Türkiye’nin hiç bitmeyen gündem konularından biri laikliktir. En ılımlı tanımıyla laiklik devletin dinler karşısında eşit mesafede yakın veya uzak tutumu olarak anlaşılıyorsa da, fiiliyatta durumun hiç de öyle olmadığı ortadadır. İngiltere’de din kralın veya kraliçenin kontrolünde iken, İspanya, İtalya, Polonya gibi ülkelerde devletin Katolikliğe olan yakınlığı malumdur. Belki Protestanlığın ağırlıkta olduğu ülkelerde din devlet ilişkisi laiklikten çok özü sekülerliğe dayanan kontratlar söz konusudur.
Fransayı model seçen Türkiye’de din, kurumsallaştırılmış Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) çatısı altında devletin sıkı kontrolü altında bulunuyor, buna rağmen Türkiye’ye “laikliğiyle model” gösterilen ülke deniyor. Dinin devletin kontrolü altında olduğu yerde laiklikten bahsedilemez. Dinin insanın, toplumun ve kamusal hayatın her alanından çıkarılması konusunda sol-sosyolist, Kemalist, milliyetçi/ulusalcı ve liberal aydınlar arasında pek de telaffuz edilmeyen bir ittifak var.
Liberal aydınların da dinin bir kurum olarak Diyanet’le sınırlı tutulması, bunun dışına çıkılmaması konusunda diğer aydınlarla söz birliği içinde olduklarını söylemek çoğumuza garip, hatta haksızca suçlama gelebilir.
Ama öyle değil, tam da böyledir.
Önde gelen liberal akademisyenlerden Levent Köker, tam da bu ittifakı ifşa etmeye matuf “Haddini, hududunu bilmek” başlıklı bir yazı yayınladı. Artıgerçek internet sitesinde (8 Ağustos 2023) yayınlanan yazının konusu, Cuma günü okunan bir hutbe dolayısıyla Diyanet’e haddini, hududunu bildirmekti.
Köker’in sözünü ettiği hafta Diyânet, Cuma namazı vaktinde alışveriş yapılmasını, elde edilen kazancı “haram” îlân etmişti. Köker’e göre bununla Diyânet, hukukun çizmiş olduğu sınırları ve dinin sınırlarını aşmış olmaktadır.
Köker, geleneklerin, din, ahlak ve hukukun insan davranışlarını belirlediklerini belirttikten sonra, bunların yanında asıl olan hukuk davranışları belirler, onlara sınır (hudut) çizer; diğerleri daha çok eski tabirle adab-ı muaşerek veya görgü türünden olan davranışlardır:
Davranışların sınırlarının hukuk tarafından çizilmesi, yasaklama, mecbur etme ve izin verme biçimlerinde karşımıza çıkıyor. Buna göre hukuk insanların neleri yapmayacağını belirlediği gibi, neleri hangi sinirlar içinde kalarak yapabileceklerini de tayin eder.
Gelenek, din ve ahlak ile hukuk arasındaki bu ayırım sadece gerçek kişileri değil, tüzel kişiler için de söz konusudur. Hatta bu ayırım tüzel kişiler için daha çok belirleyicidir.
Çizdiği bu genel –ama kesinlikle yanlış- çerçeveden hareketle Köker Diyanet’in kurumsal görev ve yetkilerini şöyle hatırlatır:
“Başedilemeyen en temel kriz ise, örgütlü maddî cebir kullanma tekelinin sâhibi olarak devletin, devlet niteliğini kazanabilmek için zorunlu olan “meşrûiyet” zemininin güçsüzlüğü ile doğrudan bağlantılıdır. Türkiye, son dönemde bu krizi dinî (İslâmî) ideoloji ile ve onun aygıtı hâline getirdiği Diyânet İşleri Başkanlığı eliyle aşmaya çabalamaktadır.
Diyânet İşleri Başkanlığı, bilindiği gibi, Hilâfet’in kaldırılması başta olmak üzere, bir dizi önemli ve radikal denebilecek reformun yapıldığı 1924’te, bir kanunla kurulmuştu. Kuruluştaki adı Diyânet İşleri Reisliği olan kısaca bu kamu kurumu, kısaca “Diyânet”, orijinal kanununda itikadat, ibadat ve ahlâk alanlarında yetkilendirilmiş, İslâm hukuku (yâni fıkıh), hukuk üretme yetkisi münhasıran TBMM’ye âit olduğu için, Diyânet’in yetki alanına dâhil edilmemişti.
“İslam Dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek.”
Köker, bu çerçeveden bakıp Diyanet’in görev tanımı içine girmeyen işlerle uğraşamaz, bu konlarla ilgili hutbe okutup görüş beyan edemez, demektedir. Hal bu iken “Diyanet görev alanının dışına çıkıp toplumu ayrıştırıyor, siyasete karşıyor. Örneğin basit bir Cumhurbaşkanı Kararı ile İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasına varan süreçte, açık siyâsî bir karar olan bu tasarrufa Diyânet’in destek vermesi, bu desteği ortaya koyarken Sözleşme ile ilgisi olmayan konuları Sözleşmeyle ilgiliymiş gibi sunması. Hemen hemen aynı târihlerde, sosyal medya ile ilgili tartışmaların yoğunlaştığı bir dönemde, sosyal medyayı düzenlemek gerektiğinden dem vurup, düzenlemenin yetersiz olduğu durumlarda “fıkıh”tan yararlanılması gerektiğini ileri sürmesi” gibi.
Böyle yapmakla Diyanet, “doğrudan siyâsî faaliyet alanına giren hukuk kuralı koyma, kaldırma, değiştirme faaliyetine katılma yönündeki isteğini yeterince kanıtlamaktadır. Buna, geçtiğimiz Cuma hutbesinde dile getirilen kamu hayatının Cuma namazı vaktine göre düzenlenmesi gerektiğini bir direktif gibi ileri sürmesini eklememiz gerek… Diyânet’i hiç ilgisi olmadığı hâlde Adlî Yıl açılış törenlerinde başköşeye yerleştirdiği günümüzde, Diyânet’in de Anayasa ve kanunlarda belirtilen had ve hududa dikkât etmediği âyân beyân ortadadır.”
Köker, “Diyânet, Cuma namazı vaktinde alışveriş yapılmasını, burada elde edilen kazancı “haram” îlân etmiştir” hüküm cümlesini kurduktan sonra, son derece garip bir başka hüküm cümlesi kurmaktadır. Köker’e göre “Bununla Diyânet, hukukun çizmiş olduğu sınırları aşmanın yanında, dinin sınırlarını da aşmış olmaktadır. Anlaşılan Diyânet, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve ilgili kanun uyarınca kurulmuş ve görev yapan bir kurum olduğunu unutmanın ötesinde, dînin hududunu da aşmış bir durumda.”
Bu iki hüküm cümlesinde ya kasıt var veya kusur. Zira Cuma ezanı okunduğunda mü’minlerin alış verişi kesip namaza koşmaları Kur’an’ın amir hükmüdür:
“–Ey iman edenler, cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah’ı zikretmeye koşun ve alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. Artık namazı kılınca, yeryüzünde dağılın. Allah’ın fazlını isteyip-arayın ve Allah’ı çokca zikredin; umulur ki felaha (kurtuluşa ve umduklarınıza) kavuşmuş olursunuz.” (62/Cuma, 9-10.)
Köker bu hükmü bilmiyorsa, kusurludur, önce öğrenmesi lazım. Ama davranışları belirleyen hukuk kurallarını devlet koyar ve ihlal edildiğinde müeyyideyi devlet uygular önermesinden hareketle, gelenek, örf, adet ve hukuk normlarının belirleyiciliği olmadığını müeyyide koymayacaklarını söyleyip bundan dolayı Diyanet, devletin yetki alanına giren konularda görüş beyan edemeyeceğini öne sürüp bu kuruma, aslında İslam Dinine haddini bildiriyorsa, burada kasıt var ve asıl kendisinin had ve hududunu bilmesi icap eder.
Türk aydınının din konusunda en liberalinin fikri buysa, diğerlerinin meseleyi nerelere götürebileceklerini ve bir asırdır nerelere götürdüklerini varın siz düşünün.
Ali Mehmetoğlu
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-