İnsanoğlunun belki de en değerli iki özelliği inanç ve düşünce sahibi olmasıdır. İnançlar, düşünme fonksiyonumuzun denetlemesi sonucunda kesinleşen akli ve kalbi kabullerdir. Fakat, sadece düşüncenin çabası ile ortaya çıkmazlar. Özellikle, ilahi dinlerin kabulünde böyle bir sistem işler. Çünkü inanç bir değerdir ve insan, değerlerine uygun hayatı yaşayan bir arlıktır. Yani, inanmadığına yönelmemesi gereken bir varlıktır. Değerler ise, insana yol gösteren ilahi ve ahlaki buyruklardır. Değer, insanüstü bir kaynaktan gelir ve insanın onayı ile hayata yön verir. Bu durumda, inanç ve düşüncenin kaçınılmaz etkileşimini görebiliyoruz.
İnanç ve düşüncenin ayrılmazlığı:
İnancın düşünceye dayanması, inancın gerçekler dışında hareket etmesini önler. Bu yüzdendir ki Kur’an’da “aklı olmayanın dini yoktur” hikmetli buyruğu vardır. Bu buyruk, sadece akılsızların dini yükümlülük taşımayacağını söylememekte; aynı zamanda dinin karar sisteminin, emirlere motomot uymayarak, onların hikmetini ( sebep ve niçinini) araştırmanın önemini vurgulamaktadır.
İnanç ve düşüncenin birlikteliği, sağlıklı insan davranışlarını ortaya koymaktadır Bu yüzden son ilahi din, sadece kur’an ve sünnet ile inananları mükellef kılmamış, ilim adamlarının birlikte ve tek başına günlük siyasi, iktisadi ve idari konularda, bu iki temel kaynağın ışığında hükümler çıkarmasını; ilim ve istişare müessesinin gerekliliğine işaret etmiştir.
İnsanların inançları, ilahi dinlerde kul ve Allah arasında gerçekleşir. Fakat bu inancın, insanlara dönük yönü ise ahlak sistemi olarak karşımıza çıkar. Aslında inanç ve davranışın birbiriyle bağlantısı, ahlak ile kendini ortaya koymaktadır. Yine kur’anda “ahlakı olmayanın, dini yoktur” hükmü ile karşılaşıyoruz. Gerçekten de ahlakı iyi olmayan kişi ve grupların, inanç ve düşüncelerinden emin olabilmemiz çok zordur.
Sosyal hayatta, inanç ve düşünceye zıt tutumlar
Günümüzde, inançlarla hareket ettiğini söyleyenlerin çokluğu dikkatimizi çekmektedir. Çünkü toplumumuzda, eskiden beri inançlı olana karşı bir güven ve saygı vardır. Fakat, tarihimizde belli bir dönemden itibaren inancı, çeşitli ihtiras ve menfaatlerine alet eden ikiyüzlü insanlar olmuştur. Üstelik, bu tutum; inançlı olduğunu söyleyen insanlarca ortaya konmuştur. Bu insanlar içinde, en tehlikeliler de ticaret, siyaset ve idare rolünde olan kimselerdir.
Çünkü, inanç konusunda ikiyüzlülük gösterenler, şahsi bir usulsüzlük ve suç işlerken; diğerleri ise, bir kamu suçu işlemektedirler. Yani, bir toplumun işleyişini, yanlış ve tahribedici bir amaç doğrultusunda kullanmaktadırlar. Dolayısıyla, bu kişilerin vebali, diğerlerinden çok daha büyüktür.
İşin bir de sosyal yönü vardır. İnsnçlı olduklarını toplumda dile getiren bu kişiler, diğer insanları “ inanç ile kandırmakta” dırlar. Böylece inananç sistemine en büyük darbeyi vurmaktadırlar. Bu durum ise, henüz inançların şuuruna ermemiş gençleri ve başka din ve ahlak sahiplerini de o inanç ve ahlak sistemine karşı güvensiz hale getirmektedir. Çünkü inanç, sosyal sisteme ahlaki kurallar ile yansımadığında, ortaya nifak (aldatma) eylemi çıkmaktadır. Bu tavır ise, İslam dininin, dine karşı çıkanlardan daha kötü bir davranış olduğunu belirttiği ve insanları sakındırdığı bir tutumdur. Bu tür yanlış eylem ve tutumları; kendi ticaret, siyasetleri için kullanan bir kitlenin tutumlarıyla ciddi bir “inanç yozlaşması” ile karşı karşıya kalmaktayız.
Kurban bayramına girdiğimiz bu günlerde, kurbiyyet kelimesi; Allaha yakınlığı ifade etmekte ve Allah adına, doğru yol ve işler için bir fedakarlık tutumuyla, yanlış ve sahte tutumlardan arınma imkanını bahşetmektedir. Allah’a yakınlık, onun istediği yolda ve onun sahiplenilmesini istediği kaynak ve örnekler doğrultusunda gerçekleşmek durumunda. Aksi halde, yanılanlanlardan ve giderek kaybedenlerden olma ihtimali bulunmaktadır.
Prof. Dr. Sami Şener