Çıplaklığın hayvanların doğası olduğu tespiti, onu yaşayanları ve savunanları bir aşağılama değil, bir hakikatin açığa vurulmasıdır.
Müşterek aklın ve ilmi verilerin belirlediği gibi yeryüzünde türleri yüzbinleri hatta milyonları aşan canlılar içinde insanların dışındaki bütün canlılar elbiseleriyle birlikte doğar ve yaşarlar.
İnsanlar ise yaşamları için giyinmeye ihtiyaçlı yatılmıştır ve ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Adem’den beri insanlığın doğasına giyinme bilgisi kodlanmış ve estetiği de amaçlayarak nasıl giyinecekleri onlara vahiy yoluyla öğretilmiştir.
Allah’ın insanlığa son mesajlarını içeren Kur’ân-ı Kerîm’in Araf suresini 26. ve 27. âyetlerinde bu hakikat bildirilmiş ve giyinme kulluk görevi olarak yüklenmiştir:
“ Ey Âdemoğulları! Size katımızdan, hem çıplak vücutlarınızı örtesiniz diye, hem de bir görkem-güzellik nesnesi olarak giyim kuşam yapma bilgisini bahşettik; ama Allaha karşı sorumluluk bilinci örtüsü daha hayırlıdır. İşte bu örtünme bilgisi ve emri de Allah’ın insanların düşünüp öğüt alabileceği görev yükleyici âyetlerindendir.
Ey Ademoğulları, şeytan, anne ve babanız olan Adem ile Havva’nın çıplak vücudunu / çirkin yerlerini kendilerine göstermek için, elbiselerini sıyırtarak, onları bulundukları cennetten çıkardığı gibi sakın sizi de bir belaya uğratmasın. Çünkü o ve taraftarları, kendilerini göremeyeceğiniz yerden sizleri görmektedir. Biz gerçekten şeytanları, inanmayacakların dostları kıldık. “
(Çoğulu Sevât olan Sevete kelimesi Maide 31’de ölü insan vücudu anlamına kullanılmaktadır.)
Bu âyetlerde giyinerek genelde vücudumuzu ve özelde ön-arka ve uyluk dahil yakın çevresinin örtülmesi emredilmiştir. Çıplaklığın Şeytanî bir vesvese olacağı da açıklanmıştır.
Kadın ve erken giyimini nasıl olması gerektiğine geçmiş ilahi kitaplar yanısıra Kur’an’da da yer verilmiştir. Ahzab 59, Nûr 30-31 ve 60. âyetleri giyim konusundadır.
Giyinme Emrini Uygulayıp Tebliğ İle Yükümlüyüz
Nasıl giyinileceği konusu kulluk görevimiz olarak açıklandığı için biz Müslümanlar bu emri kişisel hayatımızda hem uygulamak ve hem de tebliğ etmekle yükümlüyüz.
Yaygın olarak kullanılan ve medenî olan bir insanın ilkellik olarak algılaması gerekecek bir söylemle “bana ne” diyemeyiz. Ekonomik sömürü gibi bir tür kültürel sömürü olan çıplaklığa da karşı çıkmalıyız.
Hiç şüphesiz Rabbimizin emri gereği tebliğimizi her düzeyde insanın makul bulacağı ölçüler çizgisinde hikmet/ilmî metod ve güzel öğüt yöntemiyle yapacağız. Ancak muhataplarımızın bir kısmının giysi/örtünme kuralına karşı tavır sergileyebileceği ve doğal dengeyi bozucu ve karşılık vermeyi gerektirecek olumsuzluklar sergileyebileceği de bir hakikattir. Nitekim hikmetle ve güzel öğütle çağrı yapılması gereğini açıklayan Nahl 125 ve de 126. âyetlerde bu duruma şöylece işaret edilmektedir:
“ İnsanları düzeylerine göre ilmî metodla ve güzel öğütle Rabbinin yoluna çağır; ve onlarla en güzel, en inandırıcı yöntemlerle tartış. Hiç şüphesiz, yolundan kimin saptığını en iyi bilen senin Rabbindir ve yine doğru yola erişenleri de en iyi bilen O’dur.
Bunun içindir ki, tartışmada zora başvurmanız gerekirse, ancak onların sizi zora koştukları kadar zora başvurun. Fakat eğer sabreder kendinizi tutarsanız, bilin ki, güçlüklere göğüs germesini bilen kimseler için bu daha iyi, daha hayırlıdır.” (Nahl 125-126)
Giysinin Ahlâkı Amacı
Tebliğde sorunlar yaşanabileceği için önceden giysinin /örtünmenin Ahzab 59’da değinilen “kadının iffetli olarak tanınıp sözlü veya fiilî olarak incitilmemesi “ şeklindeki ahlakî amacına vurgu yapılmalıdır. Bunun için de mevcut çıplaklık belirlenerek doğurabileceği sakıncalar konu edilmelidir.
Ateizme ve deizme eğilimli eğitim sistemimiz ve medyasal düzenimizin etkisi ile ve kişiler arası etkileşim yoluyla kadınlarımız ve kızlarımızda gözlemleyebildiğimiz üzücü tezahürler şunlar:
Mini etekler iyice kısaldı. Üreme organına sınır şortlar giyiliyor. Göbekler dışarıda. İç çamaşırlardan arınma başladı. Göğüsleri ve ön ve arkayı belirginleştirici daracık giysiler giyiliyor.
Ahlakî kayıtları dışladığı ve dikkatleri şehevi arzuları celbetmek amacını taşıdığı için bir sapıklık türü olan teşhircilik olarak görebileceğimiz bu yozlaşma elbette konu edilecektir.
Konu edilirken vücutların teşhiri olan şeytanî görüntülerin yapabileceği ahlakî tahribat ve sebep olabileceği tecavüzler gündeme taşınacaktır.
Sözlü ve fiili tecavüz nedeni olarak tasvip edemeyecek olsak da böylesi şeytanî giyimler ve vesveselerin irade zaafı gösterecekleri tahrik edeceği ve şiddete yönelteceğine işaret edilecektir.
“ Çıplaklığı içeren modern giyim çirkinliği onaylanmıyorsa bakılmamalıdır” şeklindeki batıl öneri, gözlerin korunması ile ilgili Kur’ânî ilke ile uyumlu görünüyorsa da bu teşhircileri mazur göstermez.
Hiçbir İfade Şekli Teşhircilik Kadar Ağır Olamaz.
Mevcut yapıyı resme alınıp hatalar dile getirilirken kullanılan bazı ifadeler, bazılarımızca sakıncalı görülebilir. Ama değil aşağıda örneklendireceğimiz türden makul olanı, hiçbir ifade biçimi teşhirciliğin pisliği ve piçliği kadar ağır görülemez:
“Bak sokaklar ne hale geldi! Kasap dükkânı gibi. Et görmekten içimiz dışımıza çıkıyor artık. 100 yıl önce dedelerimizin yatak odasında göremediği kıyafetleri biz çarşıda pazarda plajda görüyoruz. Neden? Bu kadınların başında yok mu adamları, abileri, babaları, kocaları? Geçtim helali haramı hadi buna inanmıyorsun. Tamam, ateistsin, imanın zayıf… Ya hiç mi kıskanmıyorsun?
Bazılarımızın gereksiz bulabileceği ifadelere yoğunlaşarak teşhirciliğe sıcak bakılma gafletine düşülmemelidir. Çünkü eleştiriler kadınlık camiasına değil teşhircileredir.
Kendimizi eleştireceksek önce nasıl giyinilmesi gerektiğini öğrenip öğretmedeki sorumsuzluğumuz ve duyarsızlığımızdan başlamalıyız.
Açılıp Saçılan Kadınlarımıza Gelince
Yazımızı Süleymaniye camiinde 45 yıl kadar önce sunduğumuz Cuma hutbemizden aynen alıntılayacağımız bir bölümle bitirelim:
“ Vücudun tabiî güzelliklerini ve cinsî yönden çekici uzuvlarını açığa vurmak kuşkusuz kokuşmuş bir toplum geleneğinin, gayr-ı İslâmî bir aile terbiyesinin veya bir iç bozukluğunun sonucudur.
İslâm’la çatışan açık giysilerini kadınlık cazibesini artırmak ve dişi olarak ilgi görmek amacıyla giymediklerini ileri süren kadınlarımız iddialarında samimi iseler neden Allah’ın rızasını kazanarak Cennet’e girmek, biz babaları, kardeşleri ve eşlerini de ızdıraptan kurtarmak istememektedirler.
Bizler kabul etsek dahî onların iyi niyetli olmaları şehvet dolu bakışlara muhatap olmalarına, cinsî duyguların tatmin aracı görülmelerine engel olabilir mi? Toplum ahlâkının zedelenmesine mani olabilir mi?
Onlar, artık İslâmî örtünmenin kadının kadınlık manasına aranması bulunması ve erişilmesi gereken bir enginlik kazandırdığını, kadının açıldığı zaman imanını za’fa uğratmakla beraber kadınlık manasını da kaybettiğini anlamalıdırlar.”
(Ali Rıza Demircan Süleymaniye Minberinden İslam Nizamı İslam Nizamı İst. Beyan, 2008, sh. 597-601