islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,2728
EURO
37,0863
ALTIN
3.057,48
BIST
8.945,80
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Çok Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Çok Bulutlu
Çarşamba Az Bulutlu
18°C
Perşembe Az Bulutlu
20°C
Cuma Az Bulutlu
19°C
Cumartesi Çok Bulutlu
16°C

DİNİ MİLLİLEŞTİRMEK/ULUSAL DİNCİLİK

DİNİ MİLLİLEŞTİRMEK/ULUSAL DİNCİLİK
2 Ağustos 2024 09:00
A+
A-

Kendilerini seçilmiş kavim/toplum görerek ve Allah’ı da yalnızca kendi ırklarının Rabbi olarak kabul ederek Yahudileşenler; dinin evrensel mesajını ve Allah’ın “Âlemlerin Rabbi” oluşunu sınırlandırarak dini, kendi gelenek/görenek/töre ve yörelerine indirgeyip millileştirmişlerdir. Hâlbuki Kur’ân, insânlığı bir bütün olarak değerlendirir ve bize “Ey insânlar” diye hitap ederek hangi kavme/ırka/ülkeye ait olduğumuz üzerinde durmaz. Elbette bu, Kur’ân’ın kavim gerçekliğini kabul etmediği anlamında değildir. Tam tersine Kur’ân, Hucurat/13. âyette bize insânlığın “bir erkek ve bir kadından” yaratıldığını, sonradan “kavimler ve kabileler hâline getirildiğini” söyleyerek “biyolojik orijinimizdeki eşitliğe” dikkat çekmekte ve sonra da hepimizin birbirimiz üzerinde hiçbir kalıtımsal üstünlüğe sahip olmadan tek bir insânlık ailesine mensup olduğumuza işâret etmektedir. Anlaşılıyor ki; insânların “kavimlere ve kabilelere”e dönüşmesi, görünürdeki farklılıklarının ardındaki temel insânî birliği/birlikteliği anlama ve takdir etme eğilimini azaltmayı değil, tersine bu eğilimi arttırmayı amaçlamakta, üstünlüğü ise “takva” kavramına yâni Allah’a karşı olan derin sorumluluk bilincine bağlanmaktadır.

İşte bu nedenle Kur’ân’da bütün ırkçı, milliyetçi/kavmiyetçi veya kabilevî önyargılar kınanmış, ilâhî olanla kavmî, örfi ve milli olanı birbirine karıştırarak tevhidi zedeleyen/bölen anlayışlar/kavrayışlar/davranışlar kabul edilmemiştir. Kur’ân’ın net bir şekilde ortaya koyduğu bu gerçekliği Hz. Peygamber daha açık bir şekilde şöyle ifâde etmiştir: “Ey insânlar! Biliniz ki Rabbiniz birdir, atanız da birdir. Hepiniz Âdem’densiniz, Âdem de topraktandır. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a, beyazın siyaha, siyahın beyaza hiçbir üstünlüğü yoktur. Allah katında üstünlük ancak takva iledir. 

Ama bu açık gerçekliğe rağmen Müslümanlar tevhidin hedeflediği doğrultuda İslâm/iman/Kur’ân kardeşliğini ön plâna çıkaracak ve bu noktada birleşecekleri yerde ırkî/kavmi/milli –bazen de mezhebi– karakterli bir İslâm’ı millileştirmek, onu ulusal bir renge boyamak istemişlerdir. Elbette Müslüman halkların arasına çizilmiş bu suni sınırlar sadece kendi gafletlerinden değil; İslâm düşmanlarının ve onların bir eyalet valisi gibi bu ülkelerin başına yerleştirdikleri halkına ve dinine yabancılaşmış, işbirlikçi/yandaş/menfaatçi yöneticilerin elleriyle oluşmuştur. İslâm coğrafyalarında “Arap, İrân, Mısır, Türk” Müslümanlığı gibi tezler/yaklaşımlar İslâmı millileştirmek adına bölünmeyi hızlandırmış ve bunlar da münkir/müşrik kesimlerin sömürü ve egemenliğini sürdürebilmelerine imkân tanımıştır. Üstelik bunun devâmı için de bu ideolojik devletlerde “ırkların faziletlerine” dayanan yeni bir tarih yorumu geliştirilmiştir.

Şunu iyi bilmeliyiz ki; bu dinin sahibi Allah’tır ve hiçbir toplum geçmişte veyâ günümüzde İslâm’a olan hizmetlerini bahane ederek kendi kavminin/ırkının üstünlüğünü savunamaz. Yâni bu noktada Allah hiçbir kavme/ırka/coğrafyaya borçlu değildir.[1] Bu nedenle hangi zaman diliminde olursa olsun ve hangi kavme mensup bulunursa bulunsun, Allah’ın ipine sarılan ve Allah’ın irâdesine uygun davranan/yaşayan, Kur’ân kardeşliğini gerçekleştiren her toplum Allah tarafından yükseltilir ve yüceltilir. Yalnız bu gerçekliği her milletin, kendi milletini fazilet ve güzel hasletlerinden bahsederek sevmesiyle karıştırmamalıyız. Dikkat çekmek istediğimiz konu, bizim kavmimizin İslâm’a bir fazilet ve üstünlük kazandırması değil, kendisine kayıtsız şartsız teslim olduğumuzda İslâm’ın bize ve kavmimize kazandırdığı bir fazilet ve üstünlüktür. Daha net ifâde ile kavmimizin geçmişte İslâm’a yapmış olduğu hizmetler, İslâm’a ekleme ve çıkarmada bulunma yetkisini bize vermez. Aksine İslâm’a bağlılıkla yükselen kavmimizin tarihi, yine İslâm’a bağlılıkla kurtulabileceğimizi bize gösterir.

Ama İsrailoğulları’nın Yahudileşenleri, inançlarını/dinlerini millileştirerek, kendileri üstün ırk/toplum kabul etmiş ve diğer tüm toplumları yalnızca kendilerine hizmet eden veya etmeye mecbur bir konuma düşürmüştür. Geçmişte ve bugün yaşanan dramların kaynağında bu zihniyetin olması tesadüfü değildir. Dinlerini kine ve ideolojiye dönüştürenler, yeryüzünde sürekli fitne ve fesad üreticisi olup savaş ateşini körükleyenler/tutuşturanlar, Allah’ı “Milli Rab” edinenler bu zihniyetten başkası değildir. Bu gerçek artık bu kadar dünyanın gözü önündeyken halâ Müslümanların inançlarını/dinlerini millileştirme gayreti içerisinde olmaları Yahudileşme hastalığının bir belirtisi ve versiyonudur. İslâmı millileştirmek, kavmiyetçilikten ve kavimlerin kıyamından ekonomik ve siyasi çıkar umanların müşterek hastalığıdır.

Şunu unutmamak gerekir ki Kur’ân; İslâm dışı rejimlere bağlı olan ırkını, bu bağlılığını fazîlet kabûl ederek sevenleri, sömürü için yaptıkları zulümleri meşrû görerek ve bu zulümlere yardımcı olarak soyunu-ırkını yüceltmek isteyenleri, îman ve takvâ ölçüleri dışındaki kriterlerle müminler arasında ayrım yaparak kavminin yüceliğini propaganda edenleri, soyunun kâfirlerini, diğer soyları müminlerine tercih edenleri, İslâm’dan kaynaklanmayan bir idealle ırkının diğer ırklara hâkim olmasının kültürel, siyâsî, ekonomik yollarla ve silâhlı savaşlarla mücâdelesini verenleri onaylamaz.[2] İslâmı kendi kavimlerine uygun hâle getirmeye çalışanlar, değişmez ve değiştirilemez sabitelere sahip olan İslâm’ın üzerinde tasarrufta bulunarak onun sabitelerini değiştirme ve âyetlerini bükme gayretinde olanlar; bu ümmetin Yahudileşme eğilimine girmiş olanlarıdır.

İslâm’a teslim olmak yerine, İslâm’ın kendilerine teslim olması için çalışanlar, yürüdükleri tevhid dışı yoldan dönmelidirler. Çünkü İslâm hiçbir kavmin tekelinde değildir. Şunu iyi anlamalıyız ki; kavimler değişir ama İslâm değişmez. Biz ve bizim kavmimiz İslâm’a hizmet ederek değer ve üstünlük kazanmazsa, Allah’ın bizim yerimize bir başka kavim getirmesi değişmez bir sünnetullah’tır. Kur’ân bu konuda bize şöyle seslenmektedir: “Siz ey imana ermiş olanlar! Eğer imanınızı kaybederseniz, Allah, zaman içinde [sizin yerinize] O’nun sevdiği ve O’nu seven insanlar geçirecektir; müminlere karşı alçak gönüllü, hakîkati inkâr edenlere karşı onurlu; Allah yolunda üstün çaba gösteren ve kendilerini kınayabilecek kimselerin kınamasından korkmayan [insanlar]: Bu, Allah’ın dilediğine bağışladığı lütfudur. Allah (lütfunda) sınırsızdır ve her şeyi bilendir.”[3]

Son söz: İslâm sadece söylem ve kimlik üzerindeki bir yazı veyâ İslâm ülkesi olarak tanımlanan bir coğrafyada Müslüman anne babadan doğmuş olmak demek değildir. Kur’ân insânları ilâhî vahye/hakîkate iman edenler ve etmeyenler olarak iki ana gruba ayırmıştır. Sonra da müminler, kâfirler ve münafıklar şeklinde de isimlendirmiştir. Bu ayrım inanca göre yapıldığından, Kur’ân nazarında asıl olan soy, ırk değil; inanç kardeşliğidir. Bundan ötürü Kur’ân “müminler birbirlerinin kardeşleridir[4] buyurmuştur. Bu kardeşlik sayesindedir ki, bizans asıllı Süheyb, habeş asıllı Bilâl ve İran asıllı Selmân Hz. Peygamber’in çevresinde aynı tevhid bayrağının altında toplanmışlardır.

NECMETTİN ŞAHİNLER 

MİRATHABER.COM -YOUTUBE-

YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ 

 

[1] Muhammed/38

[2]İslâm Nizamı, Ali Rıza Demircan, C.3, S. 278

[3] Mâide/54

[4] Hucurat/10 “İnnemel mû’minûne ihvetun fe aslihû beyne ehaveykum vettekûllâhe leallekum turhamûn(turhamûne).”

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar
  1. elif özyelkenci dedi ki:

    takva ekseninde birleştiren güzel yazınız ve kullandığınız güzel uslüp için teşekkür ederiz.