Kulluk, basit ve sade bir köle olmanın ötesinde Yüce Yaratıcıya ruhsal açıdan tam bir teslimiyet içinde bedenin gerçek sahibine ait olma duygusuyla ama bütüncül açıdan Rabbbine mutlak bağlılık bilinciyle ortaya çıkan teslimiyetin sürekli tecrübesini ifade etmektedir. Dinler Tarihinde kulluğun muhatabı olarak inanç sistemlerinin odağında “kutsal” bulunmaktadır. Tarih boyunca kutsal kavramı gelenekler tarafından tamamen başka, gizemli ve olağanüstü varlık veya varlıklar olarak anlaşılmış; onlarla ilişkili birtakım eşya, bazı olağanüstü güç, kuvvet veya karizmaya sahip özel insanlar, bu insanlarla doğrudan ilişkisi olan bazı seçilmiş hayvanlar, kutsalın etkisi altındaki (mukaddes) nesneler, mekanlar ya da zamanlar da mukaddes (kutsalın tezahürleri) kabul edilip her zaman sıradan ve dünyevi olanlardan farklı, üstün ve ayrıcalıklı tutulmuşlardır.
En yüce boyun eğdirici otorite olarak Kutsal Varlığa yönelik beşerin verdiği olumlu yanıtlar en soyut haliyle gönüllü olarak boyun eğme ve şartsız ve mutlak itaatlar, tam olarak inançların emrettiği merkezi ibadetlerinde ortaya çıkan kulluk tecrübeleridir. Dinle özdeş kılınarak dindarın pratik hayatında mutlak teslimiyetini gösteren kulluğu meydana getiren gerçek otorite, çoğu kez Üstün bir Güç iken bazen en basit haliyle dini bir kurala dönüşmekte çoğu kez en çetrefilli şekliyle ilahi bir ilke, metafizik bir irade veya gizemli bir söz olarak da yeterli olabilmektedir. Bunlara yönelik dindar insanın yükümlülükler ise pek çok seviyeden beşerin anlamlar yüklediği şekillerle veya çeşitli ibadet formlarıyla ifa ve ifade edilebilmektedir.
Dinler Tarihine göre kulluk aynı zamanda ahlaki bir erdem olmasının yanında dini bir değer hatta manevi arınma yoluna girişin ön şartı olarak da önemli olduğundan ihlal edilmesi durumunda dini itaatsizlik genel başlığı altında en ağır formuyla dinden çıkma, inkar ve küfür iken en hafif şekliyle sıradan bir rahibin mukaddes bir yol göstericisine mesela kendi üstadına karşı gösterdiği itaatsizlik ve isyankarlık kabul edilmektedir.
Dinler Tarihinde diğer inançların vaaz ettiği kulluğun, aile, cemiyet ve siyaset hayatında etkileri mevcuttur. Ruhban sınıfı olan geleneklerde onların soyutlanmış örnek modelliği sürekli öne çıkmaktadır. Dindarların ruhban gibi beşeri otoritelere mutlak boyun eğme daha yüksek seviyede gözlemlenirken rahipleri bulunmayan bunun yerine otoriter kaideleri öne çıkaran kültürel sistemlerde ise itaat ve emirlere tavizsiz uyma çoğu kez kulluk olarak yansıtılmaktadır. Bu bakımdan inançların ibadet anlayışları aynı zamanda mensuplarının ruhban, kutsal metin gibi somut otoritelere gösterdiği itaat ile eşdeğerdir.
İslam’ın emrettiği namaz gibi somut bir kulluk ifadesi mukayeseli açısından değerlendirildiğinde tüm inanç ve kültürlere adeta parçalı olarak dağıtılmış durumda olduğu gözlemlenebilir. Söz gelişi geleneklerin dünyaya müspet bakan, insanın daima alemi koruma ve kollama görevinde olduğunu, insanlara mesaj taşımak niyetinde olduğunu öne süren Yahudilik gibi inançlarda ile ayakta (kıyamda), yüksek sesle okunan metinlerle bir cemaat havasında ibadet icra edilirken bireyin ruhsal kurtuluşuna odaklanan ruhani hayatın mükemmelliğine vurgu yapıp hareketsizlik içinde mutlak pasifliği barış sembolü olarak anlayan kültürlerde yoga temrinleriyle bedenin tezkiye ve ıslah edilerek mükemmel seviyedeki ruhani aleme bağlamasını öne çıkarmak oturarak gösterilmektedir. Namazda otururken ettehiyatü ve diğer barış ve esenlik içeren dualar okunduğunda ortaya çıkan hareketsizlik anındaki bu derin ve boyutlu mükemmellik anlamları Müslümanda daha güçlü bir şekilde izhar olmaktadır. Hıristiyanlık gibi sevgi ve saygıyı merkeze alan inançlarda bu durum dizler üzerinde durarak sembolik olarak gösterilirken Çin kültüründe sessiz işleyen Tao nizamına olumlu yönde (yang) sosyal ve bir bütün olarak katkı ve uyum sağlamayı zorla ve dikte ederek amaçlayan Konfüçyanizm ve Tao nizamına olumsuz, bireysel ve sükûnet içinde onunla bütünleşerek (yin) kulluğu kendiliğinde tezahür ettiren Taoizm, ibadeti evrensel prensip Tao’ya saygı gösterecek şekilde kalp ile akıl aynı hizaya getirilerek bu durum eşitlenerek ifa edilmektedir. İslam namazında belin eğilip ruku formuna kavuşması ve Allah’ı tesbih ederken derin bir huşu içinde tazimi de tekrarlamak, daha kapsayıcı ve kuşatıcı görünmektedir. Son olarak Mecusilik başta olmak üzere tüm kültürlerde çok yapılmamakla beraber ortak olarak dua ve yakarış mekanı olarak mevcut olan en yüce form secde halidir. Böylece Dinler Tarihine göre çoğu kez tek başına secde formu bile insanın kendi ruhsal özüyle alçakgönüllü oluşunu, bedeniyle asli maddesiyle kavuşma anını, hiçlik duygusuyla kendi yaratıcısına en yakın hissettiği bilinçli teslimiyetini izhar etmektedir.
Neticede evrensel-yerel, özne-nesne, insan- varlık, kutsal- seküler gibi tezat gibi görünen alanları bir bütünlük içine sokan İslam’ın namaz anlayışı, dinin gerçek anlamı olan Rabbe kulluk ve bir teslimiyetin beşer tarafından icra ve ifadesidir. Diğer kültürlerdeki insanların parça parça icra ettikleri bu bütüncül ama çok parçalı hareketleri, çok boyutlu anlamlar dolu, insan olma ve mahluk oluş bilinci veren yönleriyle namaz, hem bir niyete bağlı benlik hem de şeyler içinde nesnellikle örtüşme kazandırıcı yönleri insanın sahip olabileceği en mükemmel bir kulluk modelidir. Namaz, bütün kültürel ve geleneksel öğretilerden ortaya çıkabilecek dini, kültürel, insani ve objektif önemli kulluk değerlendirmedir. Son olarak namaz, varlık, insanlık ve kulluğu “Tevhid potasında” eriten bir ilahi kelamın somut ifadesi, bütün meleke ve organlarıyla bedenin farkındalığını öne çıkaran tecellisi ve teslimiyeti mutlak tezahürü olarak emredilmiştir.
Prof. Dr. Mustafa ALICI