islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,4916
EURO
36,2572
ALTIN
2.963,26
BIST
9.367,77
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
19°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
8°C
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
10°C

DİNÎ BİLGİLER HİYERARŞİSİNE NE ÖLÇÜDE ÖZEN GÖSTERİLİYOR?      

DİNÎ BİLGİLER HİYERARŞİSİNE NE ÖLÇÜDE ÖZEN GÖSTERİLİYOR?      
15 Temmuz 2023 09:30
A+
A-

Şayet Hz. Peygamber döneminde  yaşayan biri olsaydık, onun   12 yıl 5 ay ve 13 gün Mekke’de; 9 yıl, 9 ay ve 9 gün ise Medine’de, olmak üzere toplam 23 yıl pey­gamber olarak yaşadığına;  bu süre içinde Kur’ân’ın  parça par­ça indirildiğine ve  indirilen  her bir ayetin  onun tarafından  tebliğ  ve  bazı ayetlerin de tebyîn  edildiğine şahit  olacaktık. Fakat biz,  şimdi onun döneminde yaşamıyoruz, ama Kur’an’ın nüzul sürecini ve  bu nüzule bağlı  muhtevayı  biliyoruz.  Bu  muhteva da bize   mesaj niteliğinde çok  önemli bilgiler  sunuyor.  Nitekim  Mekke döneminde inen ayetlerdeki muhtevada iman ve ahlak konularının;  Medine döneminde inen ayetlerdeki  muhtevada ise ibadet ve hukuk kurallarının   yer aldığı  görülüyor.  Nitekim  Kur’an’ın nüzul sürecindeki  bu muhtevadan  namaz hariç- zira o Mekke döneminde de kılınıyordu- oruç, zekât ve cihadın  hicretten iki yıl sonra farz kılındığını;  mirasla ilgili hükümlerin, hicretin  üçüncü; içki yasağının  hicretin dördüncü; örtünme, boşan­ma ve evlenme ile ilgili hükümlerin  hicretin  dördüncü ve  beşinci; had cezasının  hicretin  altıncı;  faiz yasağının  hicretin sekizinci  ve nihayet haccın farz kılınışının ise hicretin dokuzuncu  yılında  olduğunu  biliyoruz.

Bu  bilgiler de bize  Kur’an’ın Mekke döneminde iman ve ahlak konularına öncelik verdiğini, Medine  dönemin de ise  ibadet ve hukuk konularını ele aldığı ve  ele aldığı bu konularda   bir  tedricîlik yöntemini   uyguladığı görülüyor.  Dolayısıyla  Kur’an’ın nüzul sürecinde  bir bilgi  hiyerarşinin  bulunduğunu ve  Hz. Peygamber’in  de   buna bağlı olarak İslâm binasını, iman ve ahlak  temelleri üzerine ibadet ve hukuk  kurallarını inşa ettiğini   öğreniyoruz.

Bu İslâm binasında  imanın,  insanın  iç dünyasını  şüphe ve  şirkten arındıran ilkeleri ve kuralları ihtiva eden  “tenzil”i tasdik etmek, ahlâkın  ise insanın  dış dünyası,  özellikle de insanlarla ve çevresiyle  olan ilişkilerini  düzenleyen,  sağlıklı  bir zemine  oturtan, ifrat ve tefritten uzak   iyi, doğru ve güzel  davranışlar  olduğunu  anlıyoruz. İbadetin ise    iman ile iç arınmasını; ahlak ile de dış arınmasını yapan  Müslümanın,  Allah’ın tayin ve tespit ettiği  kurallarla O’nun   huzuruna çıkmasını; hukukun da  iman, ahlak ve ibadetleri  koruyan, bozulmalarını önleyen,  caydırıcı   ilkeler ve kurallar olduğunu  biliyoruz. Bu da bize  insanın, iman ile  iç dünyasını şirkten arındırdıktan,  ahlak ile de  dış dünyasını  düzenledikten  sonra   Allah’ın huzuruna çıkması gerektiği mesajını  veriyor.

Ne var ki, İslam’ın ilk dönemlerinde bu bilgi hiyerarşisine uyulduğu halde,  zamanla   bu uygulamanın gevşediği ve  ahlakî ilkelerin geri plana itildiği  görülüyor. Nitekim ilmihal kitaplarındaki  iman, ibadet ve ahlak sıralaması  da buna işaret  ediyor. İmanı, bir ağacın kökü;  ibadeti  o ağacın   gövdesi ve dalları, ahlakı ise meyvesi olarak  gören anlayış da  bir anlamda  bu bakış açısına katkı sunuyor.

Kur’an’ın nüzulündeki bu muhtevadan haberi olmayan kimi Müslümanların, ilmihal kitaplarındaki  bu  sıralamanın  ve dünya-ahiret  ayırımı düşüncesinin de etkisi   ile ibadet konularına daha çok önem verdikleri, fakat  ahlakî  konulara gereken  önemi ve değeri  vermedikleri, dolayısıyla da ahlâk anlayışlarını yanlış temeller üze­rine kurdukları, mesela  namus  konusunda erkekler için ayrı, kadınlar için ayrı bir ahlak anlayışı geliştirdikleri; domuz eti  yenilmesine  gösterdikleri tepkiyi,  içki içilmesine   göstermedikleri;  ticarî  hayatlarında yalan, aldatma ve faiz;  sosyal  hayatlarında ise  iftira, dedikodu ve ihanet gibi  haramlara tevessül ettikleri  müşahede ediliyor.  Dolayısıyla  bu  durum,  eleştiri konusu yapılıyor.

Günlük ibadetlerini  gereği gibi yapıp yapmadıkları  konusu bir tarafa,  ibadetlerini  kısmen de olsa yapan  Müslümanların  acaba yüzde kaçı  sahip oldukları zihniyetin ve yaşadıkları dinî hayatın, Kur’an’la ve Kur’an’ın nüzul yöntemiyle   uyuşup uyuşmadığına bakma ihtiyacı  hissediyor?  Bu da,  dinî  hayatımızda  ve din anlayışımızda  bir sorunun  bulunduğunu, dolayısıyla   bu  hayat tarzının  sorgulanarak gözden geçirilmesi gerektiğini  gösteriyor.  Zira bu tür  bir dinî hayat,  Müslümanı  seküler  bir hayata yönlendiriyor. Nitekim Prof. Dr.  Hilmi Demir’in  “Türkiye sekülerleşiyor,  dindarlaşmıyor    Sekülerleşme din karşıtlığı ya da dine düşman olmak değil. Sekülerleşme bireyin hayatındaki tutum ve davranışlarla ilgili, laiklik ise devletin tutum ve davranışlarıyla ilgili. Laiklik hukuksal ve devletin rejimiyle ilgili bir şey. Sekülerlik ise bireysel, bireyin yaşamıyla ilgili”[1] olduğu yönündeki sözleri,  mevcut  durumu  özetliyor.

Şu gerçeği  de gözden ırak tutmamak gerekiyor:  Her dönemde ve her çağda  İslâm’ı iyi temsil eden  Müslümanlar olduğu gibi,  etmeyen/edemeyen Müslümanlar da söz konusudur.  Zira hiçbir dönemde sorunsuz bir dinî hayat olmamıştır.  Sorun, İslâm’ı iyi temsil edip etmeme konusu ile ilgili olduğu kadar,  İslâm’ı iyi temsil eden  Müslümanların oranlarıyla  da  ilgilidir. Arzu edilen,   İslâm’ı temsil eden Müslümanların, İslâm’ı yeterince ve gereği gibi temsil  edemeyen Müslümanlardan  daha fazla olmasıdır.  Diğer bir ifade  İslâm’ı temsilde sorun  oluşturan ve kötü örnek olan  insanların yerine;   iyi, doğru, dürüst ve  adil  insanların örnek olmalarıdır.

İslâm’ın iyi temsil edilemeyişi ile ilgili olarak   bir çok  sebep  ileri sürülebilir.  Bunlardan  İslâm’ın kompartımanlaştırılarak dünya ve ahiret ayırımına gidilmesi,    bu nedenle  İslâm’ın  bütünlükten yoksun küçük parçalar halinde  ve duygusal bir zeminde yaşanır  hale getirilmesi,   en dikkat çekici olanlarıdır.  Bu nedenle bazı  Müslümanların, çıkarlarına  ve düşünce tarzlarına  göre  İslâm’ı  anlayıp yorumlamalarında  bir  tesadüf  yoktur. Zira İslâm’ı doğru yaşamak için  onu  samimiyetle benimsemek ve anlamak  gerekiyor; çünkü yanlış ve eksik   dinî bilgilerle ve bilinçle   doğru bir  İslâmî  hayat  yaşamak  mümkün olmuyor. Nitekim  Müslüman kimliğine sahip insanların,  aynı  ölçüde  ve nitelikte Müslüman kişiliğine sahip  olamayışları  da bunu  gösteriyor.  Çünkü her Müslüman,  İslâm deryasına kendi fıtrî yetileri ile gidiyor ve  o deryadan sahip olduğu yeti kadar nasipleniyor;  dolayısıyla İslâmî konuları  yeterince  anlamamış ve içselleştirememiş bir  Müslümanın,  samimi olarak  dinî konuları  yaşaması da  söz konusu olmuyor. Her ne kadar dinî kurallar sürekli tekrarlarla alışkanlık haline getirilse de, niçin yapıldığı bilinmediği ve  bilinç haline  getirilemediği için  olumlu davranışlara  dönüşmüyor/dönüştürülemiyor.  Dolayısıyla  ibadetler, ritüel olarak yerine getirilse de, bireyi insan yapan ahlaki değerleri ona kazandırmıyor.

Bu nedenle her Müslüman’ın  bu gerçeğin bilincinde olması, tutum ve davranışlarını  ayarlaması ve   İslâm’ı  buna göre yaşaması icap ediyor.  Zira geçmişte İslam âleminde ortaya çıkan Haricilik gibi tepkisel; Mürcie, Hanefilik ve Maturidilik gibi akılcı; Şafilik, Malikilik, Hanbelilik ve Zahirilik gibi gelenekçi-Muhafazakar; Şiilik ve türevleri gibi siyasal-Karizmatik Liderci; Sufilik gibi keşifci-inzivacı din anlayışları, bugün de etkinliğini koruyor  ve  Müslümanların   düşünce dünyalarını ve dinî  hayatlarını   az veya çok etkilemeye  de devam ediyor. Ayrıca  geçmişten günümüze intikal eden bu dinî  anlayışlara ilaveten, modern ve post modern hayatın etkileri ile oluşmaya başlayan ve daha ziyade dini, kültür ve gelenek olarak gören yeni dinî anlayışlar da söz konusu olabiliyor.   Bu yeni anlayışta din denilince akla, biraz ritüel, biraz ikon, biraz ezoterizm, ruh, cin, keramet, mehdilik cihat vs. gibi konular geliyor ve her dinî anlayışın da kendisine özgü dinî tezahürleri görülüyor.  Dolayısıyla dinî anlayışlarda, kendilerini diğerlerinden ayırt etmek için bazı simgelerin ve sloganların kullanıldığı ve bunların görünür olmasına da özen gösterildiği de müşahede ediliyor.

Kur’an’da,  ibadetlerdeki  ana hedefin  “takva”  olarak   zikretmiş  olması ve Hz. Peygamber’in de “ahlak” peygamberi olarak tanımlanması dikkate alındığında  ilahî muradın, ahlakî donanıma ve kulluk bilincine  sahip olan  bir Müslüman  tipolojisi oluşturmak olduğu  anlaşılıyor.   Ancak  Müslümanların, genelde  kapsayıcı ve kuşatıcı bir Kur’an ve Sünnet bilgisine sahip olamayışı ve sahip olduğu bilgilerin ise derinlikten ve nitelikten yoksun oluşu nedeniyle “görünür olma” tavrını, dinin araç değerleri üzerinden yapması ve  amaç değerlerine  gereken  özeni göstermemesi, İslâm’ın  gereği  gibi temsil edilemediği  algısını  oluşturuyor ve yaygınlaştırıyor. Dolayısıyla  Kur’anî  muhtevadan uzaklaşmayan;   Hz. Peygamber’in  ahlakını örnek alan, dinî kuralları formalite haline dönüştürmeden  ahlakî erdemleri hayatın  merkezine yerleştiren ve bunlara  bağlı olarak  da  kulluk bilincini  ve iradesini oluşturan  bir  dinî anlayışa  ihtiyaç  bulunuyor. Zira  bu hali ile günümüzde yaşanan  İslâm,  bir kimlik olarak sosyal ve kamusal alanda “görünür” olsa da,  maalesef muhtevasının kapsayıcılığı, kuşatıcılığı, derinliği ve kişilik yaratıcı niteliği ile bulunmuyor. Bu da  bize  Kur’an’ın tenzil sürecinde  uyguladığı ve  bir  mesaj olarak verdiği bilgi hiyerarşisinin  ne kadar  önemli  ve değerli  olduğunu gösteriyor.

Prof. Dr. Celal Kırca

[1]  T24  1 Mayıs 2023; https://t24.com.tr/yazarlar/cansu-camlibel/prof-dr-hilmi-demir T 24’de  Cansu Çamlıbel ile yaptığı 1 Mayıs 2023 tarihli röportaj.

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.