Prof. Dr. Ali Seyyar
Bazı atasözlerimiz, toplumsal gelişmenin sosyal-refah ilkelerini kısa fakat o kadar anlamlı bir boyutta anlatıyor ki şaşırırsınız. Bunlardan bir tanesi “Darlıkta Dirlik Olmaz” sözüdür. Yani refahı, huzuru, sağlığı kısacası asgari hayat standardını simgeleyen dirlik için kişi, aile ve toplum olarak darda olmamalıyız. Darlık, sosyo-ekonomik anlamda maddî imkânsızlık ve geçim zorluklarından kaynaklanan her çeşit sıkıntıdır. Düşmüş olduğu darlıktan bir türlü kurtulamayan ve dolayısıyla sürekli olarak darlık içinde olan çaresiz insanların sayısı bir toplumda arttıkça ve buna gerek toplumsal, gerekse kamusal sosyal yardım mekanizmalarla çare bulunmazsa o toplumda dirliğin, birliğin, beraberliğin ve huzurun sağlanması hayli zordur.
O halde içtimaî dirlik ve millî birlik için herkese asgari düzeyde bile olsa geçimini kolayca sağlayabilecek refahın sunulması, özellikle kendini Müslüman olarak tanımlayan toplumlar için olmazsa olmaz bir kaide olmalıdır. Çünkü darlık, akla gelebilecek en büyük sosyal ve manevî risktir. İşsizlik ve yoksullukla mücadele, bunun için bir sosyal hukuk devleti için en büyük ekonomik cihattır. Devletin başında kim olursa olsun hükümetler, bu ekonomik cihada yeterince yatırım yapmamaları halinde vebal altında kaldır ve sosyal adaletsizliğin müsebbibi olarak hesaba çekilir. Darlığın ve sefaletin derecesine göre bazen halk ayaklanmalarıyla, bazen de seçim sandığından çıkan oylarla zamanında gerekli sosyo-ekonomik tedbirleri almamış olan beceriksiz hükümetler iktidarlarından olur.
Bir taraftan zengin bir zümrenin daha da zengin olmasına, diğer taraftan da artan sayıda insanları açlığa ve çaresizliğe mahkûm etmek kadar büyük bir kötülük olamaz. Başta idareciler olmak üzere kötülüğe sebep olanlar, bunu destekleyenler ve olan bitene susup seyirci kalanlar derece derece dünyada da ahirette de sorumludur. Böyle bir sonuçtan hepimiz korkmalıyız ve her birimiz elimizden geldiği kadar darlıktan, yoksulluktan ve açlıktan kurtulmanın yollarını aramalıyız. Peki, hangi yollar, bizi darlıktan kurtarır ve dirliğimizi temin eder?
Darda Olanlara Kamusal Destek ve Sosyal Dayanışma Aracı Olarak Zekât
Varlıklı insanlar, durum ve statülerine göre darda olan insanlara karşı farklı derecelerde sorumludur. Ama birçok zengin, bu sosyal duyarlılığını manevî bir körlüğün içine düşerek, unutmaktadır. İşte azdıran ve sosyal mesuliyeti körelten böyle bir zenginlik, sahibi için uhrevî yönden bir risktir. İslâmî bir idare, her bir riskle mücadele etmelidir ve bu bağlamda zenginler ile darda olanlar arasında bir sosyal köprünün tesisi için kalıcı sistemler oluşturmalıdır.
Dirliği tahrip eden tehlikeyi ortadan kaldırabilmek için, zenginlerin malından ve gelirinden belirli bir oranın yoksullara transfer edilmesi gerekmektedir. Sefaletin ortadan kaldırılabilmesi ve genel olarak sosyal güvenliğin tesisi için zenginlere toplumsal barışın tesisine yönelik önemli görevler verilmelidir.
Zenginin malından muhtaç kişilere bir hak olarak tanınan bu pay, İslâm terminolojisinde zekât olarak tanımlanmaktadır. Asgarî bir hayat seviyesinin altına düşenlere, refah seviyesi yüksek olan zenginler tarafından verilen zekât, ilke olarak sosyal yardım anlamında nakdî veya aynî bir destektir. Zekât vermek, dinî bir vecibenin gereğidir. İslâm devleti aracılığı ile zenginden fakire doğru gerçekleşen bu sosyal transfer, sosyal adaleti de temin etmektedir. Dolayısıyla, zekât, ülke bazında sosyal güvenliği, diyalogu ve barışı temin eden bir dayanışma ve yardımlaşma sistemidir.
İslâm, âdil olmak şartıyla toplumsal refahı ön planda tutmaktadır. Yani fakirliği ortadan kaldırmayı amaçlayan ve her vatandaşa refah fırsatı tanıyan âdil bir nizam oluşturmak istemektedir. İslâm’ın sosyo-ekonomik modelinde bireysel zenginlik aslında tasvip ve teşvik edilmektedir. Ancak zengine maddî güç nispetinde zorunluluk ve gönüllülük esasları çerçevesinde sosyal sorumluluk görevi de verilmektedir. Nitekim Peygamberimiz (sav), “Servet bir Müslüman için ne güzel arkadaştır. Yeter ki, o servetinden fakire, yetime ve yolcuya vermiş olsun” diyerek, sosyal sorumluluk şuuruna sahip olan zenginleri açıkça övmektedir.
Bu sosyal sorumluluk şuurunu sadakalarla gönüllü olarak yerine getirmeyen zenginlerden zorunlu olarak zekât almak ve bunları muhtaçlara dağıtmak, özellikle darlık riskine karşı tedbir almak açısından bir sosyal devlet için, şarttır. Devlet bu görevi yerine getirmekle yükümlüdür. Yoksa hak sahibi olan yoksulları zulmetmiş olur. Evet, “DARLIKTA DİRLİK OLMAZ” ama “REFAHTA DİRLİK OLUR”. Refahı sağlayan en etkili vasıta ise bir sosyal vergi türü olan zekâttır. O halde özetle şunu söyleyebiliriz: “ZEKÂT, REFAHIN VE DİRLİĞİN TEMİNATIDIR.” Başka Bir İfadeyle “NEREDE ZEKÂT, ORADA BİRLİK VE DİRLİK.”