuçlarını apaçık görmelerine rağmen, temel ahlaki değerleriyle çelişen bu görevlerde pek az kişinin otoriteyi reddetme potansiyeli vardır.

Koşulsuz itaat, olumsuz pek çok olayın yaşanmasına temel oluşturmakta ve birey bir süreç içerisinde korkunç eylemler gerçekleştirir hale gelmektedir. Bunun için öncelikle onun bir grupla, rolle, meslekle ve meşreple kendini özdeşleştirmesi gerekmektedir. İnsan, içerisinde yer aldığı siyasi, ideolojik ve dini grubun dünya görüşünü körü körüne bir kez benimsedikten sonra hızla kendi adına düşünme, konuşma ve en sonunda da kendi adına algılama yetisini yitirmektedir.

Birey bir ideolojiye, cemaate ve tarikata sorgusuz sualsiz itaatle özerkliğini/iradesini yitirdiğinde, eylemlerini ahlaki olup olmamaları açısından değil, hedefe giden yolda başarılı olup olmamaları açısından değerlendirmeye başlıyor. Otoritenin emrine girerek kişisel düşünme kabiliyetini askıya almak, kötülüğün sıradanlaşması için uygun bir ortam oluşturuyor.

Tam burada rahmetli Cemil Meriç’in “izm’ler (ideolojiler) idrakimize giydirilmiş deli gömlekleridir” sözünü hatırlamazsak olmaz!

Dindar görünen çevrelerin namert bir kumpası sonucu cezaevine düşünce başıma gelenlere uzun süre inanamadım ve yaşadığım şaşkınlığı üzerimden bir türlü atamadım. Nasıl olur sorusunun cevabını aradım ve yaşadıklarımı ‘Kötülüğün Sıradanlığı’nın somutlaştığı ve ete kemiğe büründüğü, cisimleştiği bir olay olarak görmekten başka çıkar yol da bulamadım.

Türkiye genelinde yaygın olan bir tarikatın Uşak’taki önde gelenleri, daha fazla büyüme stratejilerinin gereği olarak Uşak’ın bütün resmi kurumlarını ve sivil toplum kuruluşlarını antidemokratik yollarla ele geçirmeye kalktılar. Maalesef içerdeki ve dışarıdaki müntesiplerine de bu iradeye koşulsuz itaat düştü.

Neticede başta şahsım olmak üzere birçok kişi büyük zulümler gördü. Uşak’ın kaynakları yağmalandı ve geride Uşak Belediyesinin sırtına korkunç kamu borçları bırakarak def olup gittiler.

Dün meteliksiz oldukları halde bugün kimisi uluslar arası iş yapan büyük işadamı, kimisi de ülkenin emniyet ve adalet mekanizmalarında görevli ve yükünü tutmuş memurlar olarak hayatlarına devam ediyorlar. Bir kısmı da yeniden siyaset sahnesinde yer bulabilir miyiz ümidiyle sağa sola, kamudan çaldıkları paraları dağıtmakla meşguller.

Ve kendilerine yapılan bütün uyarıları kulak ardı ettiler. Biz de onlara bütün nimet kapılarını ardına kadar açtık ve sunulan nimetlerin hazzıyla şımarmış bir haldeyken, ansızın öyle bir cezalandırdık ki ümitsizlik girdabına düştüler.”(En’am-44) ayeti kerimesi hükmünce bir gün ansızın yakalanacaklar.

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar
  1. Feride Kılıç Ateş dedi ki:

    Selamün aleyküm Hoca’m,
    Er geç adalet yerini bulacaktır. En güzel tuzak bozan Allah ‘TIR. Allah zalimlere fırsat vermesin. Hayırlı cumalar