Her çağın kendine özgü sosyal, kültürel, siyasî, iktisadî ve dinî sorunları olmuştur. Bu sorunlardan her biri, diğerlerini de etkilemiş ve karmaşık bir ortamın oluşmasına zemin hazırlamıştır. Dolayısıyla her mezhep veya grup böyle bir ortamda , kendi dinî yorumlarını ve düşüncelerini Aristo mantığının da etkisiyle tek doğru kabul edip, diğer mezheplerin ve grupların yorumlarını ve düşüncelerini kıyasıya eleştirmiş ve bu eleştirilerin de toplumsal hayata farklı yansımaları olmuştur. Mesela Hanefî Mezhebi’ne mensup bir genç, Şafiî mezhebine mensup bir kıza talip olduğunda, kızın babası ona Şafiî Mezhebi’ne girmesini şart koşmuş, o da kabul etmiştir. Bu durum el-Cüzcanî (ö.200/816)’ye sorulduğunda, onun “Nikahı câiz olur, ancak o gencin ölürken imansız gitmesinden korkarım”[1] dediği nakledilir. Mutezîle, Havariç, Haşviyye ve bazı selefi mensupları ise daha da ileri giderek imanın terimsel tanımı (tasdik, ikrar ve amel) üzerinden kendileri gibi düşünmeyen ve yaşamayan Müslümanları tekfir edebilmişlerdir. Bu anlayışların Maturidî’nin yaşadığı dönemde de devam ettiği bilinmektedir. Nitekim Mezhepler Tarihi uzmanı, değerli hocam Prof. Dr. Muhammed Tancî, bu konuya şöyle temas etmektedir:
“Mâturîdî’nin yaşadığı devirde İslâm dünyasında merkezi otoriteyi temsil eden Abbasî devleti, artık eski gücünü kaybetmiş ve bu yüzden birçok İslâm devleti ortaya çıkmıştır. Halife Me’mun’un (ö. 218/833) himayesinde Mu’tezile mezhebi, Abbasîlerin resmî devlet görüşü olarak halka zorla kabul ettirilmeye çalışılmış, fakat bunun ardından halife Mütevekkil (ö. 247/861) zamanında tekrar ehl-i sünnet itikadına dönülmüştür. Bununla beraber, fikrî ortam, tam anlamıyla berraklaşmamış ve durulmamıştır. İtikadî yönden fikrî ortamı berraklaştırmaya ve durultmaya çalışan İslâm âlimleri, bu dönemde yoğun faaliyetlerde bulunmuşlardır. Bunların başında Ebu’l-Hasen el-Eş’ârî (ö.324/935) ve Ebû Mansur el-Mâtürîdî (ö.333/944) bulunmaktadır. Bunlar, Sünnî akideyi müdafaa eden iki mümtaz şahsiyet olarak karşımıza çıkarlar”.[2]
Böyle bir ortamda ömrünü “Kur’an’ı anlama” ya hasretmiş bir bilim insanı olarak İmam Maturidî’nin çağındaki bu ve benzeri sorunlara bigane kalması ve çözüm üretmemesi söz konusu olamazdı. Zira onun ilmî kişiliği ve vicdanî sorumluluğu, söz konusu dinî meselelere Kur’an perspektifinden bakıp düşünce üretmeyi ve çözüm önerilerinde bulunmayı gerektiriyordu. Nitekim o da bunun gereğini yerine getirmiş ve yapılan Kur’an yorumlarını sahabe ve fukaha ayırımı ile çözmek istemiştir. Maturidî’ye gelinceye kadar Kur’an yorumlarının, tefsir ve te’vil olarak isimlendirildiği; nitekim Hz. Aişe’nin “Rasulullah Kur’ân’ı te’vîl ediyordu”[3]; Hz. Peygamber’in de Hz. Ali’ye, “Ben bu ayeti sana tefsir edeceğim, ya Ali!”[4] dediği, dolayısıyla Kur’an yorumlarını tanımlamada bir ayırıma gidilmediği ve bu anlayışın tenzil sonrası dönemlerde de devam ettiği bilinmektedir. Ancak bu anlayışın, Maturidî ile birlikte değiştiği; onun Kur’an yorumlarını tefsir ile te’vil olarak ayırdığı, bu ayırımı da “tefsir sahabe içindir, te’vil ise fukaha içindir” sözüyle ifade ettiği görülmektedir. Ona göre bu sözün anlamı şudur: Sahabe olaylara bizzat şahit olmuş ve Kur’ân’ın nüzul sebeplerini yaşayarak öğrenmiştir. Bizzat gözleriyle gördükleri ve olaya şahit oldukları için, onların yorumu/tefsiri çok önemlidir. Çünkü bu tefsir, murat edilen şeyin kendisidir. Bu durum, ancak bilen bir kişiden işitilen veya bizzat müşahede edilen şey gibidir. Mâtürîdî’ bunu da şöyle açıklar:
“Te’vîl, işin sonunu beyan etmektir. Bu kelime dönmek anlamındaki âle-yeûlu kökünden türetilmiştir. Anlamı sözün muhtemel olduğu manalardan birisine yöneltilmesidir. Tefsirdeki zorluk te’vîlde mevcut değildir. Zira te’vîlde Allah’ı şahit gösterme yoktur. Çünkü bir yorumcu, bu tür yorumlarıyla (te’villeriyle) kastedilen şeyden haber vermekte ve ‘Allah bu yorumla bu maksadı kastetmiş veya murad etmiş’ dememektedir. Buna karşılık ‘bu ayet şu anlamlara gelmekte ve bu anlamlardan biriyle yorumlanabilir’ demektedir.
Bu, insanların kendi aralarında tabii olarak konuştukları ve ‘Allah hikmetinden dolayı en doğrusunu bilir’ dedikleri şeylerdir. Mesela, tefsirciler (ehlu’t-tefsîr), elhamdulillâh lafzı üzerinde görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Bir kısmı, ‘Allah kendi nefsine hamdetti’ derken, diğer bir kısmı da ‘Allah kendisine hamt edilmesini emretti’ demektedirler. Her kim ki, bu iki yönden birini tercih eder ve ‘kastedilen budur’ derse, o kişi müfessirdir. Te’vîl ise, bir müfessirin ‘Hamd, Allah’ı öven ve metheden bir kelime olduğu gibi, O’na şükretmeyi de emreden bir kelimedir ve Allah bununla neyi kastettiğini daha iyi bilir’ demesidir. Sonuç olarak tefsîr, tek bir açıklama veya anlam yönüne sahip, te’vîl ise birçok yönlere sahiptir.[5]
Görüldüğü üzere tefsir ve te’vil kavramlarına getirdiği bu terimsel ayırım ile Mâturidî, Kur’an yorumlarını değer açısından ele almakta, tefsirin sadece Hz. Peygamber ve ashabına, te’vilin ise fukahaya ait olduğunu/olabileceğini ifade etmektedir. Daha açık bir ifade ile o, Hz. Peygamber ve ashabının yaptığı açıklamalara tefsir, ulemanın yaptıkları yorumlara ise te’vil demektedir. Dolayısıyla te’vil, değer açısından tefsir gibi değildir. Çünkü te’vilde ihtimalli yorumlar söz konusudur, tefsirde ise böyle bir durum söz konusu değildir.[6] Bu nedenledir ki Maturidî, yaptığı Kur’an yorumuna, tefsir adını değil de Te’vîlâtu’l Kur’ân”adını vermiştir. Bu kitabın bir diğer adı da “Te’vîlâtu Ehli’s-Sünne” dir.
Maturidî’nin tefsir ve te’vile yaptığı bu tanımla – ki bu tanımda bazı sorunlu noktalar söz konusu olsa da- dinî düşüncelere ve yorumlara dayalı tefrikayı önlemeyi; mevcut problemleri kısmen de olsa çözmeyi, ümmetin birlik ve beraberliğini, sahabenin Kur’an yorumunda ve buna bağlı yaşanmış İslam’da aramayı amaçladığı anlaşılmaktadır. Zira nüzul ortamında yaşayan ve nüzul sebeplerine vakıf olan bir nesil,– bazı yanlış anlamalar olsa da- ; nüzul ortamında yaşamamış ve nüzul sebeplerini yaşayarak değil de işiterek öğrenmiş bir nesle göre ayetlerin amacını ve ne demek istediğini daha doğru anlama imkanına sahiptir. Bununla birlikte, sahabenin Resulullah’tan yaptığı rivayetlerin yanında kendi görüşlerini de zikretmesi, birçok konuda farklı görüşlere ve anlayışlara sahip olmaları, sahabe tarafından yapılmış Kur’an’ın tamamını kapsayan bir tefsirin bulunmayışı, yorum yapan sahabe sayısının ( 150 civarında) çok az oluşu, daha da önemlisi tefsir tanımını anlama faaliyeti üzerinden değil de şahıslar üzerinden yapılması, bu tefsir tanımının zaaf noktalarını oluşturmaktadır. Ancak tefsirin bu tanımında bazı zaaf noktaları olsa da, dinî yorumları ve görüşleri değerlendirmede Maturidî’nin bu kriteri önemli bir role sahiptir. Zira bu kriteriyle Maturidî, Kur’an yorumcularına adeta şöyle seslenmektedir: Sizin yorumlarınız ve görüşleriniz de, benim yorumlarım ve görüşlerim de tefsir kategorisine dahil değil, te’vil kategorisine dahildir, dolayısıyla Kur’an’ı sahabenin anladığı gibi anlamamış/ anlayamamış olabiliriz. Bu nedenle kişisel görüşlerimizi ve yorumlarımızı, tefsir gibi değerlendirmememiz ve “benim anladığım tek doğru” diyerek tefrikaya sebep olmamamız gerekir. Bu anlayış, Hz. Peygamber’in Muzaz b. Cebel’i Yemen’e gönderirken aralarında geçen mükalemede yer alan Kur’an, sünnet ve içtihad sıralamasındaki bilgi hiyerarşisine uygun düşmekte ve bize de bir mesaj niteliği taşımaktadır. Zira günümüzde de bu ve buna benzer kategorik düşüncelerin ve “mutlak doğru”cu anlayışların tefrikayı körüklediği bilinmekte, hatta teşvik ettiği görülmektedir. Bu nedenle yapılan dinî yorumların ve üretilen düşüncelerin, bir de bu açıdan değerlendirilmesinde yayar bulunmaktadır.
Prof. Dr. Celal Kırca
[1] .Muammer Erbaş, Evlenme ve Boşanma Örneğinde Dinî Ahkamın Kur’an ve Sünnet Işığında Güncellenmesi, İzmir,2014, s.73-74,( İbn Abidin, Reddü’l Muhtar, 3/ 190’dan naklen)
[2] Muhammed b. Muhammed b. Tâvit et-Tancî, “Gazali’ye Göre Kur’ân’ın Tefsiri”, Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi, Ankara, 1962, s. 14. Ayrıca bkz. Tancî, İslâm Mezhepleri Tarihi Ders Notu, İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü, İstanbul 1970, s. 12.
[3] Buhârî, Sahih, Kitabu’t Tefsir, 110.
[4] Ahmed b. Hanbel, Müsned, İstanbul 1982, I/85.
[5] Ebû Mansûr el-Mâtürîdî, Te’vilâtu’l Kur’ân, Kayseri Raşid Efendi Kütüphanesi, No: 47, v. 1b.
[6] Geniş bilgi için bkz. Talip Özdeş, Mâturîdî’nin Tefsir Anlayışı, İstanbul 2003, s.89-93.
Dini konularda düşünebilmenin, fikir yürütebilmenin ve farklı bakış açısı zenginliğine ulaşabilmenin önünü açan ve insanları buna teşvik eden İmam Maturidi’nin tefsir/te’vil yaklaşımına dair güzel bir yazı ve yorum okudum. Kaleminize ve ilminize bereket hocam.