Batı ülkelerinde darbe girişimleri olmasına karşın daha yaygın görülen, Batının dünyanın geri kalanı üzerindeki müdahaleleridir.
Batınınkilere Soğuk Savaş dönemindeki Sovyet müdahalelerini de ekleyebiliriz. 40’lı yıllarda işgal altındaki bütün devletlerde, 1956 Macaristan, 1968 Çekoslovakya, 1980 Polonya, Moskova’nın Komünist parti rejimlerinin bağımsızlık göstermesine müdahil olduğu darbelerdi. Bunlardan önce devletleri ele geçirmek üzere her demir perde ülkesinde yapılan Stalin operasyonlarını da sayabiliriz.
Afrika ve Güney Asya’da hemen her ülkede, en son Zimbabve’de askeri müdahaleyle ulusalcı Mugabe’nin uzaklaştırılması gibi darbe ve siyasi katliamlar istisna olmaktan ziyade kaidedir.
Ancak darbeler dendiğinde akla gelen Orta Doğu ve Latin Amerika olur.
Dünyanın merkezindeki Müslüman ülkelerde darbeler Osmanlı döneminden bu yana İngiltere’nin uzmanlık alanıydı. Öyle ki Arap dili ve edebiyatı uzmanı olmak, İngiliz dış istihbaratına girmek ve en üst düzeylere yükselmek için adeta bir koşul haline gelmişti.
İkinci Dünya Savaşında dış istihbarat örgütü OSS ve onun devamı CIA teşkilatlarını kuran ABD’nin ilk darbe denemesi de İngiltere’nin bisiklete binmeyi öğretir gibi yandan Amerika’ya destek verdiği İran Musaddık darbesiydi. Amerika, barış zamanında bu ahlaksız teşkilatın dağıtılması gerektiğini savunan parlamenterlerine, dünya petrolü için Orta Doğu’da darbelerin ve CIA’in lüzumunu anlatıyordu.
Bunu Suriye’de, Irak’ta, Suudi Arabistan’da, Umman’da, Libya’da İngiliz-Amerikan müdahaleleri izledi. Umman’da İngiliz SAS komandolarının babasını öldürüp Sultan Kabus’u getirmesi, Suudi Arabistan’da İslam birliği yanlısı Kral Faysal’ın öldürülmesiyle yerine Batı ekseninde Kral Fahd’ın getirilmesi ve en son Veliaht Prens Muhammed bin Salman operasyonları, geleneksel İngiliz-ABD saray darbeleridir.
Mısır’daki seçim kazanmış yasal Müslüman Kardeşler ılımlı hükümetine karşı yapılan Sisi darbesinde, geleneksel İngiliz-ABD darbe planlamasına bölgesel İsrail, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri de açıktan mali ve istihbarat desteği vermişlerdir.
ABD’nin kendisine ait gördüğü Latin Amerika darbelerle ünlüdür. Bütün Latin Amerika ülkelerinde Washington destekli yüksek rütbeli subaylar, sol eğilimli ulusalcı yönetimlere askeri müdahaleler yapmışlardır. Bunların en kanlılarından biri olan Şili darbesine bir halk zemini olduğu algısı oluşturmak için burjuvazi mahallelerinde yapılan tencere-tavayla ses çıkarma eylemini düşünürsek bunun ilk kez Gezi Olaylarında icat edilmediğini, 40 yıllık bir CIA tekniği olduğunu görebiliriz.
Latin Amerika darbeleri de Türkiye’deki 28 Şubattarzına bürünerek, silah kullanmadan ya da sadece silah göstermek yoluyla küresel finans yapılarına aykırı hareket eden liderleri anayasal sınırlar ve yüksek mahkeme kararları yoluyla görevden almaya dönüşmüştür. Brezilya ve Arjantin’de son dönemdeki bağımsız siyaset gösteren siyasetçilere arka arkaya ihtilaller 28 Şubat yüksek yargısı tarzında yapılmaktadır. Buna ilaveten son dönemde aykırı liderlerin arka arkaya görev başında kanser hastalığına yakalanıp ayrılmaları da görülmektedir.
Kısaca ABD ve Batı Avrupa’daki az sayıda müdahaleye rağmen dünyanın geri kalanı yabancılar tarafından tasarlanan darbeler, müdahaleler, devrimler ve kanlı iç savaşlara sahne olmuştur ve hala olmaktadır.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi