islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,0973
EURO
38,0933
ALTIN
2.874,79
BIST
9.900,25
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Hafif Yağmurlu
23°C
İstanbul
23°C
Hafif Yağmurlu
Cumartesi Az Bulutlu
25°C
Pazar Hafif Yağmurlu
24°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
26°C
Salı Az Bulutlu
27°C

DEVLET ADAMI OLMAK!

DEVLET ADAMI OLMAK!
21 Eylül 2024 00:05
A+
A-

Ekonomi ve Politika genel olarak birlikte anılır. Ve politika bir şekilde devlet yönetimi ile ilgili bir kavram olduğu için devlet ve devlet adamı bir şekilde doğru bir bakış açısı olmasa da  kutsanır. Oysa modern ulus devlet Kutsal dışıdır. Devlet yöneticileri de.

Tarihten gelen Tanrı Kıral anlayışı bir şekilde günümüzde de etkisini sürdürmektedir. Kur’an bize, “Raina demeyin, Unzurna deyin” diye emreder. Bu gün günümüzde bir çok devlet,  kendini İlah ve Rab konumuna yükseltmiştir. Kitap, sadece devlet büyüklerini, ya da Allahtan başka hiç kimseyi o konuma yükseltmememizi  bize emreder ve “Din büyüklerinizi İlah ve Rab edinmeyin” diye uyarır.

“Sizden olan ulul emir’e iteat” şarta bağlıdır ve sınırları vardır. Mesela “Masiyet’te iteat yoktur”. Yetkisini halktan almayan, halka hesap vermeyen ve devletin varlık ve meşruiyet temelleri olan  ve kısaca “Maslahat” olarak adlandırılan, mal, can, namus, akıl ve inanç, nesil emniyetini sağlamakta gaflete düşen, Adaleti sağlamayan, barış ve hürriyeti temin edemeyen, topluma ağır vergiler yükleyen, istişare ve şura yapmayan, ehliyete ve liyakat’a dikkat etmeyen,  torpil ve rüşvetle malul bir yönetime iteat gerekmediği gibi, “zalim hükümdar karşısında hakkı söylemek cihad” kabul edilmiştir.  Siyaset velayet değil, vekalet müessesidir. Bunu anlatmak için “Mahkeme kadıya mülk değildir” denmiştir.

Modern Devlet “Yasama, yürütme ve yargı” diye bölünmüştür ve 3 özerk yapıdan oluşur. Özellikle kendisine servet ve silah emrine verilen iktidar sahiplerinin bu şekilde yetkilerini kötüyer kullanarak halkı baskı altına almasının önüne geçilmek istenmiştir.

Yasama, yürütme ve yargı aynı zamanda 3’ü birden  POLİTİK TOPLUM’u oluşturur.  İtalyan düşünür Gramschi POLİTİK TOPLUM’u dengelemek için NGO / Non Government Organisation (Türkçe ifadesi ile STK / Sivil Toplum Kuruluşlarının) özerk bir şekilde örgütlenmesini savunmuştur. Seçimler bu anlamda STK’ların yasamayı belirlemesi için bir imkan verecektir. Sivil Toplumun kendi fikrini açıklamak  ve hayata geçirmek için  İnanç, Düşünce, ifade ve örgütlenme ve gösteri  hürriyetine sahip olacaktır. Bu açıdan Media kişisel taleplerin kitleselleşmesi için bağımsız ve özgür MEDİA’ya sahip olması gerekecektir.

Ama, günümüze gelindiğinde, STK’lar ve Media “parayı verenin düdüğü çaldığı” bir duruma düşmüştür. Media da adeta “sahibinin sesi” olmuştur. Bunun sonucu olarak da STK’lar ve MEDİA siyasetin arka bahçesine hapsedilerek etkisizleştirilmiştir.

İslam toplumu için devletin ilk sağlaması gereken Adalettir. Hemen ardından güvenlik / Asayiş gelir. Yani Barışın korunması gerekir. Ondan sonra da pazarın/Piyasanın/İktisadi düzenin işlerlik kazanması için paranın bir tartı, ölçü aracı olarak değerinin korunması gerekir.

İster yasamada, ister yürütmede, ister yargıda olsun, Kamu alanında  görev yapmak, çok büyük bir sorumluluk duygusu, çok yüksek seviyede bir sabır, fedakarlık ve ahlak gerekir. Bunlardan herhangi birinin eksikliği makam sahibi için helak, onun yönetimindeki insanlar ve halk için felaket anlamına gelir. Bunun için Karar verici olarak siyasilerin, uygulayıcı olarak Bürokratların  yüksek bir akıla ve ahlaka, fedakarlık duygusuna, sabra ve cesarete  sahib olması gerekir. Eğer bu konuda bir sapma söz konusu olursa modern devletlerde de, “Self Determination” kendi geleceğini belirleme hakkı doğar.

İslami açıdan baktığımızda, devlet adamlarının ve bürokratların CAM EV’de oturmaları, kapılarının her daim açık olması gerekir. Hz. Ömer ne diyordu: “Yaşarken yaptığım iyilikler, bu görevimdeki eksiklikler için bedel olacaksa, kendimi bahtiyar sayarım”.

Biz bu dünyada yapmamız gerekirken yapmadıklarımızdan ve söylememiz gerekirken söylemediklerimizden hesaba çekileceğiz. Siyaset ve Bürokrasi “Kul Hakkı” açısından en riskli görevlerdir. ŞEYH EDEBALİ OSMAN GAZİ’ye ne öğüt veriyordu: “Ey oğuI, artık Bey’sin! Bundan sonra öfke bize, uysaIIık sana. GücenikIik bize gönüI aImak sana. SuçIamak bize, katIanmak sana. AcizIik bize hoşgörmek sana, anIaşmazIıkIar bize, adaIet sana, haksızIık bize, bağışIamak sana. Ey oğuI, sabretmesini biI, vaktinden önce çiçek açmaz. Şunu da unutma ve insanı yaşat ki devIet yaşasın. Ey oğuI, işin ağır, işin çetin, gücün kıIa bağIı. AIIah yardımcın oIsun”.

Kitab bize “bilmediğiniz şeyin peşine düşmeyin”der. Sahi siyasete girenler, daha önce bunun hukukunu öğrendiler mi, “Siyasetname”, “Pendname”, “Fütüvvetname”, “Emanname”, “Vasiyetname” okuyan kaç siyasetçi var. Bunların çoğu Mecliste oylama yaparken, ne oylanan metni, ne gerekçesini okumamışlardır ve bunun uygulanmasının toplumdaki muhtemele sonuçları üzerinde düşünmemişlerdir. Okusalar İstanbul Sözleşmesini, Lanzarote’yi yine de kabul ederler mi idi?

Hitlerin de devleti, yasama meclisi, yürütmesi, yargı erki vardı. anayasası, yasaları, yönetmelikleri, askeri, polisi savcısı, yargıçları vardı. Onların emrinde halka zulmedenler, başlarındaki amirleri ile birlikte cehennemi boylayacaklar, tabi onlara yardım eden, onlarla birlikte hareket eden ihaleye fesat karıştıran bürokratlar, siyaset adamlarının çevresinde öbeklenen mafyöz tipler de.

Şunu da aklımızdan çıkartmayalım: Bir ülkede ne kadar çok yasa varsa, özgürlükler o kadar az demektir. Bir ülkede ne kadar çok mahkeme ve dava, hapishane ve dava varsa o ülkede adalet, barış ve özgürlük konusunda halkın kendi içinde, siyasetin ve servet sahiplerinin, dini, mezhebi, etnik, ideolojik ve politik farklı kesimleri arasında ve bunların  yönetimle arasında sorun var demektir. Bu konuda toplumsal barış için devletin de, toplumun da görevini yapmadığı, Caminin ve Mektebin etkisinin kaybolduğu anlamına gelir. Bu konuda laikçi düşünce ve resmi ideoloji devletin de toplumun da başının beleşidir. Ve zaten darbeler de bu tür ortamlarda hayat bulur. Terör ve Mafya da bu zeminde faaliyet gösterir. Hele de bir ülkede partizanlık toplumu kamplara ayırmış ve herkes ülkeyi ötekinin elinden kurtarmaya çalışıyorsa, o zaman iç ve dış bir takım mihrakları bu durumu kendi lehlerine kullanarak, aynı ülkenin çocuklarının kanları ve gözyaşları üzerine kendilerine iktidar ve servet üretirler.

Siyasetin en temel yanılgısı, kendini iktidarda tutabilmek için toplumun geçmiş bugün ve gelecek tasavvuruna dair, algılar üreterek onları hakikatin yerine ikame etme çabasıdır. Bunun için bu gün toplum mühendislerinin çalıştığı Halkla İlişkiler şirketleri çevresinde öbeklenen, troller eliyle artırılmış sanal gerçeklik yöntemi ile rakiplerine karşı sınır tanımayan, iftiraya varan saldırılara kalkışırlarken, kendi adamları hakkında övgüde sınır tanımamaktadırlar. Adil şahidler olacaktık. Hani bir topluluğa olan öfkemiz, hatta düşmanlığımız bile bizi onlar hakkında. Adaletsizliğe sevketmeyecekti.

Hz. Ömer’i özlüyoruz da, onun yamalı elbisesi ile bizim ihtişamlı, şatafat ve gösterişimizi nasıl telif edeceğiz. Kisra’nın sarayının ihtişamlı kapısını fetih sonrası Şam’da vilayet binasına kapı yapan valiyi azarlayan Ömer’i ne yapacağız, saraylarımızın ihtişamı ile birlikte düşündüğümüzde. Hz. Ömer, “Ömer şeriattan saparsa ne yaparsınız?” dediğinde, seni kılıcımızla düzeltiriz diyen sahabeye, “Ömer yoldan çıkarsa onu kılıcı ile düzeltecek ümmeti var eden Allaha hamdolsun” diyen Ömer’i düşünüyorum da, bir İslam beldesinde, erişkin dönemdeki bütün ömrü sanık olan biri olarak halimize bakınca üzülüyorum, nereden nereye geldik diye. Hani, ilmi ile amil alimlerimiz, hani hükmü ile adil hakimlerimiz, edebi ile yücelmiş gençlerimiz, cömertliği ile tevazu ile şöhret bulan zenginlerimiz, neredesiniz. Ya da sırat-ı müstakimi bırakım hangi cehenneme gittiniz!

Bir hırsız bir bağdan bir bostan çalarmış, ama rüşvet alan biri bir bostan karşılığı bir bağı satarmış. Kamu malı yetim malı sayıldığına göre, onda haksızlık yapan, torpil yapanların, ihaleye fesat karıştıranların namazları bile kabul olmayacak. “Vay o namaz kılanların haline”. Allah (cc) onlara mühlet veriyorsa, bu onların lehine değil, gazabın artışına işarettir. (İbrahim 42-43)

Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! O sadece, onların işini bir güne erteliyor ki, o gün gözler dehşetten dışarı fırlamış; başları yukarıya kalkık, bakışları bir noktaya sabitlenmiş, zihinleri bomboş kalmış olarak toplanma yerine koşarlar”.

Yazımızı sözlerin en güzeli birkaç ayetin meali ile bitirelim: (Nisa 135) “Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Tevbe 93) ”Yol, ancak o kimseler aleyhinedir ki, zengin oldukları halde (savaşa çıkmamak için) senden izin isterler ve bunlar geride kalanlarla birlikte olmayı seçerler. Allah, onların kalplerini mühürlemiştir. Bundan dolayı onlar, bilmezler”. (Kehf 34) “(İkisinden) Birinin başka ürün (veren yer)leri de vardı. Böylelikle onunla konuşurken arkadaşına dedi ki: “Ben, mal bakımından senden daha zenginim, insan sayısı bakımından da daha güçlüyüm.” (Sebe 34-35-36) “Biz hangi ülkeye bir uyarıcı gönderdikse, mutlaka oranın ‘refah içinde şımaran önde gelenleri’: “Gerçekten biz, sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeyi tanımıyoruz” demişlerdir. Ve: “Biz mallar ve evlatlar bakımından daha çoğunluktayız ve bir azaba uğratılacak da değiliz” de demişlerdir. De ki: “Şüphesiz benim Rabbim rızkı dilediğine genişletir-yayar ve kısar da. Ancak insanların çoğu bilmiyorlar.” İşte böyle, senden önce de (herhangi) bir memlekete bir elçi göndermiş olmayalım, mutlaka onun ‘refah içinde şımarıp azan önde gelenleri’ (şöyle) demişlerdir: “Gerçekten biz, atalarımızı bir ümmet (din) üzerinde bulduk ve doğrusu biz, onların izlerine (eserlerine) uymuş kimseleriz.” (Ali imran 91) Muhakkak ki inkâr edenler ve kâfir oldukları halde de ölenler, yeryüzü dolusu altın fidye verseler bile hiç birisinden asla kabul edilmeyecektir. İşte dayanılmaz azab onlar içindir. Onların hiçbir yardımcıları da yoktur”. Evet, Adalet yoksa, barış da yok!. Zulüm adalettin yokluğudur. Zulum bar ve itiraz yoksa o teslimiyettir, esarettir. Mazlumların sessizliğidir. Adalet ve barış yoksa o ülkede hiç bir özgürlükten söz edilemez. Selam ve dua ile.

NOT: Bu da batıdan bir düşünürün hikmet içeren uyarısıdır: (Hikmet mü’minin yitik malıdır, nerede bulursa alı)r: BACON (1561-1626) özetle diyor ki: “Başkaldırıların nedenleri şunlardır: Dinsel konularda yenilik, vergiler ve harçlar, yasalarda ve törede değişiklik, ayrıcalıkların ve hakların ihlali, genel baskı, hak etmeyenlerin yüksek mevkilere ve bakanlıklara getirilmesi, yabancılar sorunu, ürün fiyatlarındaki pahalılık, ordudan çıkarılmış askerler, umudu kalmamış partiler ve en nihayetinde insanları ortak paydada birleştirecek ve kışkırtmaya yetecek kadar, topluma zarar veren ne varsa”… kopacak kıyametin ilk işaretleridir. Güçlülerin, yabancıların,  asılzadelerin  taleplerine kulak verir ”Baldırı çıplaklar”ın sesini duymazsanız olacakları bekleyin.

Abdurrahman Dilipak

MİRATHABER.COM -YOUTUBE-

YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ 

 

 

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.