Bir temel soru ile başlayalım: Değerler kurumsallaşma özelliği taşır mı?
Değer ve kurum iki ayrı olgu olarak düşünülmelidir. Değer, insanı aşan bir boyutu içerir. Kurum ise insan tarafından değer üzerinden üretilen bir olguya tekabül eder. Değer kendi başına bir anlam taşısa da kendi değersel işlevini yerine getirme konusunda zaaflar taşır. Kurumlar da kendi başlarına bir işleve sahip değiller. Ancak kendilerini hangi değerler skalası üzerinden tanımlamalarına bağlı olarak işleve sahip olurlar.
Her değer kurumsal bir yapıya ruh katabilir. O kurumun daha doğru ve sahici bir işleve sahip olmasına vesile olur. Ama kurumsallaşmanın kendisi değer ile birebir değerin ontik yapısı açısından bir anlam ifade eder mi sorusuna cevap olumsuz olur. Çünkü değer kendi içinde bir bütünlük oluşturur, dışarıya yönelik bir isteğe veya desteğe ihtiyaç hissetmez. İhtiyaç ise insan ve değer ilişkisinde, değerin uygulamada doğru, ahlaki ve estetik zeminde işleve sahip kılınması açısından kurum, insan için bir ihtiyaçtır, tarihsel sürekliliği sürdürebilmek ve değeri kalıcı hale getirmek için de yeter şarttır. Değer gerek şarttır. Kurum bu anlamı içinde yeter şarttır.
Demek ki değer ve kurumsal yapı aslında insan ile ilişkili ve insanı sarmalayan ikili olgudur. İnsanı geriye çektiğimizde değer ve kurumun da bir karşılığı kalmamaktadır. Bu çerçeve içinde değer insan için vazgeçilmez bir özellik taşır. Hayatının anlamını bulmak ve onu hayatında anlamlı bir konuma kavuşturmak için insan değer ile hemhal, hemdert ve hem kemale doğrul bir yolculuğa çıkmalıdır. Değerin insan hayatında bir karşılığının oluşabilmesi için gerekli olan şey değerin bilgisi ile birlikte o değer ile gerçekleştirdiği tecrübe üzerinden ona olan güveni/imanı ve bu güven üzerinden kurulan ilişkide değer ile kendisinin bütünleşik ikiz hale dönüşmesidir.
Kurumsal yapı, kendi otantik zemini içinde anlam kazanan bir olgudur. İçi boş bir çerçeve olarak doluluktur. İçi değer ile doldurulur. Hangi değerler skalası ile doldurulursa ona göre biçim alabilecek kıvamda varlığı inşa edilmiştir. Hem değer, hem kurumlar birbirine ihtiyaç hissederler, bir şartla; insan söz konusu olduğunda, hem de bağımsızlıklarını korurlar. Bu bağımsız yapıları, onları öyle ‘hadi teslim alalım’ beklentisini dışlar. Ama değer kendi başına bir varlık olarak orada öyle durmaktadır. İnsana göz kırpmakta ve kendisini beklemektedir. İnsan olmasa da varlığı orada duruyor. Ama insan, değer üzerinden kendi insanlığını keşfeder, kurumlar üzerinden bu keşfettiği insanlığını tarihsel sürekliliğe sahip kılarak geleceği belirleme imtiyazı kazanır.
Değer, kendi başına varlığını idame ederken kendi anlamını da içinde tutmaktadır. Kurum ise, bir başka el tarafından keşfedilmesi gereklidir. Bu keşif aynı zamanda onu yeniden kurmaya da neden olmaktadır. Bu yüzden değer aşkın iken kurum içkin bir düzenlemeye sahiptir. Değer ile kurum arasındaki bağıntıyı doğru kurmak için bu ikili yapının ontik farklılığını anlamak ve bu farka göre onlarla ilişkiye geçmeyi başarma zorunluluğunu anlamak şarttır.
Peygamberler, değer ile ilişki kurmada gösterdikleri doğru ilişki biçimini diğer insanlara da göstermişler ve öğretmişlerdir. Bunun temsiliyetini sağlayarak kurumsallaşmasını sağlamış ve tarihsel sürekliliği içinde geleceğe bir miras olarak bırakmışlar… Tabi ki daha sonraki kuşaklar, kendi beklentileri veya kendilerinde üretilmiş beklentiler üzerinden bu tarihsel mirasa yeterince sahip çıkamamış, ya da kendi anlık çıkarları bağlamında o tarihsel mirası yeniden tanımlamaya çalışarak onu kendi otantik yapısının dışında konumlandırarak çürümelerine neden olmuşlardır. Aslında insanlık tarihi ve Kuran’ın bize aktardığı öykülerde bu durum gözler önüne serilmektedir. Doğru bir örneğin bir sonraki nesilde nasıl bir yanlış örneğe dönüştüğü izah edilmektedir. Aslında her insan kendi öznel tarihinde bile bu tip örneklere şahitlik edebilmektedir. Bugün ise baba ve oğul arasında bile tarihsel bir süreklilik korunamamaktadır. Bu çerçeve içinde değer mi kurumsallaşma mı sorusu artık abes kaçmamaktadır. Değerin yeniden keşfedilmesi ve inşa edilmesi insana düşen en büyük sorumluluk olarak önünde durmaktadır. Kurumsal yapıların içi boşaltılarak varlığını sürdürdükleri bu tarihsel kesitte ise yeniden inşa edilmeyi beklemektedir.
Ama öncelenmesi gereken şey; değerin neliği, kimliği, özelliği, işlevselliği ve karakter inşasındaki anlamını yeniden keşfetmektir. Anlamak, idrake taşımak ve bunun sonucu oluşan şuur üzerinden değeri yeniden ele almak ve kurumsal yapıya dönüşmeden önce de bir değer olarak öznel yapıda ve kişide tam olarak tecessüm edecek bir vasatın kurulmasına imkân tanımak şarttır.
Her kurumsallaşma tarihte de görülebildiği gibi; bir kutsamayı içermektedir. Kurumun kendi iktidarını güçlü kılmak gibi bir arayışı olgu düzeyinde olmasa da bu kurumsal yapıyı kuran insanın böyle bir isteği bulunmaktadır. Kurumun da insana yüklediği bir misyon olarak bu durumu değerlendirmekte yarar var. Devlet, krallık, padişahlık gibi iktidar aygıtlarının insan ile özdeşleşen yapıları yanında insanı da aşan bir yapıya bürünmeleri fazla zaman almamaktadır. Demokrasinin bir mite dönüşmesi için bir insan ömrü yeterli olmaktadır. Benzer bir durum tarihsel iktidar aygıtlarında da görülmektedir.
Değer ve kurumu, insani iktidar alanının belirginleşmesine yönelik bir arayışın veya bir gerçekliğin işareti olarak yorumlamak mümkündür. Hem değer, hem kurum kendi içsel yapısı gereği bir iktidarı taşır. İnsan sahip olduğu değer ve kurum üzerinden bu iktidarını negatif veya pozitif kurarak geleceğin belirlenmesindeki sorumluluğunu üstlenir.
İşte düğüm burada başlamakta ve çözülmesi ile bağlanması arasındaki derin çatlığı da burada açığa çıkmaktadır. İnsan, kendisini tarihsel ve yaratılış amacına mahsusen gerçekleştirebileceği bir aşkın değere sahip kılarsa ve bunu yine aynı amacı gerçekleştirmeye yönelik olarak kurumsallaştırabilirse bir süreliğine bu güzelliğe diğer insanlarda tanık olurlar. Ama hepsi o kadar… Bir süreliğine bu güzellik yaşayabilir. Peygamber tarihi ve değer taşıyan diğer iktidar zeminleri de bu sürenin neliği konusunda bize bir bilgi sunmaktadır.
Abdulaziz Tantik