Türk tarihinde askeri müdahaleler ve zor yolla yönetim değişiklikleri sık görülen durumlar olmuştur.
Türk darbeler tarihi kuşkusuz uzun bir tarih ve geniş bir coğrafyadadır. Özellikle de askerliğin Avrasya’daki atlı Türklerin toplumsal bir mesleği olduğu, saraylarda hükümdarların iktidarlarını sık sık profesyonel Türk özel kuvvetlere dayandırdığı, bu kuvvetlerin zaman zaman yönetimi ele geçirip kendi hanedanlarını başlattıkları düşünüldüğünde darbeler tarihi Türk tarihiyle eşzamanlıdır.
16. yüzyılın başında, Babüri Hindistan, Safevi İran ve Irak, Memlüki Mısır-Suriye, Osmanlı Anadolu ve Balkanları, Kırım Hanlığı kontrolünde Ukrayna, Eski Altınordu Volga havzası ve bütün Orta Asya, Türkçe konuşan askerî yönetimlere sahipti. Türk profesyonel askerleri birçok ülkede başta yönetime destek verdikleri gibi sonra bir darbeyle ülkeleri de ele geçirdikleri olmuştur.
Dolayısıyla Osmanlılarda müdahalelerin olması şaşırtıcı değildir. Osmanlı’nın Roma devletinin devamı, Roma devletinin de başından sona darbeler, devrimler, ayaklanmalar ve iç savaşlar serisi olduğu, Türklerin de askeri başkaldırı gelenekleri bilindiğinde, ilginç olan Osmanlı’daki darbelerin azlığıdır.
Osmanlı’da darbelerin görecel olarak azlığı, iç savaşların neredeyse yokluğu, devletin hukuki geleneklerinden ve örf adı altında özel durum yasalarından kaynaklanmaktadır. Devlet, iç savaş ve müdahalelerin olmaması amacıyla Osmanlı ailesini adeta kobay gibi kullanmıştır.
19. yüzyılda üç önemli darbe vardır. Bunlar 3. Selim’in halli ve sonunda 2. Mahmud’un başa geçtiği darbe ve karşı darbeler süreci, 2. Mahmud’un Yeniçeri düzenini ve Bektaşiliği kaldırdığı Vak’a-i Hayriye adlı ihtilal ve Sultan Abdülaziz’in hallinden başlayıp 2. Abdülhamid’in anayasayı askıya almasına kadar geçen süreçtir.
Bu üç kanlı ihtilal sürecinde çok sayıda padişah, yüzlerce siyasetçi ve yönetici, on binlerce insan katledildi, hapsedildi, sürüldü. Bunların sonucunda özellikle Balkanların sosyal dokusu çöktü ve Osmanlı toprak kayıpları bunları izledi.
Ancak aradan geçen 32 yıllık darbesiz sürenin ardından ardı ardına darbeler, tahtı bıraktırmalar, iç çatışmalar, baskınlar devam etti. Savaşların ve felaketlerin ardından, Meclis ikinci grubun tasfiyesi, Hilafetin tasfiyesi, Terakkiperverlerin ve İttihatçıların tasfiyesi, Cumhuriyet dönemindeki Osmanlı Jöntürk darbe geleneklerinin devamıdır.
Atatürk döneminde de en yakını İnönü’nün darbe yapabileceğinden şüphelenmesi ve onu azli yine bu bağlamdadır. Ancak bu dönemdeki müdahalelere, yönetim sabit kaldığından darbe olarak değil, yönetimin iktidarını perçinlemesi olarak bakılabilir.
İnönü döneminde Almanya yanlısı Turancılar hareketi ve Stalingrad ertesinde bunların tasfiyesi yine denenmiş ancak toplumsal düzeye ulaşmamış girişimlerdir.
Basının serbest olmadığı 1950 öncesi dönemlerde toplumun girişimlerden habersiz kalması, Atatürk, İnönü ve Çakmak’ın orduyu iyi tanıyan askerler olması ve ardından yeni partilerle demokrasiye geçilmesi halkta da siyasetçilerde de darbelerin artık sona erdiği yönünde yanlış bir beklentiyi oluşturmuştur.
1960 yılında kimse bir askeri darbe beklemiyordu.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi