Yeni Şafak yazarı Gökhan Özcan’ın kaleme aldığı “Çok Bilmek, Az Anlamak” yazısını siz değerli okuyucularımıza sunuyoruz..
Yeni teknolojilerin insana bir çok yeni imkan kazandırdığı inkar edemeyeceğimiz bir gerçek. Birkaç tuşa dokunarak ulaşamayacağımız bilgi neredeyse yok. Bilmek elbette önemli ve bu imkanlardan hepimiz yararlanıyoruz. Bu elbette önemli bir kazanım… Ancak insanın sahip olduğu ya da kolayca ulaşabildiği bilgilerle ne yapacağı, bu bilgileri hangi anlamlı neticelere bağlayacağı konusu belki bundan da önemli. Bildiklerimizi analitik kabiliyetlerimizle verimli neticelere bağlayamıyorsak eğer; bilgileri boş yere topluyor, biriktiriyoruz demektir.
Analitik kabiliyetleri gelişkin bireyler, daha az bilgiyle çok daha kazançlı neticelere ulaşabilir. Çünkü analitik kabiliyetlerimiz bilgiyi beş duyunun cenderesinden çıkararak kuru bilgi olmaktan kurtarabilir, insan varlığının çok daha engin başka cevherleriyle buluşturup işleyebilir ve insanın zihinsel ve duygusal dünyasına çok daha büyük yararlar sağlayabilir. Bu bakımdan, her insanın bilgi biriktirmekten daha fazla önemsemesi gereken şey analitik kabiliyetlerini geliştirmek olmalıdır. Doğaldır ki, her türlü eğitsel faaliyetin önceliği de bu olmalıdır.
Günümüzde eğitimin başarı değerlendirmesi daha ziyade test tipi sınamalarla gerçekleştiriliyor. Her öğrenci çoktan seçmeli cevaplar arasından doğru olanı işaretleyerek rüştünü ispat ediyor. Bu neredeyse yirmi yıllık eğitim hayatının bütününde böyle… Eğitim sürecindeki öğrencilerin çocukluktan yetişkinliğe geçiş sürecinde olduğu, bu süreçte onlardan zihinsel ve duygusal bakımdan olgunlaşmalarını beklediğimiz düşünülürse bu test sistematiğinin onların kişiliklerini bir hamur gibi yoğurduğunu söylemek çok da abartılı olmaz.
Testler büyük ölçüde verili bilgiyi ölçer, ezbere prim tanır, analitik kabiliyetlerin rolünü azaltır. Eğitim hayatımız, sayısal tercihlerin ağırlıklı olduğu, sözel ve sosyal alanların bir parça gölgede kaldığı bir yapıya sahip… Başarı ölçümlemesi de daha ziyade verili bilgi üzerinden yapılıyor bu durumda. Bir öğrencinin yıllar boyunca iyi ezber yaparak en iyi başarı seviyelerini kazanması mümkün… Buna karşılık, bu süreci analitik kabiliyetlerini, sosyal hassasiyetlerini, sözel niteliklerini geliştirmeye ihtiyaç duymadan da geçirebilir ve yine başarılı kabul edilebilir. Sözel kabul edilen derslerde de yine test uygulaması yapıldığı için öğrenci şıklar arasından doğrusunu, sadece daha fazla test çözerek de büyük ölçüde bulabilir. Oysa mesela bir meseleyi kendi cümleleriyle ifade etmesi gerekseydi, çok yönlü bir zihinsel bir gayret göstermesi, bildiklerini anladıklarıyla buluşturması gerekecekti.
“Eğer insan kendisini, sahip olmaya değer ‘veriler’in sadece beş duyunun sağladıkları olduğuna ve onlarla uğraşmak için beyin adı verilen bir ‘bilgi işlem birimi’nin bulunduğuna inandırırsa, bilgisini kendisi için bu aletlerin yeterli olduğu varlık düzeyiyle, yani esas olarak cansız madde düzeyiyle sınırlamış olur” diyor ‘Aklı Karışıklar İçin Kılavuz’ kitabının bir yerinde E. F. Schumacher.
Bugünlerde, insanların önlerine gelen her meseleyi çok daha yüzeyden, çok daha köşeli kavradığı, herhangi bir meseleyi bütün yönleriyle anlamaya yanaşmadığı, mutlaka hazır seçeneklere, kalıp yargılara yöneldiği bir vakıa… Yaklaşık yirmi yıllık süreyi analitik kabiliyetlerimizi büyük ölçüde devre dışı bırakarak yaşamış olmamızın bunda bir etkisi var mı, bunu tartışmalıyız. Çünkü bu uzun vadede tahribatını gideremeyeceğimiz sıkıntılara yol açabilecek bir eksiklik…
yenisafak.com / GÖKHAN ÖZCAN