“Her eylem yeniden diriltir beni” der merhum Mehmet Akif İnan.
Mümini her seferinde yeniden dirilten en kutlu eylem “namaz”dır. Namaz, günde beş kez bizi Rabbimizin huzurunda yoğurup dirilten bir “Tevhid eylemi”; insanların ruh dünyalarında şekillenmeye başlayan kirleri, pasları, putları bir bir eriten “Tevhid güneşi”dir…
Akif İnan’ın dua makamında mısralara döktüğü gibi:
“Doğ ey güneş erit taştan adamı / Ve kurut taşları diken elleri” (…)
“Kurtuluş haberi olsun dünyaya / Ayırma üstümden bir an gölgeni.”
Namazda Tebbet suresini okuyup “tebbet yedâ Ebî Lehebin ve tebb (Ebû Leheb’in elleri kurusun! Ve kurudu da!)…” derken de biz, insanların ruh ve gönül meydanlarına her gün yeni putlar diken çağdaş Ebû Leheb’lerin ellerini Rabbimizin inayeti ile kurutma irademizi tekrarlarız her seferinde…
Evet, her namaz eylemi yeniden diriltir bizi… “Diriliş” muhteşem bir kelime!.. Üstad Sezai Karakoç’un yeniden anlamlandırdığı bu heyecan verici kelimeyi biz “Namazla Diriliş” terkibiyle söylemden eyleme dökme gayretindeyiz… Gelin şimdi, üstadın “diriliş manifestosu” niteliğindeki bir yazısını okuyalım:
“Kışa bakarsanız, kış, görünüşüyle hiç de baharı, hele yazı vadetmez. Yaza bakarsanız, yaz, sonbaharı, hele kışı çağıracakmış gibi hiç gözükmez. Ama insan, tecrübeleriyle bilir ki, yaz ve güzden sonra kış gelir. Kıştan sonra da bahar ve yaz. Bunun gibi, toprağa ve çürümeye terk edilen ölüye bakarsanız, yalnız ona bakar ve karşılaştırma duygunuzu çalıştırmazsanız, her yerde ve her şeyde ölüden diri, diriden ölü çıkartan Allah’ın kudretini görmezlikten gelirseniz, ölümden sonraki dirilmeyi inkâra zorlayan şeytana kolaylıkla avlanırsınız… İnsan, öldükten sonra dirilecek ve hesap verecektir. Yoksa bu hayat, başlar başlamaz biten bir şarkıdan farksız olur. Rüya hayata göre neyse, bu dünya hayatı da öte dünya hayatı önünde odur. Bir bakıyoruz, güneş doğmuş, sonra yükselmiş, sonra tam ortaya gelmiş, sonra sararmış ve eğilmiş, sonra batmış. Ama, yarın gene güneş doğacaktır. Hayat da güneş gibi doğum, yükselme, iniş ve batış çizgilerini taşır. Fakat, yine bir doğum olacak. Hatta, denebilir ki, ölümden sonra insanın dirilmesi, güneşin yarın doğmasından daha kesindir. Çünkü: insan, güneşten bin kere daha doğmaya daha çok lâyıktır. İnsanın anlamı, güneşten üstün… İnsan, muhakkak öleceğini bildiği halde, yine kalbinde, hep ebedi yaşayacakmışçasına bir duygu taşımaktan da geri durmaz. Bu, ölüm korkusundan dolayı değil, ölümden sonraki hayatın belli belirsiz izini taşıdığımızdan doğuyor.
Medeniyet ve kültürler de böyle. Bir medeniyetin ölümü yaklaşmış sanırsınız, işte tam o sırada öyle bir çiçeklenme gösterir ki şaşarsınız. Sanırsınız ki, bir medeniyetin kışı onu ölüme götürmektedir. Fakat ansızın o medeniyetin yeni bir baharı geliverir. Kültür yeniden filizlenir, yeniden boy atar. Ağaç yeniden yapraklanır ve yemişlenir.
Çağımızda İslâm kültürü de işte böyle yeni çiçeklenmeye, gebedir. Tükenen ve son ucuna varan, insanların atılımlarıdır. Fakat belli bir süre dinleniş, kabuğuna çekilişten sonra yeni bir atılım gelir. İslâm dünyasının her yanında böyle bir kültür hamlesinin işaretleri belirmiştir. Bunlar gün geçtikçe zenginleşecek, kökleşecek ve sonunda boy verecektir. Toprak sert, taş, kuvvetlidir. Fakat, tohumun içindeki kımıldanış, en sert toprağı yaracak ve en ağır taşı yerinden kaydıracak güçtedir…
Siz Allah’ın yolu silinip gidecek, kaybolacak mı sanıyorsunuz? Siz, dünya, hep karanlıklar içinde, zulme bulanmış doktrinlerin deneme tahtası olarak kıyamete kadar sürüklenip gidecek mi sanıyorsunuz? Siz, Kur’an, dipdiri ışıklarını saçıp dururken, insanda ve eşyada en ufak bir değişiklik yapamayacak mı sanıyorsunuz? Siz, insanın bu gururunun bir sonu gelmeyecek mi sanıyorsunuz? Siz, Allah’ın verdiği mühletin dolmayacağını, hep şeytanın kölesi olmakta devam edeceğinizi mi sanıyorsunuz? Siz, vaktin bir putataparlık bataklığına saplanıp kaldığını ve bir daha oradan kurtulamayacağını mı sanıyorsunuz? Siz, gömdüğünüz hakikatlerin bir daha açıklanamayacağını, sandukaların yarılıp açılamayacağını mı sanıyorsunuz? Siz böyle sanıyorsanız, iyice biliniz ki, büyük bir aldanış içindesiniz.” (Sütun-I, s. 200-202)
Böylesi aldanıştan Allah’a sığınan müminler taşları yaracak diriliş tohumlarını ekmekteler hamdolsun.
Abdullah Yıldız