ONURLARI ÇİĞNEYİP MALLARI SÖMÜRENLER CEHENNEMLİK SUÇLULARDIR
Bismillahirrahmanirrahim
Bu sohbetimizde farklı bir yöntem uygulayacak, konumuzu Hümeze Sûresi’nin aydınlığında sunmaya çalışacağız.
Müessir kılmasını Yüce Mevlâ’mızdan niyaz ediyorum.
Mekke Günümüzün İstanbul’u, Londra’sıydı
Kur’ân Mekke-i Mükerreme’de inmeye başladı.
Yeryüzünün merkezi olan Mekke-i Mükerreme prototip bir şehirdir.
O içerdiği özellikleri ile günümüzün İstanbul’u, Paris’i, Londrası’dır.
Evet, Mekke-i Mükerreme’nin özelliklerini sunduğumuzda günümüzün dünya ölçeğindeki şehirlerinin içerdiği özellikleri taşıdığını görebiliriz.
Bir Mukayese
Sevgili kardeşlerim, Mekke-i Mükerreme’de insanlar göklerin ve yerin yaratıcısı olarak Allah’a inanıyorlardı.
Ama onlar Peygamberlik kurumuna inanmıyordu. Onlar ahiret hayatına iman etmiyordu.
Bir diğer anlatımla Rabbimizin huzurunda sorgulanılacağı hakikatine inanmıyorlardı.
Yaratma yaşatma, rızıklandırma ve yasa koyma gibi Allah’a ait vasıfları tapındıkları putlara yamıyorlardı. 20. asrın merkezi şehirlerinde yaşayan insanlar gibi…
Mekke kendi içinde çatışmalıydı. Çevresi ile yarı savaş halindeydi. Tıpkı yeryüzündeki ülkeler ve bu ülkelerdeki ana şehirler gibi.
Mekke’de egemenler bir avuçtu. Onlar zayıfları siyasi ve ekonomik olarak sömürüyorlardı. Yaşadığımız dünyada olduğu gibi…
Güçlüler zayıfları alt sınıflar olarak görmekteydi ve her vesile ile alt sınıf olarak görülen insanların onurlarıyla oynuyorlardı.
Faizcilik Mekke toplumunda dünyamızın bugünkü şehirlerinde olduğu gibi yaygındı, faizciler ekonomiye hâkimdi.
İnanç turizmi vardı, Kâbe’yi sömürüyorlardı.
İçki, kumar, zina sektörü de bir hayli gelişmişti. Tıpkı dünyamızın bugünkü şehirlerinde olduğu gibi… Mekke, prototipti.
Hümeze Sûresi Bir Devrim Âteşi Gibi İndi
İlk inen sûrelerden biri de Hümeze Sûresi idi. Hümeze Sûresi bir devrim ateşi gibi indi.
İslâm’ın manifestosu olarak indi ve değer yargılarını kökten değiştirmeye başladı.
Önce bu sûrenin kısaca anlamını sunalım.
Hümeze Sûresi’nin Kısaca Tefsirî Anlamı
“Jestleri, mimikleri, sözleri, davranışlarıyla insanların yüzüne karşı ve arkalarından onları ayıplayan ve aşağılayanların vay haline.
Onlar insanları aşağılamakla yetinmeyip onların aleyhine olacak şekilde kazanan ve kazandıkları malların kendilerini ebedileştireceklerini sanırlar. Hayır, hakikat onların sandığı gibi değil. Onlar, Hutame’ye atılacaklardır.
Ey Peygamber sana yitip bitiren, kırıp geçiren o Hutame’nin ne olduğunu kim anlatabilir? O, insanların kalplerine girebilecek olan Allah’ın tutuşturulmuş ateşidir. İşte bu ateş insanları aşağılayan ve sömürerek kazandıkları malların kendilerini ebedileştireceklerini sananların üzerine kapatılacaktır. Kapatılan kapılar da Cehennemî sütunlarla payandalanacaktır.”
Aziz kardeşlerim görüyorsunuz. İslâm öncesi Cahiliyet döneminin yargıları zamanımızda da cari ve hâkim.
İnsanları sömürerek kazanan ve onların üzerinde egemenlik kuranlar, sömürmekte de devam ediyorlar.
Aslında aşağılık olarak görülmesi gereken bu sömürücü tipler dünyamızın bütün toplumlarında yüceleştirilebiliyorlar. Üstün görülenler de onlar oluyor.
Kur’ân, ilk sûreleri ile bir devrim yaparak bu gibi cahiliyet anlayışlarını ve bu tür değer yargılarını alt üst etmeye başlamıştı. Bu işlevini dönemimizde de sürdürüyor.
Hümeze sûresi şöylece başlıyor:
“Jestleri, mimikleri, sözleri, davranışlarıyla insanların yüzüne karşı ve arkalarından onları ayıplayan ve aşağılayanların vay haline.” (Hümeze 104/1)
Veyl Sözcüğü
Sevgili kardeşlerim bu sûre “vay haline” anlamındaki “veyl” sözcüğü ile başlıyor. Uğrayacakları azaptan ötürü Vay haline o kişilere ki onlar İslâm’ın haram kıldığı insanları aşağılama ahlaksızlığını yapabilenlerdir.
Vay haline denilerek yerilenler Hümeze ve Lümeze olan kişilerdir. Ahlakî düzeysizlikleri farklı gibi görülüyorsa da bunlar birbirine yakın tipler olup jestleri, mimikleri, sözleri ve davranışları ile insanları yüzlerine karşı ve arkalarından yeren ahlâksızlardır.
Güzel kardeşlerim, değinilen Veyl sözcüğü Kur’ân-ı Kerim’de 20’yi aşkın sûrede kullanılan bir ifade biçimidir.
Mesela Mürselat Sûresi’nde defalarca; “Vay o İslâm’ın inanılması gereken hakikatlerine iman etmeyenlerin haline…” buyrulur.
Fussılet sûresinde (41/6,7) ise, “Allah’a ortak koşanların vay haline. Onlar Ahiret Hayatı’na iman etmeyip kazandıklarından toplumun acizlerine, dullarına, yetimlerine zekât görevlerini yerine getirmeyen kişilerdir.” buyrulmaktadır.
Veyl sözcüğü hepinizin bildiği Maûn Suresinde de, namazını önemsemeyenler ve namaz kılarken insanlara gösteriş yapanlar ve sosyal yardımlaşmaya yönelmeyen ve üstelik engellemeye çalışan tipler için kullanılır.
Özetlersek bu Veyl sözcüğü ebedi hayatları karanlık olup azaba uğrayacak sosyal adalet karşıtı tipler için kullanılmaktadır.
İnsanların onurları ile oynamak, onların mallarını, helâl – haram gözetmeden sömürmek de Cehennemî bir suçtur ve azim bir günahtır.
Hümeze sûresi şöylece devam ediyor:
“İnsanlarının onurları ile oynayanların her biri sömürerek edindikleri malı sayar durur ve malının kendisini ebedî kılacağını zanneder.” (Hümeze 104/2,3)
Âyetin yerdiği tipler kazanırken helâl mi haram mı ayırımını yapmayan, insanların aleyhine olur mu olmaz mı, düşünmeyen tiplerdir.
Günümüzde olduğu gibi, sahip olduğu zenginlik yedi göbek geleceğine yetebilecekken hâlâ ihtirasla saldıran ve toplumun genelinin çıkarlarını önemsemeyip çiğneyen insanları günümüzde de görüyorsunuz.
Yaşadığımız yeryüzünde 26 kadar büyük dünya zengini 3,8 milyar insanın sahip olduğu servete sahip. Böyle zalim düzen olabilir mi? İşte borca dayalı para sistemi ve faiz siyaseti ile bütün dünyayı sömürenler böylesi aşağılık tiplerdir. Gözleri doymuyor. Zannediyorlar ki kazanımları kendilerini ebedileştirecek, oysaki insan ömrü belirli.
Bugüne kadar bu gibi sûreler ve âyetler açıklanırken çok önemli bir eksiklik yapıyor idik. Ben size şimdi ilave bir açıklama yapmasam siz her para kazanan ya da bir ölçüde biriktiren insanları mahkûm edebilirsiniz.
Rabbimiz tarafından denemeye uğratıldığı için insanın doğasına mal sevgisi konulmuştur. Yeryüzünde denemeye uğratıldığımız alanların başında mal ve de çocuklarımız gelmektedir. Eğer malları İslâm’ın koyduğu ölçülere göre kazanırsak, mallar ebedileştirmez ama ebedi hayatımızın mutluluğunu sağlayabilir. Mallarla ilgili İslâmî ölçüleri şöylece özetleyebiliriz:
Mallarla İlgili Ölçülerimiz
İslâm’a göre malların maliki Allah’tır. Biz ancak onun koyduğu ölçülere göre kazanabiliriz.
Her insan kendi nefsi için, çocukları için ve yaşadığı toplumun acizleri, dulları, yetimleri için kazanmaya mecburdur. Kazandım, bana yetiyor, diyemezsiniz. Toplum için de kazanacaksınız. Ama nefsiniz ve toplumunuz için kazanırken toplum üyelerinin aleyhine kazanmayacaksınız. Yani faiz, rüşvet, hırsızlık, içki, fuhuş işletmeciliği, emeği ve işi sömürü, kamu malları ve imkânlarını tekele akıtma gibi haramlara başvurulmayacak.
Sık sık söylüyoruz, Müslümanın bir fabrikası varsa onu büyütsün veya bir tane daha kursun. Çünkü 10 kişi çalıştırabilirken 100 kişi çalıştırsın. 20 adama zekât vereceğimize 200 adama nafakasını sağlayabileceği iş imkânları hazırlamalıyız. Allah’ın rızası daha çok böyle kazanılır. Çünkü zekât vermenin amacı insanların zaruri ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri şartları oluşturmaktır. Eğer bu şartlar kişinin çalışması yolu ile oluşturuluyorsa yardıma ihtiyacı olmaz.
Demek ki öyle cahil insanların, inkârcı tiplerin ve de zayıf imanlıların zannettiği gibi mal bizi ebedileştirmez, mutlu da etmez. Malları İslamî ölçülerimize bağlı kalarak kazanırsak ve bölüşebilirsek mallar bizi ebedileştirmez ama ebedi mutluluğumuzu sağlayabilir. Aslında biz zaten ebediyiz, ister Cehennemlik olalım ister Cennetlik olalım. Mallar Cennete de Cehenneme de yol olabilir.
Bir devrim ateşi gibi nazil olan Hümeze Sûresi şöylece devam ediyor:
“Hayır, hakikat onların sandığı gibi değil. Onlar, Hutame’ye atılacaklardır. Ey Peygamber sana yitip bitiren, kırıp geçiren o Hutame’nin ne olduğunu kim anlatabilir?
Allah’ın en güzel kıvamda yarattığı insanları hiç kimsenin aşağılama ve onların mallarını sömürme hakkı yoktur. Onları maddeten ve manen köleleştirip ikinci, üçüncü sınıf kılmaya hiç mi hiç hakkı yoktur. Yalnızca Allah’ın sorgulayabileceği insanları aşağılamaya, sömürmeye ve manen köleleştirmeye kalkanlar aşağılıktır. Bu aşağılık onların ebedi hayatını da kuşatacak ve onlar Hutame’ye atılacaktır.
Hutama Nedir?
“Hutama, insanların kalplerine nüfûz edebilecek olan Allah’ın tutuşturulmuş ateşidir. İşte bu ateş insanları aşağılayan ve sömürerek kazandıkları malların kendilerini ebedileştireceklerini sananların üzerine kapatılacaktır. Hutame’nin kapıları da Cehennemî sütunlarla payandalanacaktır.”
Hutame sözcük anlamıyla etleri lime lime edip yiyen, kemikleri kırıp geçiren manasına geliyorsa da bu Cehennem tabakasının tanımını Mevlamız yapıyor. Nedir o?
“Hutame insanların kalplerine nüfûz edebilecek olan Allah’ın tutuşturulmuş ateşidir.”
Sevgili kardeşlerim Hutame’nin ateşinin kalplere kadar nüfûz edebilecek olmasına vurgu yapılmasının sebebi, insanları aşağılık gören ve mallarını sömüren zihniyet kalplerde oluştuğu içindir.
Fanilik Dünyamıza Özgüdür
Güzel kardeşlerim, bu arada şu gerçeğin altını bir daha çizelim: Geçicilik/ fanilik dünyamıza özgüdür. Zaten ölüm ruhumuzun bedenden ayrılması olgusudur.
Farkında değiliz ama biz her gece ölüyor ve her sabah diriliyoruz. Nefsimiz/ruhumuz, her gece bedenden ayrılıyor.
Her gece ruhumuz bedenimizden geçici olarak ayrılıyor, ölümde ise dönmemek üzere kalıcı olarak ayrılacaktır.
Dolayısıyla Cennet’te ölüm yok, Cehennem’de ölüm yok.
Cennet’te mutluluk ebedî olduğu gibi Cehennem’de de azap sonsuzdur.
Fâtır Sûresi’inin 36. âyetinde şöyle buyrulur:
“Allah’ı, Onun koyduğu yasalarını, ahiret hayatının sorgulamasını, Cennet ve Cehennem’i inkâr ederek bu hakikatlerin üzerini örtenlere Cehennem azabı vardır. Haklarında fânilik hükmü verilmez ki ölsünler, azapları da hafifletilmez. İşte inkârcı nankörleri böyle cezalandırırız.”
Kâfirlerin Azabı Niçin Ebedîdir
Sevgili kardeşlerim, Cehennemliklerin azabı -Allah’ın dilerse sonlandırabileceği ana kadar- niçin ebedidir biliyor musunuz?
Yaradan’a ve onun yüceliğine ve yasalarına inanmayanlar yaratılan varlıklar sayısınca yani katrilyonlarca suç işliyorlar.
Çünkü katrilyonlarca varlığın her biri Yaradan’ın varlığı ve yaratıcılığına delildir.
Yaradan ve yasaları yokmuş gibi yaşamanın bedeli, Onun takdir edeceği bir zaman süreci içindeki azaba uğramak olacaktır.
Ahiret azabı içinde unutulmak ise cezaların da en büyüğü olacaktır.
Hümeze Sûresi’ndeb Çıkaracağımız Dersler
Sevgili kardeşlerim almamız gereken dersleri şöylece özetleyebiliriz:
Hepinize hayırlar, huzurlar, güzellikler niyaz ediyorum benim aziz kardeşlerim…