1960 – 2016 arası ihtilal ve müdahaleleri anlamak için bunların temel dinamiklerinden olan ve adına Derin Devlet dediğimiz, Amerika’da da bu terimin sonradan Deep State adıyla benimsenmesiyle dünya siyasi literatürüne kazandırdığımız kavrama bakalım.
İkinci Dünya Savaşı’nın esas galibi Stalin’in Kars ve Ardahan’ı istemesinin ve ülkede Sovyet yanlısı faaliyetlerin artmasının ardından Ankara’da acilen Batı kampına girme zorunluluğu belirmişti. Bunun için ABD liderliğinde yeni kurulan NATO örgütü ve bunun nükleer şemsiyesi altına girmek için çaba sarf edildi.
Fakat bu karşılıksız olmadı. Amerika’nın finansmanı ve İngiltere’nin deneyimiyle oluşturulan yeni bir yeraltı sistemine girmemiz de istendi. Kısaca istenen ülkenin dizginlerinin kısmen İngiliz-Amerikan istihbaratına teslim edilmesi gerekmekteydi.
Bunun nasıl olduğu sayısız kitap ve açık kaynakta anlatılmıştır. Özetle, Nazi askeri istihbaratının Doğu cephesi lideri Reinhard Gehlen İngiliz dış istihbaratına ve onun yeni bir kopyası olarak oluşturulan Amerikan OSS/CIA teşkilatına çalışmaya başlamış, yeni Alman istihbaratı BND’yi kurmuş, bunun yanısıra nüvesi eski Nazi ajanları ve sempatizanlarından bir işgale karşı gerilla teşkilatları ağı oluşturmuştur.
Ülke liderlerine anlatılırken zahiren, eğer bir Sovyet işgali olursa direniş için gizli paramiliter güçlerin eğitilmesi, işgalcilere karşı kullanılmak üzere ormanlara silahların gömülmesi, sabotaj hücreleri kurulması gibi Sovyet işgaline karşı ülke bağımsızlığını koruyan masum nedenlerden oluşmaktaydı. Oysa 1980’lerde ortaya dökülenlerin sonunda bunun Sovyet işgallerine direnişin çok ötesinde doğrudan ülkelerde İngiliz-Amerikan hakimiyeti sağlayan bir yeraltı devleti kurmak olduğu ortaya çıktı.
Kontrgerilla yeraltı devletinin, sadece Genelkurmay Özel Harp dairesindeki askerleri değil, bankaları, siyasi partileri, gazeteleri, fabrikaları, dini cemaatleri, mafya teşkilatları, sivil toplum kuruluşları, akademisyenleri de bulunmaktaydı. Bunlar istedikleri anda ülkeleri kararsızlaştırabilecek, hatta eksen kayma ihtimalinde rahatlıkla darbe yapabilecek kadar güçlü olacak ve sadece İngiliz-Amerikan denetimine hesap verecekti. Bu yeraltı devletlerinin en büyük etkisinin olduğu nokta, ülkelerin istihbarat teşkilatları olacaktı. Aslında istihbarat teşkilatları bunun bir parçasıydı.
NATO ülkelerinde demokrasi mecburiyeti, ülke halklarının mutluluğundan değil, derin devleti kendi ellerinde olan ülkelerde rakip bir güç odağı oluşmasını önlemek içindi. Dikbaşlı bir otokrat pekâlâ derin devletine savaş açabilir ve kazanabilirdi. İdeal rejim, adı demokrasi olan, bıçak sırtında duran, sürekli değişen koalisyonlardan oluşan bir ülkeydi. Nitekim İtalya, kontrgerillanın en yaygın örgütlendiği ülke oldu.
Türkiye bunları kabullendi. Bunun sonucunda NATO’ya alındı. Ülkeye Jüpiter nükleer füzeleri yerleştirildi. Paramiliter askeri güçler eğitime başladı. Silahlar gömüldü. Fabrikatörler finanse edildi. Matbaa makinaları gönderildi. Muhafazakâr dernekler kuruldu. Sol derneklere sızıldı. Antikomünist konuşmacılar desteklendi. Partilere proje gençler ekildi. Çocuk çağından itibaren propagandalar tasarlandı. Bunlar bütün Batı ve Güney Avrupa ülkelerinde gerçekleşti.
Soğuk Savaşın sonra erip bir Sovyet işgali tehlikesi kalkınca ülkelere bu yeraltı devletlerinin devamını izah etmek zor olmaya başladı. Bu nedenle Özel Harp Dairesi ve Kontrgerilla yerine yeni bahanelerle bunların devamı ve dönüşümü tasarlandı. İslami Terör bahanesiyle Bush’a söylettirilen “ya bizimlesin ya da bize karşısın” sözü ardından istihbarat teşkilatları doğrudan İngiltere-Amerika’ya bağlandı.
Avrupa çapındaki bu derin devlet yapılanmasını hesaba katmadan 1960 sonrası müdahaleleri ve günümüzdeki çoklu tehdidi anlamak mümkün olmaz.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi