islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,4764
EURO
36,4423
ALTIN
2.951,48
BIST
9.375,01
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
18°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
9°C
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
11°C

Depremleri Nasıl Okumalıyız?

Depremleri Nasıl Okumalıyız?
19 Ağustos 2019 12:37
A+
A-

Sakarya Üniversitesi, 17 Ağustos 1999 depreminin 10. Yılı münasebetiyle bir panel düzenlemişti. 13 Ağustos 2009 tarihinde gerçekleştirilen bu panelde panelistlerden biri de bendim. Orada yapmış olduğum konuşmamın bir özetini faydalı olacağı kanaatiyle siz muhterem okurlarımıza takdim ediyorum:

Sayın başkan, değerli panelistler, muhterem hanımefendi ve beğefendiler,

Bir bahçede türlü türlü çiçek bulunur. Her çiçekten kendi fonksiyonunu icra etmesi beklenir. “Sen niye benim rengimde değilsin, sen neden benim gibi kokmuyorsun, diye bir çiçek bir çiçeği kınamaz. Bu bahçede, bu kadar çiçeğin içinde bendeniz de farklı tonda, farklı renkte ve farklı kokuda bir çiçeğim. Bendenizi dinlerken farklı, renklı, tefekkürlü ve keyifli dakikalar geçireceğinize inanıyorum.

1999’un Ekim ayında yayınlanan “Depremin Hatırlattıkları ve Hasretin Söylettikleri” isimli kitabımda çok şeyler söyledim. Bilimsel ve dinsel analizler yaptım. Bu yazımda detaya girmeden o yorumlardan faydalı olacağını umduğum bir özet vermeye, yeni bazı düşüncelerimi, tesbit ve tekliflerimi arz etmeye çalışacağım:

Önce tesbitlerimiz:

1-17 Ağustos 1999’un Pazartesini Salıya bağlayan gecesinde bir deprem oldu. Saat, 03-02’de 7.4 şiddetinde meydana gelen, bu deprem, hepimizi tatlı uykumuzdan uyandırdı, bizi sevgili yataklarımızdan ve evlerimizden dışarı attı. Günlerce evlerimize, evlerimizdeki sıcak yataklarımıza giremez olduk. Sokaklarda yatıp kalkmaya ve mini minnacık bir kulübede yaşamaya razı olmuştuk. Çünkü o günler, evlerimiz birer mezar gibi görünüyordu. Hatta o gece birçok ev, sahibinin katili olmuştu.

Aslında bizi, 03-02’de, uyandıran depremin gayesi, tatlı uykumuzdan uyandırmak değildi; onun gayesi, bizi, çoook kalınlaşmış olan gaflet uykumuzdan uyandırmaktı. Bizi evlerimizden ve yataklarımızdan koparan, sokaklarda yatırıp kaldıran deprem, aslında bizi, bencillikten, heva ve hevesten, menfaatperestlikten, küfürden, küfrandan, israf ve ifsattan koparmak istiyordu. Sokaklarda ve insan yaşamaz barınaklarda yatırıp kaldırmakla da sokakta yatıp kalkanları, sahipsizleri, işsizleri, sıcak bir çorbaya ve sıcak bir yuvaya muhtaç olanları düşündürmek istemişti.

2-Deprem bir harekettir. Her hareket bir kuvvetten doğar. İçinde yaşadığımız şu evrende hiçbir hareket tesadüfen olmamakta ve başıboş değildir. Rüzgârın hareketini, bulutların hareketini ve yağmurun hareketini rastgele ve başıboş zannedebilir misiniz? Yağmur damlaları başıboş olsaydı bu kadar düzenli bir şekilde yere iner miydi? Trafikte hareket halinde olan arabaları bir an bile olsa sahipsiz ve kaptansız düşünemediğimiz gibi; evrendeki hareketi ve hareketleri sahipsiz ve kaptansız düşünemeyiz. Aksi halde her şey felç ve her şey anarşiye teslim olur. Şu halde evrende var olan her hareketin arkasında bir kuvvet, bir kast, bir şuur, bir irade  ve bir fail vardır. O fail, fail-i muhtar olan (istediğini yapan) Allah’dır.

Kitab-ı Kerimimiz olan Kur’an, ağacın başından düşen bir yaprağın dahi Allah’ın izniyle düştüğünü haber vermektedir.[1][1] Allah’ın izni, iradesi olmadan bir yaprak dahi düşemediğine göre, deprem gibi büyük bir hareketin onun izni, haberi ve iradesi olmadan gerçekleşmesi mümkün olabilir mi?

3-İçinde yaşadığımız kürenin İki türlü hareketi vardır:

a-Saniyede 30 km hızla gittiği halde hızıyla ve gürültüsüyle kimseyi rahatsız etmeyen normal ve intizamlı hareketi.

b-Sesi ve gürültüsüyle ödleri koparan, yürekleri hoplatan anormal ve intizamsız görünen depremdeki hareketi.

İntizamsız ve düzensiz görünen ikinci hareketin en büyük hikmeti birinci hareketteki intizamı, düzeni, nimeti, rahmeti ve hikmeti anlamayanlara anlatmak, görmeyenlere göstermek ve Allah’ın evrendeki muhteşem ve kusursuz düzenine dikkat çekmektir. Yani Yüce Allah intizamsız görünen depremle, kâinattaki mükemmel düzenine dikkat çekmiştir. Hastalığı vermekle sağlığın önemine, geceyi yaratmakla gündüzün önemine, karanlığı yaratmakla ışığın önemine dikkat çekmesi gibi.

4-Her nedense milyarlarca insanın organlarının tam ve mükemmel yaratılmasındaki intizam ve ihtişam kimsenin dikkat ve takdirini çekmez de bir insanın tek elinde altı parmağının olması hayret ve dikkat uyandırır.

Depremle ilgili verdiğim seminerlerin birinde dinleyicilerden biri sordu:

-Pekiyi deprem Allah’ın işi ise, Allah neden bu tahribata ve bu zulme izin veriyor? Şöyle cevap verdim:

-Depremin zulüm olduğunu kim söyledi ve kim öğretti size? Yumurtanın kırılıp içinden civcivin çıkması veya yumurtanın kırılıp omlet olması, insanın midesine girip insana dönüşmesi yumurtaya haksızlık mı, yoksa rahmet midir? Depremde de bir kırılma var. Depremde çok canlar gitti, ama o canlardan nice canlar çıkacak biliyor musunuz? Toprağa düşen bir buğdayı, başağa ve yüz buğdaya dönüştüren Allah, depremde toprağa düşen masum ve mümin canları da ebedileştirecek, cennette ebedî bir mutluluğa kavuşturacaktır. Şeyh Sa’di Şirazi der ki: “Toprağın gül bitirmesine şaşmayın. Düşünün, oraya nice gül endamlılar girmiştir.” Toprağa düşen gülün tohumunu zayi etmeyen Allah, toprağa düşen gül gibi insanları zayi eder mi?

5-Öyleyse depremden korkmamak lazım, imansız, ibadetsiz, duasız yaşamaktan ve bu şekilde ölüme yakalanmaktan korkmak lazım.

6-Bilimsel makalelerin birinde bir cümle okumuştum. Cümle aynen şöyleydi: “Depremler olmasaydı, dünyada hiçbir canlı yaşayamazdı.” Depremin zulüm görünen bir yönü varsa, o insanlara aittir. Hâşâ! Allah zulümden münezzehtir. O merhametlilerin en merhametlisidir. Her kimde merhamet varsa, o merhameti de o kimseye veren O’dur.

Tekliflerimiz:

1-Depremin ne zaman, nerde, nasıl olacağını bilim henüz tesbit etmiş değildir.[2][2] Denemeler sahibi Montaigne’in güzel bir tesbiti var. Der ki: “Ölümün bizi nerde yakalayacağı belli değil. En iyisi biz onu her yerde bekleyelim.” Ben de deprem için aynı şeyi söylüyorum: Depremin bizi nerde, nasıl, ne zaman yakalayacağı belli değil. En iyisi biz ona her yerde hazır olalım ve biz ona sü-i istimallerimizle, israflarımızla, ifsatlarımızla, zulümlerimizle, müstehcen ve sapık ilişkilerle davetiye çıkarmayalım.

2-Biz depremden değil, depreme maddî ve ma’nevî hazırlıksız yakalanmaktan korkmalıyız. Hem sağlam iş yapmalıyız hem de ibadetsiz ve duasız yaşamamalıyız. Binalar inşa ederken hilekârlıktan, çürük iş yapmaktan, çürük malzeme kullanmaktan, çürük yere bina dikmekten ve gayr-i ahlakî bir hayat sürmekten uzak durmalıyız.

3-Yüce Yaratıcı, dürüst[3][3] ve çalışkan olmamızı,[4][4] sağlam iş yapmamızı, sağlam zemine sağlam binalar kurmamızı ve sağlam malzeme kullanmamızı,[5][5] bunları yaptıktan sonra kendisine tevekkül etmemizi istiyor.[6][6]

4-Depremin görevi, sadece terbiyeye yönelik değildir. Onun daha pek çok hikmetleri vardır. Allah’ın sonsuz kudret ve azametini hissettirmenin yanında yer kabuğundaki enerjiyi boşaltır, böylece dünyamızın, fezaya fırlayıp bütün bütün yok olmaktan kurtulmasına, madenlerin ve sıcak su kaynaklarının ortaya çıkmasına ve kaplıcaların keşfine sebep olur. Deprem sayesinde yanar dağların kontrolü sağlanır, daha büyük patlamaların önüne geçilmiş olur.

Bu izahlardan da anlaşılıyor ki bize hoş gelmeyen ve kötü görünen şeylerin içinde hayırlar ve hikmetler saklı olabilir. Onun için deprem gibi felaketlere maruz kalan ve canı yanan kimseler kadere küsmemelidirler. Arifler:

“Mevlam çekirdekde orman saklamış

Tahıl tanesinde harman saklamış,

Sabır eyle, dua eyle, şükr eyle

Yılanın zehrinde derman saklamış”

diyerek yılanın zehrinde dermanı, musibetin içinde rahmeti bulmuşlar.

Allah’ın asla yanlış yapmayacağı kanaatıyla da:

“Gelse celalinden cefa / Yahut cemalinden vefa

İkisi de cana safa / Kahrında hoş, lutfun da hoş” demişler, Allah’ın kahrını da, lütfunu da, hoş görmüşlerdir.

5-İnsanımızın maddi yardıma ihtiyacı olduğu kadar, bu imana, bu güzel bakışa, bu hoş anlayışa da ihtiyaçları vardır. Çünkü güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır.

Öyleyse insanımıza, iyi ve sağlam iş yapma bilinci kazandırmanın yanında bu imanı, bu teslimiyeti ve bu güveni de kazandırmamız lazım. Musibete düşmüşe maddî yardım ne kadar önemliyse, bu anlamda manevî yardım da o kadar, belki ondan da önemlidir.

Allah, milletimize bir daha böyle acılar yaşatmasın. Allah devletimize ve milletimize zeval vermesin. Deprem şehitlerine, ve tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet, yakınlarına sabr-ı cemil niyaz ediyoruz.

Dr. Vehbi KARAKAŞ


[7][1] En’am, 6 / 59

[8][2] Bilim ve Teknik Dergisi, Eylül 1999, s.7; Karakaş, Vehbi, Depremin Hatırlattıklar Hasretin Söylettikleri, s.28 Mega Basım, İstanbul-1999

[9][3] Bkz, Ahzab, 59 / 70

[10][4] Bkz. Necm, 53 / 39

[11][5] Bkz, Neml, 27 / 88

[12][6] Bkz. Al-I İmran, 3 / 159

Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi


Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.