Covid 19’la tanışmak, bizim irademiz dışında gerçekleşen bir kader… Fakat, kader’i oluşturan tutum ve davranışları biliyor ve inancımız açısından, “kaza” denilen, insan iradesiyle ortaya çıkan ve kader çerçevesinde gerçekleşen olaylar dizisinin varlığından da haberdarız.
Kaderimiz, aslında layık olduğumuz olaylar silsilesi olup; irademizle gerçekleşen, fakat Allahın bilgisi dahilinde meydana gelen bir gelecek programıdır. Bunun hesabını yapmak yerine, bize akıl verip, önümüze bir yaşayış programı koyan İlahi sistemi, hangi ölçüde benimseyip, kendimizi ve çevremizi nasıl selamete çıkaracağımızı düşünmemiz gerekiyor. Çünkü insan; akıl sahibi ve kendi geleceğini bilerek yaşayan bir varlıktır.
Batı’da Aydınlanma ile başlayan seküler düşünce, Tanrı’yı insan ve toplum hayatından uzaklaştırdığından beri insanlığın kaderi, “batı düşüncesi”nin ortaya koyduğu felsefe ve ideolojilerin eline geçmişti. Tanrı’nın insanın kaderini zorladığı ve hürriyetini kısıtladığı gerçeğiyle yola çıkan seküler dünya, ahlaki ve sosyal dünyaya ait hiçbir değer ve sistem hazırlayamamanın çaresizliğini farkedemedi. Kendi aklına inandı ve bu aklın, yanılmayacağını düşünerek bir dünya kurdu. Bu dünya; sömürü, tüketim, şehvet ve kıyasıya rekabet gibi kavramlar ile şekillendi. Ama, bu kavramların hiçbiri; insana doğruları ve hakikatları vermiyor, sadece aklı, bedeni ve cinsi yönünü tatmin ediyor, daha doğrusu tüketiyordu. İnsanı, ruhen ve kültürel olarak besleyen kanallar tıkanmıştı.
Şimdilerde modern medeniyet denilen bir dönemde yaşıyoruz. İnsanlık; kendi kaderini hırsı, cinsi beklentileri, madde ve eşya düşkünlüğü, başkalarına hakim olma ve onları köleleştirme gibi hırsı ve ihtiras arzularıyla şekillendirdi. Herşeyin en iyisini kendisine ayırma ve diğer insanları ise kendi haline bırakma, hakimiyetini sürdürmek için insanları yerlerinden uzaklaştırma ve hatta yoketme gibi duygusuz ve canavarlaşmış bir karaktere büründü. Peki; yeryüzünü cehenneme çeviren, insanları asimile edip, yaşama haklarını elinden alan bu dünya düzeni; bunları yapan insanlara karşı kendini savunmayacak mıydı? Materyalist ve nihilistlerin “herşeyi tabiat meydana getirdi” cümlesinden hareket ederek, bu insanüstü veya insan dışı güç, kendi kurduğu sistemini muhafaza etmeyecek miydi?
Evren’de bir sistem olduğu hem Kur’anda ve hem de birçok hikmet ve ilim sahibi tarafından dile getirilmiştir. Peki, bu denge nasıl sağlanacaktır? Bitki ve hayvanlar aleminde güçlü ve güçsüzler, Allah’ın koyduğu kanunlar içinde yaşayıp, hayatlarını belli bir düzen içinde sürdürmektedir. Kendilerine akıl bahşedilen insanlık, kendi akılları ile, başkalarının hakkını elinden alıp, onlara yaşama hakkı vermez iken, insanın yaşama düzenini belirleyen irade, güçlü ve güçsüz’ü kendi haline mi bırakacaktır? Sosyal hayata yön veren düzenin; bu şekilde sağlıklı yürüyebilmesi mümkün mü? Böyle bir sistemi, hangi akıl sahibi insan kabul edebilir?
Kur’an’ı kerim, haddi aşan, başka insanlara tanrılık taslayan, zulüm yapan ve her şeyden önce insan’a kader biçen kral, hakim ve zenginleri Allah’ın dönem dönem farklı şekilde cezalandırdığını bildirmektedir. Zelzele, ses, tufan, yer yarılması ve hastalık gibi afetlerin, insanların “hadlerini aşmaları” sebebiyle gerçekleştiğini tarihi ve sosyolojik şekilde biliyoruz.
Covid 19, bundan önce de ortaya çıkmış çeşitli ekonomik, siyasi, tabii afetler ve hastalıklar gibi, yeniden insanların “akıllarını başlarına almaları” için gönderilmiş bir ikaz olamaz mı? Bu konuda, virüs’ün kitleler şeklinde öldürdüğü ülkelerdeki “Allah’a dönüş”e yönelik dua ve çığılıklar, böyle bir anlayışın kabulünü göstermiyor mu?
Bütün dünyayı saran ve süper devletleri bile korkuya sevkeden bu “virüs” ün neden dolayı ortaya çıktığını ve nasıl yayıldığını uzmanlar bile tam olarak açıklayamıyor. Ama, bir tehlike olduğunu ve dünya toplumlarını nasıl kuşatıp, sindirdiğini ve etkisinin çok büyük olduğunu söyleyebiliyorlar.
Covid 19’un, insanlığa bir ihtar, kendi anlayış ve sistemlerini yeniden gözden geçirmelerine yönelik bir fırsat olduğunu, hiç kimse anlamamazlıktan gelemez. Onbinleri aşan ölümler, insanları; kendi güçlerinin herşeye kafi gelmediğini ve kendilerinin üzerinde bir “güç”ten yardım beklediklerin çok açık bir biçimde göstermektedir. Bu tavrı, bir “özür dileme” olarak da kabul edebiliriz.
İnsanlar ve devletler, artık büyük hesaplar yapmayı bir kenara bırakıp; kendi akıbetlerinin ne olacağını düşünmeye başladılar. Toplumlar; çıldırırcasına eğlenmek, cinsi arzularında peşinden koşmak, büyük karlar elde etmek, büyüklükleriyle övünmek gibi insanı aşağılatan tutum ve davranışlarını yeniden değerlendirmekteler. Kimi, bunu hasta yatağında; kimi, evinin penceresinden bakarak, kimi; sık sık göremediği ailesi ile yüzyüze bakarak; kimi de, yaşama sıkıntıları ile karşı karşıya kalarak anlamaya çalışmakta. Fakat, bu değerlendirme; geçici bir korku olmaktan çok, “yeni bir idrak” haline gelmediği müddetçe, fayda sağlamayacaktır. Çünkü evrenin sahibi, bu sistemin “kendi rızası doğrultusunda” çalışmasını beklemektedir.
Ama, şunu bilelim ki, şu anda bütün dünya çaresiz ve “ilahi bir yardım” beklercesine, çoğu zaman aklına getirmediği “yaratıcısı” ile bağ kurmaya ve ondan yardım dileme psikoloji içine girmiştir. Ama, acizliğini ve çaresizliğini kabul edip, kendi aklı ile geleceğini ve huzurunu elde edemeyeceğinin farkında olmadan, bu yardım gelmeyecek gibi görünüyor..
Prof. Dr. Sami ŞENER
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi