Yüce Allah, bizleri Zâtı’na ibadet etmemiz için yaratmıştır. Bu görevimizi yapabilmemiz için bizi akıl ve irade ile donatmış, hayatımızı çevreleyen yasalar koymuştur.
Yüce Allah bizleri Zâtı’na ibadet etmemiz için yaratmıştır. Bu görevimizi yapabilmemiz için bizi akıl ve irade ile donatmış, hayatımızı çevreleyen yasalar koymuştur. Kur’ân’la pekiştirilen ve geliştirilen bu temel yasalar değiştirilemez niteliklidir.
Değiştirilemez ilâhî ölçülerin bir bölümünü Amentü dizisi ile özetleyebildiğimiz inanç esaslarıyla, Hz. İbrahim ve sonrası tüm şerîatlerde yer alan namaz, oruç, zekât, hac gibi özel ibâdet görevleri oluşturur. Diğer bir bölümünü de, asrımız insanlığının geliştirme ve evrenselleştirme mücadelesini verdiği temel haklar ve özgürlüklerle onları koruyucu öldürme, zina ve faiz gibi ilâhî yasaklar oluşturmaktadır. Değiştirilemezlere adâlet, liyakatlileri vazifelendirme, şûra ve de katılımcılık olarak niteleyebileceğimiz dini ve aklî güzelliklere çağrı görevini de ekleyebiliriz.
İslâm, ibadet görevimizin Allah’ın belirlediği değiştirilemez nitelikli iman ve yaşam kuralları çizgisinde gerçekleştirilmesini öngörmektedir. Şanlı Peygamberimiz’e ve O’nun şahsında biz müminlere Kur’ânımız’da şöyle buyurmaktadır:
“(Geçmiş peygamberlerden) Sonra seni de yönetici kurallarla görevlendirdik. Artık bu yolu izle ve hakikati bilmeyenlerin boş arzu ve emellerine uyma.”(Casiye 45/18)
Değinildiği üzere Yüce Dinimiz, iman esasları gibi hayatımıza yön verecek temel yasaları da değiştirilemez kılmıştır. Onları değiştirme hakkı, fertlere ve zümrelere verilmediği gibi, yaşadıkları coğrafyada çoğunluğu oluşturan topluluklara da verilmemiştir. (1) Ancak bu hak çoğunluğa, çoğunluk oldukları için değil zanna dayandıkları için verilmemiştir. Çünkü soyut akıl ve duyu organları değiştirilemez kılınan alanlarda bilgi değil, ancak zan üretebilmektedir.
Örneğin, meleklerin varlığını inkâr edecek, vicdan ve din özgürlüğünü kısıtlayacak, adâleti dışlayacak, zümre egemenliğini onaylayacak, uyuşturucu maddeleri-homoseksüelliği meşrulaştıracak, ırkçılığı doğrulayacak… yaklaşımların bilgiye değil, zanna müstenid olması kaçınılmazdır. Zan ise gerçeği yansıtmaz, hakkın yerini alamaz. (2)
Bu sebepledir ki, Rabbimiz, indirdiği vahiy ölçüleriyle çelişen çoğunluğun izlenilmesini şöylece yasaklamıştır:
“Eğer yeryüzünde yaşamakta olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Çünkü onlar (gerçeğe değil) ancak zanlarına tabi olurlar. Ve de yalnızca tahmin yürütürler.” (3)
eygamberlerin tebliğlerine ve ilme değil de zanna uyan çoğunluk Kur’ânımız’da olumsuzluklarıyla anılmaktadır. Peygamberlerin tebliğ ettiği imân ve yaşam ölçüleriyle çatışan çoğunluğun akıllarını kullanamadıkları, büyüklük duygusuna kapıldıkları, gerçekleri bilemedikleri, zanna uydukları, yaratıklara tanrısal nitelikler yakıştırdıkları, inanmadıkları, azdıkları, kötü işlere bulaştıkları, Allah’a şükretmedikleri, hayatlarını israf ettikleri ve daha nice olumsuzlukların failleri oldukları açıklanmaktadır. (4)
Allah, evren ve hayat gibi konularda, insanın yaratılış nedeni, yaşam ölçüleri, ilişkileri, görevleri ve ölüm ötesi hayatı gibi mevzularda yalnızca akıllarını izleyenler, inançlarını, felsefelerini, yaşam prensiplerini ve kanunlarını zanlarına dayamışlar, güçlülerinin arzularına göre şekillendirmişlerdir.
Tabiat kanunlarını öğrenme ve uygulamada birleşen insanların inançları, yaşam kuralları ve yasalarını belirlemede farklılık göstermelerinin sebebi budur. Bir diğer ifadeyle, tabiat kanunlarını tespitte bilime, sosyal yasaların vaz’ında zanna tabi olmalarıdır. Yasalarını sürekli değiştirmelerinin nedeni de budur. Temel yasaların tespitinde Peygamberlerin tebliğ ettiği ilâhî vahiy bilgilerinden yararlanmaksızın akıl ve duyu organlarıyla yetinmenin bu çıkmazı mazide olduğu gibi halde ve gelecekte de devam edip gidecektir.
İslâm, çoğunluğa Allah’ın belirlediklerini değiştirme hakkını vermediği gibi, akıl ürünü olan bilimin verileriyle oynama hakkını da tanımamıştır. Zira vahyin çizdiği alan dışında söz, aklın ve bilimindir. (5)
İslâm’ın bir kısmı akıl üstü, bir bölümü de insan hayatının sabit gereksinimleri olan değişmezlerini, değiştirilemez kılması zannedildiği gibi onun eksikliği değildir, bilakis onun mucizevi özelliğidir.
Maddede, gelişen insanlık ve onun seküler doğrultusu da İslâm’ı izlemektedir. Zira teori ve pratikte insanlığın ortak kabulünü oluşturan anayasal demokrasilerde, çoğunluğun yetkileri de sınırlandırılmaktadır. “Demokratik çoğunluğun temel hakları ve hukuk devleti güvencelerini ortadan kaldıramayacağı” görüşü, mütekâmil insanlığın da İslâm gibi değiştirilemez esaslar belirlediğini göstermektedir. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Paris Şartı ve Kopenhag Kriterleri de bunun kanıtıdır.
Bir daha belirtelim ki; İslâm’ın çoğunluğa vermediği değiştirme hakkı, inanç esasları, ana ibadetler, temel haklar ve özgürlükler ve onlarla ilgili bir kısmı cezai yaptırımları içeren yasaklardır. Adâlet, yardımlaşma ve çevreyi ilâhî bir emanet olarak değerlendirme gibi ahlâkî ilkelerdir.
Sayılı olan değiştirilemezler dışında kalan sınırsız alan akıla, bilime ve de çoğunluğun görüşlerine açılmıştır. Başta yöneticilerini seçme olmak üzere, çekirdeğinde değiştirilemezlerin yer aldığı projeler oluşturup tercih etme ve temsilcileri aracılığıyla yasalar koyma çoğunluğun hakları arasındadır. Zira Peygamberimiz, müminleri “yeryüzünde Allah’ın şahitleri”olarak vasıflandırmış, onların güzel gördüklerinin Allah katında güzel bulunacağını duyurmuş, Uhud harbinde örneklendiği gibi, çoğunluğun görüşlerini uygulamıştır. (6)
Mevcutların ittifakı olan icma ile ekseriyetin gelenekleştirdiği örf de İslâm Hukuku’nun kaynakları arasında yer almıştır.
Görevimiz Allah’a ibâdettir. Değiştirilemezleriyle İslâm ibâdet programımızdır İslâm. Onu izlemeli, ona saygılı çoğunluğu da ölçü almalıyız. Zira İslâm penceresinden bakıldığında çoğunluk fertlere, zümrelere ve de azınlıklara tercih edilebilirdir.
Değiştirilemezlerini koruyabilen müminler için çoğunluğu esas alan demokratik ortamların oluşturulması da, modern mürtecilere karşı korunması da görevimizdir. Çünkü inançlarımızı yaşayabilmek ve onlara çağrıda bulunabilmek için gerekli olanları gerçekleştirmek de farzdır.
işin özünün zanna dayanan çoğunluk değil, ilâhî vahye ve ilme bağlı çoğunluk olduğunu vurgulayan bir âyetle bitiriyorum:
“Habîsin İslâm’ın, aklın ve bilimin yasakladığı inançların-yönelişlerin-yasaların-kazanımların) çokluğu hoşuna gitmiş olsa da (dinin ve bilimin yasakladığı bu tür) hab+ıs ile (zıddı olan) tayyip birbirleriyle ölçülemez. O halde ey derin kavrayış sahipleri, Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olunuz ki mutluluğa erebilesiniz.” (7)
1- Yunus 15, İsra 73, Hakka 43-45
2- Necm 28
3- Enam 116
4- Yunus 36, 92, Maide 6, 71, Enbiya 34, Yusuf 106, Ali İmran 110, Nahl 83, Hud 17
5- Nahl 43, Ebu Davud Akziye 11
6-Buhari Cenaiz B. Senain-Nas, Keşfül-Hafa (Ma reahu…), F. Bari 13/353.
7- Maide 100, Rağıp El-Müfredat Habis maddesi
Ali Rıza DEMİRCAN