Cumhuriyet’in kuruluşundan 17 yıl sonra (1940’da) dünyaya gözlerimi açtım. Türkiye, İsmet Paşa’nın diktatörlüğü altında idi. Ülkem harap, milletim çok yorgun idi. Cephelere giden kahramanlardan çoğu şehid olmuştu.
Köylerde, kentlerde yük, çilekeş Anadolu kadınlarının sırtlarına yüklenmişti. Yol yoktu. Elektrik yoktu. Gaz lâmbası veya “Lüküs” ışığında aydınlanıyorduk.
Tarım ülkesi idik. Ekmek karne ile veriliyordu. Çiftçi, harman zamanı topladığı, buğdayı, arpayı, tüm mahsülleri devlete haber vermek zorunda idi. “Âşâr memuru” gelir, mahsülün onda birini alır, kalana itiraz edilmezdi. Traktör, çok uzun yıllar sonra geldi Türkiye’ye. Çilekeş köylüm, tarlasını “karasaban”la sürerdi. Atı, eşeği, öküzü olmayanlar, saban’a, döven’e kendisini bağlardı.
Parası olan, kunduracı esnafa gider, adam bir karton üstüne konan çoraplı ayağın çevresini çizer, taban kalıbını böyle alırdı. (Rahmetli) babacığım başöğretmendi. Bir bayram öncesi, Gaziantep’te “kunduracı Emin Amca”nın dükkânına gittik. Anlattığım şekilde ayak kalıbım alındı. “Emin Usta! Siparişi ne zaman alırız? Sorusuna” “Bir hafta hocam” cevabını verdi. O bir hafta geçmek bilmedi dostlarım. 4-5 yaşlarında idim. Bir sabah uyandığımda, yastığımın yanında bir çift siyah ayakkabım duruyordu. Çocukluk sevincimi artık siz tahmin edin. Yokluk, ülkede kol geziyordu.
Milletimiz, (özellikle kırsal kesim) açlık içinde idi. Kırlardan ot toplayarak, arpa unu ile hamur yaparlardı. Şehirlerarası yollar toprak idi. Dardı. İki kamyon karşılaştıkları zaman, yol kenarlarındaki toprak cep’e hangisi daha yakın ise, geri-geri gider cep’e girer. Öbürü geçerdi. Bugünleri yaşadım gençler!
Küçükbaş hayvanlardan “Ağnam Vergisi (Ganam: Koyun demektir. Çoğulu Ağnam)alınırdı. Devlete vergi borcunu ödeyemeyenler, 20-30 gün yol yapımında çalıştırılırdı. Makine yok. Kol kuvveti, kazma ve kürek… Bu işçi-köylü kardeşlerimizin en lüks yemeği, ekmek arası soğan ve peynirdi.
CHP Diktatoryası döneminde herkes kabuğuna çekilmişti. Zarûret olmadan, kimse şehre inmezdi. İnecekler, eşten, dosttan, komşudan “emanet kıyafet” alıp, giderlerdi. Günümüzün gençliği, Âşık Veysel’in kıyafeti sebebiyle Ankara’ya sokulmadığını, televizyonlardan öğrenmişlerdir. Çok iyi hatırlıyorum. 7 yaşına kadar “zıbın” giyerdim. Okula başlama fotoğrafımı da “zıbın” ile çektirmiştik.
Sözlerimin delili fotoğraf arşivimdedir.
Tek Parti-Tek Şef dönemi, Hitler ve Mussolini takliti bir benzeşim yılları idi. Valiler, CHP’nin “İl Başkanı” idiler. Devlet ciddiyetinin yerini “külhanbeyleri” almıştı.
Şapka giymek mecburi idi. (Rahmetli) Babacığımda memur olduğu için, deve tüyü renginde fakat şapkanın içinde “tavşan tüyünden yapılmıştır” yazısı olan bir şapka almıştı. Babacığımın maaşı 10-15 lira idi. Aldığı şapkanın fiyatı 50 lira ve imâlâtçısı Vitali Hakko… 1925’de Şapka Kanunu kabul edildi. 1934’te Vitali, “Şen Şapka” adıyla küçük bir dükkânda, imalat ve satışa başladı. Kısa zamanda dünya çapında bir zengin olup çıktı. 24 Haziran’da yanılıp yakılıp oylarını CHP’ye verecekler, devlet eliyle “siyonizme yardım eden firmaların listesinde”, bu usulle zengin edilmiş nice firmaların olduğunu görecekler.
O, Şapka Kanunu sebebiyle, nice mağdur ve mazlum Anadolu insanı, darağaçlarında can verirken merhamet fakiri “Vahşi Batı” elinde şapkası ile sahnede idi.
İstiklâl Mahkemeleri, binlerce can’a kıydı. Yalnız Konya’da asılan masumların sayısı 6525 idi. Cellat KaraAli: “Ben en az 5000 kişiyi astım…” demiştir.
CHP Diktatörlüğü döneminde, tam on yıl “Ezan-ı Muhammedi” duymadım. Eyüpoğlu Camii’ne yakın olan evimizde Türkçe Ezan(!) duyarak büyüdük. Ezan yasak, Kur’an yasak, Takke yasak, Tesbih sakıncalı idi.
Gaziantep’te “Kalealtı”nda teyzemlerle birlikte otururken, halamın torunu (rahmetli) Necdet’i, Ömeriye Câmiinin bahçesine bakan tek odada “Kur’an Elif-bâ”sı öğreten çok yaşlı cami hocasına göndermişler. Çocukluk hevesi ile bende gitmek istedim. (Rahmetli) Anneciğim, alelacele bir “Elif-bâ” kesesi dikti. Ertesi sabah boynumda kese, kesede cüz olduğu halde, Ömeriye Camiine geldim. Hoca, beni de tek o odaya aldı. 8-10 çocuk vardı. Benim yaşta… Bir köşeye geçtim oturdum. Yaşlı hoca, okumada ilerlemiş çocuklarla ilgileniyordu. Öğle ezanına kadar bekledim. Ezan’la dağıldık. Annem bugün ne öğrendiğimi sordu. “Benimle hiç ilgilenmedi. Yarın gitmeyeceğim.” Dedim. Oyun dünyama döndüm. Bir gün sonra cami’yi basan polisler, bütün çocuklara iyi bir dayak attıktan sonra, zavallı yaşlı hocayı tekme tokat dövüp, ellerini bağlayıp götürmüşler. Necdet de dayaktan nasibini almış. Olanları korku ile anlattı… Tam 71 yıl… Hâfızâma çakılmış.
CHP’nin İslâm’a karşı radikal, haşin, sert tavırları, “Büyücü Batı”nın, şeytanla koalisyon yaparak, devrimci kadroları nasıl hipnozladığının çok açık sonuçlarıdır. Bugün de CHP’de değişen en küçük bir özellik yok. Cehalet, ilkellik, hırs, iç ve dış kavgalar Milletimiz çok dikkatli olmalı. CHP sandıkta tercih edilmemelidir.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi