Demokrasi, ilk çağda siyasi hak ve yetkilerin düzensizliği ve haksızlığını gidermek için öne sürülen siyasi ve hukuki bir model. Bir diğer ifade ile, tez olmaktan çok bir antitez. Siyasi hakimiyet ve otoritenin belli ellerde toplanmasından çok, daha adil dağılımını sağlama düşüncesinden kaynaklanıyor.
İşin garibi, Yunan döneminde ortaya atılan bu sistem, uzun yıllar içinde unutulup, Fransız ihtilaline kadar gündemde olmuyor. Krallıklar ve zümre iktidarlarının haksızlığına karşı, yeniden çözüm yolu olarak düşünülüyor.
Demokraside asıl mesele, siyasi otoritenin kaynağından çok, onun uygulayıcı düşünce ve felsefesinden kaynaklanması olurken, buna pek dikkat edilmiyor.
Çünkü, bazı saltanat ve sınıf kaynaklı yönetimlerde de adaletin gerçekleştiğine ve halka iyi muamele edildiğine dair tarihte örnekler var. Buna rağmen, demokrasinin öne çıkarılmasının sebebi üzerinde durmak lazım.
Demokrasi, halkın yönetimi belirlemesi ve halk iradesinin hakim olması diye açıklanırken, halkın her zaman doğruyu ve gerçeği bulabileceğinden hareket edilmesi gerçeklere uygun düşmüyor.
Bu arada, tarih bize toplumların çoğu zaman çeşitli etkiler altında hakikaten uzaklaşıp, yanlış ve hatalı yollara saptığını da anlatıyor. O zaman, önemli olan halkın değil; “hakikatin elde edilmesi” olduğunu anlıyoruz. Ayrıca halk, çoğu zaman yönetimin fikri ve uygulamalı yönüne vakıf olamamakta, bu sisteme dahil olamamaktadır.
Demokrasi, ilk defa halkın yönetimde söz sahibi olması gerektiğini söyleyen bir rejim olarak ifade edilmesine rağmen, Yunan döneminden 80-100 yıl önce Arabistan’daki Medine İslam Devleti’inin modeli, bu konuyu gündeme getirmiş. Bu sistem, çoğunluğu müslüman olan, fakat Hristiyan, Yahudi ve putlara tapan milletleri içine alan bir halk yönetimi idi. Üstelik, Yunan ve diğer demokratik toplumlarda uygulandığı gibi tek bir ırk ve dinin baskın olmadığı, çoğunluğu temsil eden “istişari/ortak görüş” sisteminin uygulandığı bir modeldi.
Günümüz siyaset bilimcilerinin de vurguladığı gibi, demokrasi çoğunluğun hakim olduğu ve azınlığa söz hakkı vermeyen bir uygulamaya müsait bir yapıdadır. Bu özelliğine rağmen, ısrarlı savunulması enteresan.
Bu konu, Avrupa demokrasilerinde, azınlığa söz ve yetki verme noktasına ulaşma noktasına gelirken; Doğu ve Asya lider ve demokrasileri ile, sosyalist ve komünist ülkelerde, ideolojleri meşrulaştırıcı bir rol oynamaktadır.
Bu yüzden, demokrasilerde asıl belirleyici faktör; onun teorik özelliğinden çok; uygulamasında, iyi niyet ve ahlaki değerlerle uygulamaya konulup, konulmamasından kaynaklanıyor.
Uzun yıllar, batı’nın demokrasiyi sürekli dillendirip, en anti-demokratik uygulamaları kendi dışındaki toplumlara uygulaması, demokrasiyi bir “hile olarak” kullanmasıyla ortaya çıkıyor. Bu yüzden, demokrasi’nin sihirli bir kelime haline getirilmesinin önüne geçilmesi gerekiyor.
Bunun yolu da, ahlak ve adalet kavramlarını, demokrasinin yerine kullanmaktır. Ve demokrasiyi, tarihi bir kavram olarak siyasi kültür tarihini içinde muhafaza etmektir. Böylece, kavramlara kutsallık vermekten kurtulunmuş ve halkın yönetimde etkili olabilme yolu da açılmış olacaktır. Ayrıca, İslamın istişare kavramının, çok daha adaletli ve gerçekçi uygulamalarıyla demokrasiyi mukayese etmeyi unutmamak gerekiyor.
Prof. Dr. Sami Şener
MİRATHABER.COM – YOUTUBE-
YAZARIN DİĞER YAZILARINA BURADAN ULAŞABİLİRİSİNİZ
Elinize, yüreğinize sağlık.