Halkın yönetimde karar sahibi olması, çok eski dönemlerden beri insan toplumlarının önemli meselelerinden biridir. Çünkü idare, halkı yönetmek için kurulan bir sistemdir ve halktan kaynağını almayan, bir sistem; idari siyaseti dayanaksız bırakmış demektir.
Siyaset Teorilerinde Halk:
Batı düşüncesinde siyasi katılım, monarşik sistemlerde kral veya asillerin yönetimdeki sorumsuz ve keyfi hareketlerine karşı ortaya çıkan bir çözüm şeklidir. İslam toplumlarında ise siyaset; dini ve ahlaki değerlerin istikametinde, yetkili ve dirayetli insanlar tarafından yönetilen bir sistem içerisinde ortaya çıkar. Fakat, halk; hukuk kurallarına uymayan idareciye itaat etmemek ve onu görevinden almak gibi önemli bir yetkiye sahiptir. Bugün demokrasi, siyasi sistemde yetkiyi halka tanırken; ne idareciye ve ne de halka hukuk ve ahlak değerlerini ölçü almak gibi bir mükellefiyet vermemiştir. Verdiği yetki, bir güce oy ile tepki göstermekten başka bir şey değildir. Ayrıca, demokrasi, monarşik ve teokratik sistemlere bir alternatif olarak çıktığından, siyasi olayın sosyal ve kültürel yönüne ait temel müeyyideler de koyamamıştır.
Seçim, hiçbir zaman problemlerin çözümü için bir güvence olmamıştır. Seçim, halkın tercihlerini ortaya koyarken; başarısızlık, suiistimal veya hukuksuzluk gibi problemler, ancak “bir dahaki seçime” bırakılarak halledilebilme imkanına sahiptir. Halbuki demokrasi, halka yönetimi denetleme gibi bir imkan verdiğini söylerken; çeşitli haksızlık, yolsuzluk ve dirayetsizliklerin önüne geçebilecek müeyyideler takımı ortaya koyması gerekirdi. Aslında, demokrasi; liberal bir sistemde, “her isteyenin istediği her şeyi yapabileceği” “serbest bir ortam”ı sadece iktisadi hayatta değil, siyasi hayatta da hazırlamaktan başka bir imkan sunmamaktadır. Halbuki, her sistem; belli kurallar içerisinde hareket etmek durumundadır. Böyle bir sistemde halk; çeşitli siyasi, iktisadi ve uluslararası problemleri takip ve organize edebilme imkanından mahrum olduğu için, yönetim üzerinde denetleyici bir güç elde edememektedir.
Demokrasi ve Milli Devlet hakimiyeti:
Batı siyasi teorisyenlerinden Bodin, Milli Devlet’e öyle bir yetki vermiştir ki, çağdaşı Hobbes’un onu “Canavar” olarak tarif etmesine yol açmıştır. Bu devlet, bürokrasi ve orduya dayanarak, tüm kutsal değerleri dikkate almadığı gibi, kendini bir Tanrı gibi hesap verilmeyen bir güce ulaştırmış ve halk üzerinde büyük bir yetki sahibi olmuştur.
Türkiye’de de Cumhuriyet ile birlikte kurulan Milli Devlet doktrini, bu anlayışı takip ederek bürokrasi ve ordu’ya dayanıp, halkın sadece gerçekleşen olayları seyredip, onaylaması gibi “demokratik” anlayışa ters bir sistemi ortaya koymuştur.
Çeşitli araştırmalar, kitle üzerinde uygulanan bazı sosyal ve psikolojik tekniklerin, kitlenin görüşlerine tamamen değiştirebileceğini belirtmektedir. Dolayısıyla, demokratik toplumlarda çeşitli iktisadi, sosyal ve siyasi grupların, kitleler üzerinde etki kurarak, onların istemedikleri tercihlere yönelterek, halkın kendi iradesi ile seçim yapmasına engel olunabilmektedir.
Bazan da karizmatik siyasi liderlerin, kitleleri bir anda büyüleyerek, onları istedikleri yöne doğru yöneltebileceği ve toplumun istemediği tercihlere farkında olmadan sürüklediği de görülmüştür. Almanya’da Hitler, İtalya’da Mussolini gibi Irkçı; Lenin, Che Quevera gibi Marksist liderler gibi. Her ikisi de, Aşırı milliyetçi idealler ile toplumları bir “hayal eşliğinde” felakete sürüklemişlerdi. Aynı durum, demokratik sistemlerde de farklı dinamiklerin kitleleri etkilemede kullanıldığı bilinmektedir.
Burada üzerinde durulması gereken konu; kitlelerin sağlıklı karar verebileceği bilgi ve meseleler üzerinde hareket edebilmelerinin sağlanarak, saptırılmasının önlenmesidir. Özellikle, medya ve sosyal medyanın devreye girmesiyle birlikte, kitlelerin arzu ettikleri yönde değil de; ya tehlike olarak gördükleri veya kaybetmekten korktukları hakları üzerinde sağlıklı karar veremeyerek kendilerine gösterilen istikamette “gerçek dışı” hareket etmelerinin engellenmesidir.
Halbuki toplumlarda önemli meselelere; tecrübeli uzmanlar, ilim adamları ve dini ve ahlaki bilge insanların tavsiyeleri ile karar verilmesi gerekir. Fakat günümüz demokratik kültür; her şeyi siyasi lider ve grupların insiyatifine bırakmış ve nitelikli grup ve kişileri karar verme mevkiinden, “her olayı siyasi görerek” uzaklaştırmıştır.
Özellikle, demokrasilerde üzerinde durulmayan en önemli konu; halkın çoğunluğunun, halkın diğer kesimine herhangi bir söz hakkı vermeyen bir sisteme onay vermesidir. Halbuki, yönetme iradesi denince; sadece seçimde fazla oyu alanların değil, düşük oy tarafında bulunanların da iradesi, yönetime yansımalıdır. Bu, nasıl bir demokratik anlayıştır ki, siyasi iradeyi sadece çoğunluk tarafı kullanıp, o siyasi iradeye onay vermeyen kesimleri mahkum edercesine bir iktidar anlayışına imkan vermektedir. Bu konu, yıllardır ilim ve fikir adamları tarafından bir haksızlık olarak dile getirilmesine rağmen, bir türlü uygulamaya geçmemektedir. Hak ve hakikate inananlar, nasıl oluyor da, böyle bir haksızlığa göz yumabiliyorlar?..
Prof. Dr. Sami Şener