Merak, insanda fıtrî bir duygudur ve “ Bir şeyi anlamak veya öğrenmek için duyulan istek” demektir. Bu nedenle insan, merak ettiği şeylerin aslını ve iç yüzünü bilmek ve öğrenmek ister. Zira “İnsan, özne olarak bilen bir varlıktır, bilmek ister… Kendini ve kendisi dışındaki şeyleri, nesneleri bilmek ister. Çünkü nesneler, bilinmesi gereken şeylerdir. Öyle ise, nesne araştırılan şeydir, yani insan bilgisinin konusudur. Dolayısıyla bilgi, özne ile nesne arasında kurulan bir bağdan doğmaktadır. İnsan bu bağı, bilgi edimleri (fiil-acte) ile kurar. Yani bilgi özneden nesneye, insandan nesneye doğru yönelen bilinçlilik halidir. Bilgi fiilinin olabilmesi için öznenin bilgi konusuna yönelmesi şarttır. Çünkü yönelme olmadan bilgi olmaz”.[1]
1970’li yıllarda orta okul “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” öğretmeni olarak derslerine girdiğim sınıflarda kimi öğrencilerimin “Hocam bize namaz nasıl kılınacak, onu anlatıyorsunuz. Biz niçin namaz kılacağız? Allah’ın bizim namazımıza ihtiyacı mı var?” gibi sorulara muhatap olurdum. Zaman zaman oruç , hac ve benzeri diğer konularında da buna benzer sorularla karşılaşırdım. Zekat konusunda böyle bir soruyla karşılaştığımı pek hatırlamıyorum.
Nitelik farkı olsa da benzer soruların, günümüzde de sorulmaya devam ettiği görülüyor. Nitekim bir tanıdığımın lisede okuyan kızı, “ Niçin inanmam gerektiğini bilmiyorum. Namaz niçin kılınır, oruç niçin tutulur, hacca niçin gidilir anlamıyorum. Ama zekatı az çok anlıyorum” demişti. Bir sanayici dostum anlatmıştı: Özel bir lisede okuyan kızı, sınıf arkadaşları ile birlikte vefat eden bir arkadaşının evine taziyeye gider; orada kendi aralarında ölüm, din ve inanma üzerine konuşurlar. Bu konuşma esnasında bazı arkadaşları dine inandıklarını; bazı arkadaşları dine inanmadıklarını, bazı arkadaşları ise dine neden inanacaklarını bilmedikleri için inanıp inanmamada tereddüt ettiklerini nakleder.
Bu durum, başta aileler ve din eğitimcileri olmak üzere hepimize bir sorumluluk yüklüyor. “Din” niçin vardır, dinî kurallar niçin yapılmalıdır? Sorularına cevap vermemiz gerekiyor. Bu nedenle günümüzde dinî kuralların nasıl yerine getirildiğini/getirileceğini öğretmeden önce, bu kuralların niçin gerekli olduğunun öğretilmesinde faydadan da öte bir zorunluluk bulunuyor. Zira bir çocuğa, niçin inanması, niçin ahlaklı olması ve niçin ibadet etmesi gerektiğini öğretmeden ve onu bu konuda bilinçlendirmeden, doğrudan otuz iki farzı ezberletip; abdest nasıl alınır, namaz nasıl kılınır, oruç nasıl tutulur, hac nasıl yapılır konuları anlatıldığında, onu bu tür soruları sormaya da mecbur etmiş oluyoruz. Belki bu tür sorulara eskiden fazla ihtiyaç duyulmuyordu, belki ihtiyaç duyuluyordu da biz farkında değildik. Günümüzde her çocuk bu ve benzeri soruları sormuyor olabilir, ama cebinde internetle gezen IQ’su yüksek her çocuğun, inandığı ve yaptığı bir şeyi, neden ve niçin inandığını ve yaptığını bilmek istediğini de unutmamak ve gözden ırak tutmamak gerekiyor. Bu nedenle konuyu yeterince iyi anlamamış ve içselleştirememiş bir çocuğun, o konuyu içten ve samimi olarak yapması da söz konusu olmuyor. Kurallar sürekli tekrarlarla alışkanlık haline getirilse de, niçin yapıldığı bilinmediği ve bilinç haline getirilmediği için olumlu davranışlara da dönüştürülemiyor. Dolayısıyla bu tarz ibadetler, ritüel olarak yerine getirilse de, bireyi insan yapan ahlaki değerleri ona kazandırmıyor/kazandıramıyor.
Bu konuda da Kur’an, bize yol gösteriyor ve bir mesaj da veriyor. Nitekim Kur’an bize, yeryüzü yaşanır hale geldikten sonra Allah Teâlâ’nın, “Ben bir beşer yaratacağım”[2] diyerek Hz. Adem’i yarattığı; sonra da onu “yeryüzünde halife olarak görevlendirdiği”[3]; bu görevi yapabilmesi için de gökteki ve yerdeki bütün varlıkları onun emrine verdiği; bundaki amacın da “ Allah’a kulluk”, ölümün ve hayatın ise imtihan olduğu bilgilerini veriyor. Şu ayetler buna işaret ediyor:
“ Allah’ın göklerde ve yerde ne varsa hepsini sizin istifadenize sunduğunu, açık ve gizli bütün nimetleri size bol bol verdiğini görmüyor musunuz?” [4]
“ Bilin ki Ben cinleri ve insanları sadece, Beni layıkıyla tanısınlar ve yalnız Bana kulluk etsinler diye yarattım”[5]
“Hanginizin daha iyi, daha yararlı iş yapacağını sınamak için ölümü be hayatı yaratan O’dur.” [6]
Şu ayetler de insana yüklenen sorumluluk alanlarını ve ne yapması gerektiğini açıklıyor:
«Gökte ve yerde olan şeylere bakın.»[7]
«Yeryüzünde gezip dolaşın da Allah’ın ibtida mahlûkatı nasıl yarattığına bakın.»[8]
«Başlarının üstündeki göğe bakmadılar mı? Biz onu, nasıl bina ettik ve nasıl süsledik?»[9]
«Allah’ın yarattığı şeylere bakmazlar mı?»[10]
«Müşrikler yeryüzünde gezip dolaşıp kendilerinden evvelkilerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bakmazlar mı?»[11]
«Onlar, deveye bakmazlar mı ki, nasıl yaratılmıştır?»[12]
«Bir de insan yediği şeye baksın.»[13]
«İnsan, neden yaratıldığına bir baksın.»[14]
Bu ayetler, bize bir taraftan dünyaya geliş amacımız ile ilgili bilgiler verirken, diğer taraftan yaptığımız işlerin niçin ve nasıl yapıldığını bilmemizi de istemektedir. Bu bilgilendirmeye rağmen, gerek bireysel ve gerekse toplumsal davranışlarımızda ciddî sorunların bulunduğu da bilinmektedir. Nitekim dinî kitapların çoğunda, özellikle de ilmihal kitaplarında ele alınan konuların nasıllığına geniş yer verildiği halde, nedenleri ve niçinleri üzerinde yeterince durulmaması ve hayata böyle yansıtılması, temel bir sorun olmaya devam ediyor. Bu nedenle kimi Müslümanın, kendilerine ne öğretilmiş ve nasıl öğretilmiş ise, onların da evlatlarına öğrendiklerini aynen aktardıkları; kimi Müslümanın, evlatlarıyla yeterince ilgilenmediği ve okulda öğretilenlerini yeterli bulduğu; kimi Müslümanın ise evlatlarına yapması gereken veya yapmaması gereken şeyleri söylediği, fakat niçin yapması veya yapmaması gerektiğini söylemediği ve kimi Müslümanın da bilinçli bir davranışla eğitim ve öğretim yöntemlerinden yararlandığı görülüyor Ayrıca. bunlara bir de ateist ve deist internet sitelerinin dinî kurallar ile ilgili yaptığı yoğun eleştirileri ve propagandaları ilave ettiğimizde sorunların daha da karmaşık hale geldiği ve gittikçe derinleştiği müşahede ediliyor.
Bu açmazdan mümkün olduğu ölçüde kurtulabilmek için aile başta olmak üzere bütün dinî kurumlara ve din eğitimcilerine önemli görevler düşüyor. Ancak eğitim ve öğretimin ilk basamağı olması hasebiyle ailenin, dinî kuralların “hikmetlerini”, diğer bir ifade ile nedenlerini ve niçinlerini bilmesi ve eğitici bir kişilik ile evlatlarına aktarması, daha fazla önem arz ediyor. Ne var ki ilgi ve sevgi olmadan bilgi; bilgi olmadan bilinç; bilinç olmadan eylem; eylem olmadan alışkanlık, alışkanlık olmadan da böyle bir eğitici kişilik oluşmuyor. Dolayısıyla eğitici bir kişiliğe sahip olabilmek için irade ve çaba gerekiyor; bu iradeye sahip olan ve çaba gösteren her ailenin de başarı şansı artıyor.
Prof. Dr. Celal Kırca
[1] Süleyman Hayri Bolay, Felsefeye Giriş, Ankara, 2004, s.18.
[2] Sâd, 38/71.
[3] Bakara,2/30.
[4] Lokman,31/20
[5] Zâriyât 51/56-57.
[6] Mülk,67/2.
[7] Yûnus, 10/101.
[8] Ankebût, 24/20.
[9] Kâf, 50/6.
[10] A’raf, 7/185.
[11] Yûsuf, 12/109.
[12] Gâşiye, 88/17.
[13] Abese, 80/24.
[14] Târık, 86/5.
Değerli Hocam ağzınıza sağlık. Yazınızda çok önemli bir konuyu işlemişsiniz, Allah razı olsun.