Dindarların hayvanlarla imtihanı

Şaban Çetin

“(O harıl harıl koşan (at)lara[1]

Hayvanlar, dünya macerasının bidayetinden beri insanoğlunun en önemli yardımcısı, hatta bir ölçüde kader arkadaşı olmuşlardır. Dünya ölçeğinde düşündüğümüz zaman, yaratılmışlar piramidinin zirvesi olan insandan sonra, ikinci sırada hayvanlar gelmektedir. Malumunuzdur ki, piramidin zirvesinde yaratılmış olmak, orada kalmanın garantisi değildir. O yüzden varlık sebebinin hakkını veremeyenler için Kur’an-ı Kerim “Belhum adal[2] (hayvanlardan daha gafil/aşağı) demektedir.

“Biz o hayvanları kendilerine boyun eğdirdik. Onlardan bir kısmı binekleridir, bir kısmını da yerler,[3] diyen Kur’an-ı Kerim, daha birçok ayetinde hayvanların insanlar için farklı farklı faydalarını zikretmiştir. Ashabı Kehf’in köpeği (Kıtmir) Kur’an-ı Kerim’de zikredilmektedir. Siyer kaynakları Peygamber Efendimizin(sav) binek olarak kullandığı birçok merkep, katır ve deveden bahseder. Mekke’den Medine’ye hicret edildiğinde Peygamberimizin devesinin çöktüğü yere Mescidi Nebevi inşaa edilmiştir. O Miraç’a yükselirken manevi bineğinin adı Burak’tır.  Hazreti Ali’nin cenklerini anlatan eserler onun atı olan Düldül’süz tasavvur edilemez. Cenknâmeler/Gazavatnâmelerdeki kahramanlar atlarından bağımsız olarak düşünülemez. Mesela, Köroğlu’nu Köroğlu yapan biraz da atıdır.

Kadim yaşayış tarzına göre insan, hayatın idamesi için hayvanlara ve nebatata muhtaçtı. Dolasıyla onların tabiatın ve hayatın dengesi içerisindeki yerinin şuurundaydı. Hayvanların ve bitkilerin neslinin muhafazası, onun hayat tarzının tabii bir umdesi idi. Zira onlar olmadan insanın var olması mümkün değildi. Kadim insanlığın, tohumun/ekinin muhafazası hususunda ne kadar titiz olduğu izahtan varestedir. Onlar, her ne kadar bu hususta uzun uzun felsefi akıl yürütmeler yapmıyor idiyseler de, hayatın tabii seyrinin, yeryüzünde varolan şeylerin bir denge ve uyum içerisinde bulunmasına bağlı olduğunun farkındaydılar. Bu dengenin kurulması ve muhafazasında ise insana mühim bir vazife düşüyordu. İnsan eğer bu vazifesini müdrik değilse, onun sureta insan olması, hayvanlardan daha aşağı derecelere tenzil etmesine mâni değildi.

İyi de ne oldu ki, ne değişti yani?” şeklinde bir soru tevcih edebilirsiniz. Anlatayım. Olan şu idi: O anlı şanlı fen ve teknolojinin büyüsüne kapılan insan, kendi hizmetkârı, dostu, kader ortağı olan hayvanlara muhtaç olmadığına inandırıldı. Buharlı lokomotifler destansı kervanların, posta katarlarının yerini aldı. Motorlu vasıtaların devrine erişen insanoğlunun gözünden artık develer, katırlar, atlar düşüyordu. Atın insan için nasıl bir varlık olduğunu günümüz insanı kavramayabilir, kolaylıkla kavramasını da bekleyemeyiz. Günümüz neslinin gözünde, yalnızca, mesire alanlarında resim çekinmek için binilen, poligonlarda koşturulan ve üzerine yasal bahisler oynatılan bir nesne olan atların, bir millet için ne anlama geldiği hususunda Lütfi Bergen’in “Türk’ün Kanadı At” adlı kitabı bir fikir verebilir, tavsiye ederim. 

Buharlı makinanın icadıyla, ırmağı yatağından saptıran Batı, Kopernik Devrimi ile Dünya merkezli kâinat kabulünü de değiştirmişti. Darwinizm’le ise insanoğlu, piramidin zirvesinden hayvanlar katına indiriyordu. Ancak insanoğlu bu düşüşü kavrayamadı. Kendi icadı olan makinaların da hayvan ve nebatat gibi kendi emrine amade olacaklarını zannediyordu. Hem de can taşımayan ve yorulmak nedir bilmeyen bu yeni hizmetkârların, hayvanlar gibi serkeşlik etmeleri de bahis mevzuu olamazdı; anahtar insanoğlunun elindeydi(!)  

İnsanoğlu, hayal ettiği rahatlığa kavuşmak emeliyle kadim dostlarının hayatından çıkartılmasına ses etmedi. Atların, develerin, katırların, merkeplerin, keçilerin, koyunların, tavukların ve daha nicelerinin… At vebası bahane edilerek atların toplu katliamına ses çıkarmadı insanoğlu. Ülkemizde 1947-48 ve 1960 yıllarında at vebası bahanesiyle büyük at itlafı yapıldığına çeşitli kaynaklarda rastlıyoruz. İsmet Özel’e göre, II. Dünya savaşında süvari birliklerinin motorize birliklere göre daha başarılı olduğu için ülkemize at katliamı yaptırtılmış ve süvari birlikleri tasfiye edilmiştir. 2000’li yıllarda “Kuş Gribi” bahanesiyle kümes hayvanlarının toplu itlafı karşısında da sessiz kaldı. Oysaki kendisini yaratılmışlar piramidinin zirvesinden hayvanlar kategorisine hatta daha aşağıya indirenlerin listesinde kendisi de vardı. Tasfiye sırasının kendisine geleceğini hiç düşünmemişti. Ancak yaşamakta olduğumuz “Korona Virüsü” salgını bu sıranın kendisine gelmiş olduğunu idrak etmesi için bir fırsat olarak önünde duruyor.

Bu yazdıklarının başlıkla ne ilgisi var?” diyebilirsiniz. İnsanı, kendi tahtından aşağıya yuvarlayan Batı değersayımının temelinde olduğu yeni düzen, insan ile hayvan münasebetlerini topyekûn yeniden düzenledi. Tabiatın kendi dinamikleriyle süregelen hayatın yerini, Batı’da yerleşik seçkinci (kendilerini halis insan, bütün insanlığı ise köle/hayvan olarak gören mutlu azınlık) zümrenin kurguladığı yeni düzende, insanın da hayvanın da bitkinin de, endüstrinin nesnesi olduğu bir düzene bıraktı.

Bu endüstrilerden birisi de evcil hayvan (kedi, köpek, kuş vs.) endüstrisidir. Öyle dudak büküp basite almayınız. Bu, mamasından, kozmetiğine, araç gereçlerine, bakım-sağlık malzeme ve konaklama hizmetlerine milyarlarca doların döndüğü devasa bir endüstridir. Hayvan sevgisi yaygaraları ile insanoğluna koyun, keçi, inek, dana, kaz, ördek, tavuk beslemeleri, onlarla birlikte yaşayabilecekleri bir yerleşme-mesken tasarımı telkin edilmemektedir. Zira istenilen, insanların, hayvanların da bir parçası oldukları bir hayat tarzına sahip olarak endüstriye bağımlılıklarının azalması değildir. Onların istediği, insanın, “hayvan sevgisi” hokkabazlığı üzerinden,  kurdukları kedi-köpek endüstrisinin basit, zavallı nesneleri olmasıdır.

Dindarların/muhafazakârların çoğunluğunun zihninden hemen: “Peygamberimiz(sav) kedileri çok severdi.” cümlesinin geçtiğini sezebiliyorum. Nedense hep Peygamberimizin kedileri çok sevdiğinden söz edilir. Peki, Peygamberimiz çobanlığını yaptığı koyunları, bindiği merkebi, katırı, atı, devesini ve kurban ettiği hayvanları sevmez miydi? “Peygamberimiz kedileri çok severdi!” cümlesi, âdeta evcil hayvan endüstrisi için kullanışlı bir delil, bir meşruiyet vasıtası olarak kullanılmaktadır. Bunun bir de “kuş” üzerinden anlatımı vardır. Sözü uzatmamak için oraya hiç girmiyorum.

Sormak istiyorum, Hazreti Peygamber(sav) bir sevgi/tatmin aracı olarak mı kedi edinmişti. Yoksa zaten hayat tarzının bir gereği olarak mı kedisi vardı ve ona karşı sevgi ve merhamet duyuyordu? Ezelden beri insanların evlerinde kediler mevcuttu. Yerine göre avlularında köpekler, sair kümes hayvanları, koyunlar, keçiler, sığırlar da… “Ev” dediğimiz şeyin bugünkü “konut”tan çok farklı bir şey olduğunu söylemeye gerek var mı? Bilmiyorum.

Tarihin hiçbir döneminde hayvanlar, bugün olduğu kendi tabii şartlarından kopartılarak insanoğlunun basit bir tatmin vasıtasına dönüştürülmemiştir. Yapılan hem insan bakımından bir sapma, hem de hayvanlar bakımından bir zulümden başka bir şey değildir. Zira modern şartlar hayvanların fıtratını bozmaktadır. Fıtratı tağyir etmek ise zulümdür. Burada kârlı çıkan sadece endüstridir.

İşin bir başka yönü de, evlerde beslenmesi telkin edilen bu hayvanların genetiği ile oynanmakta olduğudur. Bu hayvanlar İnsanoğlunun asırlardır bildiği hayvanlar değildir artık.

 “İnsan Hakları” ideolojisiyle başlayan ve insanoğlunun bütün değerlerini tarumar eden dayatma, ülkemizde bugünlerde  “Hayvan Hakları” dayatması ile gündemdedir. Hayvanlara karşı işlenen suçlar hukuken “mala karşı işlenen suçlar” kapsamında değerlendiriliyordu, bu artık değiştirilecek. “Hayvan Hakları” ideolojisine göre hayvanlar artık “mal” olarak görülmüyor. İnsanoğlu, ardında devasa bir endüstrinin olduğu kedi ve köpek vesairenin  “malı” olarak görülüyor artık ve her türlü mevzuatın ona göre yeniden yapılandırılması isteniyor.

Epey zamandır, dindar/muhafazakâr belediye başkanlarının yönetiminde olduğu belediyeler başta olmak üzere bütün belediyelerimiz, egemenlerin gözüne girmek ya da uluslararası fonlardan para alabilmek için hayvan barınağı yarışına girdi. Hayvan Hakları yasasının çıkartılması için düşman kardeşler gibi olan partiler bile çok rahat bir şekilde aynı hizaya girebiliyorlar. Yolun başında kendisini Muhafazakâr- Demokrat olarak tanımlayan iktidar partisinin vekilleri, “Hayvan Hakları” yasası konusunda pürheyecan.

Hülasa, insan ve tabiat üzerinde her türlü ifsat ameliyesini işlemeye azmedenler, bu yolda dini sahadan da kullanışlı argümanlar üretmekten geri durmuyorlar. Bu konuda dindarların/muhafazakârların ne kadar gönüllü oldukları inkârı kabil olmayan bir gerçektir.  Bunun sebepleri üzerinde ayrıca durmak gerek, vesselam.


[1] Âdiyat 1

[2] A’raf 179

[3] Yasin: 72

View Comments

Recent Posts

  • Gündem

Uluslararası Ceza Mahkemesi, Netanyahu ve Gallant İçin Yakalama Kararı Çıkardı!

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…

9 dakika ago
  • Gündem

KUR’ÂN ARAŞTIRICISIYDI BEL’AM MI OLDU!

Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…

1 saat ago
  • Gündem

YALNIZCA VE SADECE MİLLETİMİZİN ASKERLERİNE MUHTACIZ

Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…

5 saat ago
  • Gündem

İBB Meclisi’nde İstanbul’da Suya Her Ay Zam Yapılacak

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…

5 saat ago
  • Gündem

Marmara’da Lodos: Deniz Ulaşımı Olumsuz Etkilendi

İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…

7 saat ago
  • Makale

Evrensel Bir Kişilik Profili: Ebu Leheb ve Karısı (1)

Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…

7 saat ago