Bir toplumun Hakka yönelmesi için başına daha ne gibi musibetlerin gelmesi gerekir? Nasıl bir hadise vukuu bulmalı ki, genelde bütün insanlık özelde ise Müslümanlar, Allah’a samimiyetle yönelebilmeli?
Büyüklerimizin “ahir zaman” olarak isimlendirdiği asrı hazır, insanlık tarihi boyunca, insanların başına gelmiş toplam musibetlerin tamamını bünyesinde barındıran mahiyete sahip. Olumsuz manada akla gelebilecek ne varsa, kim bilir belki de on binlerce yıllık tarihi olan insanlık aleminde yaşanan bütün musibetlerin toplamını yaşamaktayız.
Siyaseten musibetler içinde yüzüyoruz. Zira egemen siyasi paradigma ve bu siyaseti icra eden siyasetçilerin, din ile Allah ile Peygamber ile hiçbir münasebetleri yok. Yapıp ettikleri ne varsa Allah’ı ve O’nun dinini yok sayarak yapmaktalar. Allah’ın yok sayıldığı bir siyasi düzen, insanlığı başına gelebilecek en büyük musibetlerin başında gelmektedir. Hele ki birde siyaset sahnesinde rol alanların kendilerini Müslüman olarak vasıflandırması, musibetin vahametini gözler önüne sermesi bakımından kayda değerdir. Allah’ı yok sayan bir iktidar ve bu iktidara rıza, bütün musibetlerin kapısını ardına kadar açmaktadır.
İktisaden musibetler içinde yüzmekteyiz. Faize dayalı kapitalist ekonomik düzen, nefisleri ayartmaya dönük adaletsiz üretim faaliyetleri ve ahlaktan bağımsız tüketim kültürü, ortaya kendi kendini köleleştiren bir tüketim toplumu çıkardı. Hazza ve hıza dayalı yaşam tasavvuru, insanları israfa bağımlı hale getirdi. Yoksulluk başı çekerken, gelir düzeyindeki sınıflar arasındaki makas kapanamayacak derecede açıldı. Fakat buna rağmen insanlar yaşadıkları iktisadi musibetlerden ders çıkarıp, Allah’a yönelmeyi akıllarına getirmiyor.
Bir grup mutlu azgın azınlık lüks ve refah içinde yaşarken, memleketin ahalisi fakru zaruret içinde sıkıntı çekmekte. Fakat kim ne kadar sıkıntı çekerse çeksin, yaşanan musibetlerin sebeplerini düşünmek gibi bir ihtiyacı hissetmiyorlar. Bir yandan temel ihtiyaç maddelerine yağmur gibi yağan zamlar hız kesmeden devam etmekte iken, diğer yandan israf, lüks yaşantı, mutlu azınlığın sefahat hayatı, siyasetçilerin israfa varan harcamaları, memleket güllük gülistanlık gibi sürüp gitmekte.
Hukuken musibetler içinde yüzmekteyiz. Hukuk referansını laik seküler dünya görüşünden ve insan aklından almakta. Allah’ın, Peygamberin ve Kitabın hukuk üzerinde hiçbir etkisi bulunmamaktadır. Bulunmadığı gibi, en küçük bir atıf dahi yapılmamaktadır. En basit davalar mahkemelerde yıllarca sürmektedir. Allah’ız bir hukukun musibet olarak algılanmadığı bir toplum, musibetlerin en büyüğüyle karşı karşıya değil midir?
İçtimai – toplumsal alanda musibetler içinde yüzmekteyiz. Müslüman memleket fertten topluma gavurlaşma, Allah’tan uzaklaşma, dinden kopma yolunda hızla ilerlemekte. Ve siyasi irade Avrupalı olma, Avrupa ile gelecek kurma hayaliyle bu ilerlemeyi teşvik etmektedir. Allah’ı unutan bir topluma, Allah’ta kendisini unutturacaktır. Allah’ı unutan ve dolayısıyla Allah’ın da kendisini unutturduğu bir toplum musibetlerin en büyüğüyle karşı karşıya değil midir?
Nuh Kavminin, Ad Kavminin, Semud Kavminin, Lut Kavminin, Salih Kavminin, Musa Kavminin ve diğer kavimlerin helakine sebep olan bütün günahlar, yaşadığımız dünyada aleni ve pervasızca işlenmiyor mu? Ahlaksızlık, edepsizlik, sahtekârlık, hak yiyicilik, müsriflik, alkol, kumar, fuhuş, aldatma, hilekârlık, sadakatsizlik vs. ne varsa, bugün fertten topluma bir yaşam tarzı haline gelmedi mi? Bütün bu sayılanlar bizzat siyasi irade tarafından körüklenmiyor mu? Her kesin şikâyetçi olduğu ama bir türlü kimsenin aklına çözümün Allah’ın dinine yönelmekle mümkün olacağı fikri gelmiyor. İnsanlık, yaşayabileceği nihai zulmü, sanki gönül rızasıyla kabul etmiş ve memnunmuş gibi davranıyor. Fakat şikâyetler, yakınmalar, intiharlar, geçim darlığı, boşanmalar, ayyuka çıkıyor. Lakin yaşanan bunca musibete rağmen, Hakka yönelmek insanların aklına gelmiyor.
Peki, insanlığı başına daha nasıl musibetler gelmeli ki, yüzünü Hanif olarak Hakka dönebilmeli? Düşünmek gerekmiyor mu?