Toplumlar, kimlik ve varlık felsefeleriyle tanınır ve değer bulur. Bu durum, özellikle kişilerin dış görünüşleri veya maddi durumları veya bulundukları mevki açısından değil, insan ilişkileri, adaleti, merhameti ve anlayışı açısından ölçülür ve değerlendirilir.
Toplumların gerçek değeri nasıl belirlenir
Günümüz kriterlerine göre, toplumlar; ekonomik gelişmişlik, popülerlik ve fiziki-görsel yönüyle cazip ve özendirici niteliklere sahip oluşuna göre ölçülmekte ve değer bulmaktadır. Acaba bu kriterler, gerçekten bir toplumun mutluluğu ve huzuru için gerekli ve yeterli kriterler midir? Bu ölçüler; medya, sosyal medya ve bazı sosyal ve ekonomik gruplara göre geçerli kriterlerdir. Halbuki hayat, sadece eşya, maddi kazanç veya başkaları tarafından fiziki ve cinsi açıdan beğenilmekle anlam kazanmamakta ve insanları belirsizliğe yönlendirmektedir. Çünkü, bu tür özelliklere sahip bazı Avrupa ülkelerinin sosyal yapılarında ciddi problemler çıkmakta ve bu durum, hayatı huzursuz etmekte, insanların sosyal dünyalarını belirsiz hale getirmektedir.
Olayın gerçeği bu iken, çeşitli haber, reklam ve oyun ve eğlence programlarında verilen fotoğraf, insanların gerçek problem ve mutluluklarını sağlayacak faktörlerin, sosyal ve kültürel faktörler yerine, bu görsel, maddi ve zevk merkezli bir dünyanın, medya ve internet ile topluma ve özellikle gençlere empoze edilen yeni bir hayat felsefesidir.
Bugün küresel ölçekteki problemlere baktığımızda, iktisadi ve teknolojik gelişme içinde olan ülkelerin, karşı karşıya kaldığı temel problemleri şu şekilde sıralayabiliriz: Yoksulluk, uyuşturucu, taciz, yabancılaşma, hedonizm ve seks çılgınlığı.. Bu problemlerin hemen hepsi; sosyal, ahlaki ve kültürel kaynaklı konular olup, bunların giderilmesi ile ilgili çeşitli araştırmalar ve teşhisler yapılmasına rağmen, bunların tedavisi ve azaltılması konusunda çaresizlikler yaşanmaktadır.
Türkiye, ikiyüz yıldır batılılaşma ile kan kaybediyor:
Türkiye’de yenilik hareketleri, Batı’dan kaynaklı ve batı problemlerine çözüm getiren metot ve sistemler ile problemleri azaltmak yerine, daha da çoğaltmış ve toplumsal bütünlüğün kaybı ve ahlaki bozulma, daha yoğun bir sıkıntılar olarak karşımıza çıkmıştır.
Bugün, devlet kurumlarında, muhafazakar bir iktidarın varlığına rağmen, büyük ölçüde batılı sistem, anlayış ve yönetim modelleri hakim durumdadır. Basın, yayın ve kültür alanları; ciddi olarak batı kaynaklı bilgi, yaşama tarzı ve kültürel etki altındadır. Toplumun; ne ahlakı, ne dini ve ne de gelenekleri; sistemin ana belirleyici kuralları arasında yoktur. Aile, ahlak, kültür ve hatta eğitim, hala batı bilgi ve metotlarıyla, “batılı insan” yetiştirmeye çalışmaktadır.
Bütün bu batıya yönelik çabalar sonunda; bilgi, araştırma, sistem kurm alanlarında son derece az bir gelişme sağlamış durumdayız. Reklamlar; tamamen liberal ekonominin tüketim arzusunu kamçılayacak şekilde hazırlanıyor ve insanımızı yönlendiriyor. Toplumun iktisadi durumu dikkate alınmadan; sanki herkes maddi imkanlar bakımından iyi seviyede imiş gibi, lüks bir hayat’a özlem ve bu hayatın şartlarına uygun yaşama felsefesi yerleştiriliyor. Otel reklamları, sadece cinsel objeler üzerinde kendini ifade etmeye çalışıyor. Sıkıntılı, dertli, problemli insanların meselelerini gözardı eden hayali bir hayat anlayışı sunuluyor.
Ticari hayat, tamamen gösteriş, güzellik ve karşı cinsi tahrik eden bir çerçevede hareket ederek, “özenti ve beğenilme” kavramları üzerine kurulmuş durumda. İktisadi faaliyetler; ihtiyaçtan çok, insanın kendini iyi hissetmesi ve başkalarına karşı iyi görünmesi için kurgulanmış durumda.
Kültür, toplumun fikir ve ahlak kodlarını muhafaza etmeye değil; başka ülkelerin alışkanlık ve özelliklerini aktarıcı bir fonksiyon görüyor. Turizm, başka kültürlerin, yerli kültür ve ahlakı bastıran “kar getirici” bir sektör olarak gerçekleşiyor. Kendi kültürlerimiz, yabancıları çeken fakat onları, kimliğimizi tanıtmayan bir durumda. Bu halimizle, kültürel, iktisadi ve siyasi bir sömürge anlayışına doğru yöneliyoruz. Fikrimiz, edebiyatımız, müziğimiz, giyim tarzımız, iktisadi ve hukuki sistemimiz; bize ve değerlerimizle taban tabana zıt.
Bu halimizle, neyin kalkınması ve neyin gerçekleştirilmesine katkı sağlıyoruz, diye düşününce, bir kimlik kaybı ve yabancı dünyalarda kaybolan bir kültürün parçası olduğumuzu farkediyoruz. Bir şarkıcı, sporcu, artist ve sunucu’nun aldığı paranın onda veya yirmide birini; ne bir profesör, ne klasik sanatçı, ne de araştırmacı ve kültür adamı alabiliyor. Dolayısıyla, neye yatırım yaptığımızı ve bunun sonucunda nasıl bir topluma dönüştüğümüzü de tahmin etmek zor değil.. Bu konuların çözümü, siyasi iktidardarın omuzunda olmakla birlikte; sorumluk ve vebalin, büyük ölçüde toplumda olduğunu unutmayalım.
Prof. Dr. Sami Şener
Bir başka deyişle “içine ne konursa alan boş kaplar” a dönüştük. Evrensel ufka sahip iken at gözlüklü bir toplum olduk.