Dijital dinin dinamik şekilde etkileşim halindeki insanlardan oluşan topluluğu olarak dijital cemaat, son birkaç on yılında daha da belirgin hale gelmiştir. Anti-sosyalleştirici sanılan bir ortamda anlamlı birliktelikleri sosyal ağlar (network) yoluyla bağlayan dijital dünya, pek çok insanı, sanal arkadaşlıklar, aktif kullanıcılar ve resmi olmayan sanal site birliktelikleri gibi anahtar terimlerle bir araya getirmeye güç yetirmektedir. İlk olarak 1970’lerin başından itibaren dijital alemde ABD resmi devlet görevlileri arasında e-mail yazışmalarına dayalı “sanal bir arkadaşlık grubunun” ortaya çıktığını görmekteyiz. 1980’lerin ortalarından itibaren ise bir site içine gömülü belli bir konudan yoksun “sohbet arkadaşlığını (chat)” keşfeden dijital dini forumların teşekkül ettiğine şahit olmaktayız. 1990’lardan itibaren fiziksel ayrılıklara rağmen internet ortamında bir araya gelen online dini toplulukların ortak inançlar ve uygulamalar etrafında dijital sosyal gruplaşmalara girdiklerini bu amaçla “sanal cemaat” veya “sanal kilise” gibi oluşumlara gittiklerini (söz gelişi Budist grupların buddhanet.net veya ekümenik Hıristiyanların ecunet.org) ve belli bir özel konu veya hedef hakkında toplanarak birbirleriyle etkili bir iletişim kurduklarını tecrübe etmekteyiz.
1990’ların ortalarına gelindiğinde ise öncelikle Protestan Kiliselerin dijital ortamdaki sanal kilise çabalarının tıpkı reform çağındaki çabalarına benzetmesi, iman üzerinden birbirleriyle ve Tanrı ile yakın ilişkiye ve iletişime girmeye benzetmesi dikkatlerden kaçmamaktadır. Hıristiyanlar, Budistler ve özellikle Batıda yaşayan Müslümanlardan oluşan sanal dini cemaatler, artık günümüzde çoklu kullanıcı boyutlarına sahip olarak günlük dua toplantıları düzenlemekte, geleneksel dini ibadetleri sanal ortamda aynen icra etmeye ve acı ve neşenin paylaşıldığı, bağların güçlendiği hararetli dini tartışma ve görüş alış-verişlerinin cereyan ettiği, ortak sınırlar ve sembollerin belirlendiği, paylaşılmış ortak mizaçların, kültür ve kimliklerin ortaya çıktığı, geçerli kabul edilen meşru görülen ve değerli hale getirilen “e- kilise” veya “e-cemaat” anlayışını geliştirmektedirler.
Günümüzde sosyal medya ortamlarına uyumlu ağlar içindeki dijital dini gruplara yaklaşımlar çeşitli boyutlarla genişlemektedir. Bu tür grupların, çağdaş internet ağlarının temel işlevlerine ve yeni sosyolojik yapılar olarak yeni anlatı ve araştırma araçlarına ihtiyaç duyduklarını göstermektedir. Bu yüzden tek bir statik dini cemiyet olarak yaşamayan bu tür dini gruplar, dinamik, çoklu ve yeni medya çağına uygun “tekno-cemiyet yapıları” olarak yaşam sürmektedirler. Bu yönleriyle bu sanal gruplar, aynı zamanda “tele-misyoner” veya “siber davetçi” kimliğinde, uzaktan erişimle ve sanal medyatik yöntemlerle en insani formuyla tebliğci veya en kötümser haliyle “sürüden kuzu kapan misyoner rolleri” de üstlenmektedirler. Bu rolleriyle “e- cemaatler”, geleneksel açıdan “fiziksel açıdan bir araya gelen dini gruplar” olmak yerine “ağa bağlanan sosyal medya grupları” şeklinde yeni sosyolojik yapılar meydana getirmektedir.
Neticede dijital çağın “endüstrileşmiş dini” olarak bu inanç, kutsal/ maneviyat unsurlarının “medyatikleşerek dijitalleşmesi” önemli bir dizi gelişim süreçlerini de beraberinde getirmiş ve dinin bu çağa uygun olarak “güncellenmesi” iddialarının artık yüksek sesle dile getirilmesini doğurmuştur. Bu uyumda hevesli olan dijital çağın dindar grupları, kendilerini sanal bir dini gerçeklik içinde görmek arzusundadırlar. Böyle bir süreç içinde soyut ama maddi açıdan daha görünür bir boyut kazanan bu topluluklar, çoklu medyatik araçlarla herkese hitap eden “hususileşme” seviyesinde “çok fazla araçsallaştırılmış” duruma gelmektedir. Son tahlilde dijital toplum, sanal dünyanın yapay inancının kalıbına girerek bedensiz/ yapısız kilise, sanal ümmet, dijital seçilmiş halk gibi kimliklere bürünerek ikincil bir dinî sosyal hayata sahip olmakla kendisine özgü otoritesine kavuşabilmekte sonuçta geleneksel dini yapılara meydan okuyucu bir “artırılmış sanal gerçeklik otoritesi” kazanma peşine düşmektedir. Bu noktada ümmet gibi sağlam bir yapıya sahip Müslümanlara düşen, izlerini takip ettikleri Hz. Peygamber (sav) getirmiş olduğu Hakkı izhar edip batılı izale eden Tevhid ilkesine göre feraset ve basiretle her ortamda Müslümanca hareket edebilmeleridir.
Prof. Dr. Mustafa ALICI