Soru; insan yaşamının, insan düşüncesini başlangıç noktasıdır. Soru, insanı bir yerden başka bir yere ulaştırır. Sorabilen insan, arayış içinde olan insandır. Aramaya başladığımızda iyiyi, doğruyu bulma çabası için başlangıç çizgisindeki yerimizi de almış oluyoruz. Başlamak, bitirme azim ve kararlılığının ilk adımıdır. Bu azim ve kararlılığı göstermeyen insan herhangi bir noktaya ulaşamaz. Ancak soru sorabilmek; bilgi, birikim, aklı doğru ve iyi kullanabilme, hakikati arama düşüncesi gibi donanımlardan bir ya da bir kaçına sahip olmayı gerektirir. Aradığımız her ne ise ona ancak doğru soru sorarak ulaşabiliriz.
İnsanın yeryüzü macerası, serencamı da aslında bir muazzam soru ile başlamamış mıdır? Cevabı, soruyu soran tarafından çok net bir şekilde bilinen, sadece karsısındakilere bunu teyit ettiren bir soru ile başlamıştı her şey. ‘’Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’’ Cevap; soruyu teyit eden, doğrulayan bir formda ve çok nettir. ‘’ Belâ! (Evet!) Sen bizim rabbimizsin.’’ Bu soru-cevap, literatürümüze ‘’ Kalu Bela’’ olarak girmiş ve Müslümanlığımızın bununla başladığına inanmışız.
Hayatımız böyle bir soru ile başlamışken bizler bizi hakikate, düşünsel ve yaşamsal olarak doğruya ulaştıracak hangi soruları, dahası hangi doğru soruları sorabilme becerisine sahibiz? Doğru soruları sorabilmek için iyi niyet ve açık zihin sahibi olmamız gerekir. Burada uzun yıllar önce okuduğum ve arkadaşlarla konuşurken yeri geldiğinde anlattığım bir kıssayı aktarmak isterim
Dünyanın baş belası, kahrolası İsrail devleti yeni kurulmuş, ülkenin yöneticileri dünyanın değişik yerlerindeki Yahudileri devletlerine davet etmişler. O dönem komünizmle idare edildiği söylenen ve adı Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) olan bu günkü Rusya’da yaşayan Salamon ve ailesi bu çağrıya kulak vermişler ve İsrail’e gitmeye karar vermişler. Salamon, ailesini önden göndermiş. Kendisi de ne mal varlığı varsa toplamış, hepsini altına çevirmiş, altını eritip bir heykel yapmış. Heykeli de bir çantaya koyup yola çıkmış. Sovyet gümrük kapısında görevliler çantayı açtıklarında sormuşlar:
– Bu ne?
Salamon, yanlış soru yoldaş, demiş.
Görevliler; peki nasıl soracağız soruyu, demişler
Salamon, bu kim, diye soracaksınız, demiş
Görevliler, bu kim diye sorunca Salamon başlamış; bu büyük insan, bizim Yahudi olduğumuzu bildiği halde burada huzur ve güve içinde yaşamamızı sağlayan, ticaretimize karışmayan, bize burada her türlü kolaylığı sağlayan… liderimiz Lenin’dir, demiş. Bunu duyan görevliler, Salamon’un sözlerinden hoşnut olmuşlar ve onu bırakmışlar. Uzun ve yorucu bir yolculuk sonrası İsrail sınır kapısına gelen Salamon buradaki görevlilerin çantasını kontrol ettiklerinde sordukları:
-Bu ne? sorusuna Salamon; yanlış soru kardeş, demiş. Görevliler, peki doğru soru ne, nasıl sormalıyız, diye sorunca Salamon yine, bu kim, diye soracaksınız, demiş. Görevliler sormuş, Salamon cevap vermiş: Bu var ya bu; adi, zalim, bize ülkesinde her türlü eziyeti yapan, bize zulmeden, bize gün yüzü göstermeyen, ibadet ve ticaretimizi engelleyen… katil Lenin’dir. Cevaba sevinen ve yıllarca orada baskı altında yaşadığı halde inancından taviz vermediğini düşündükleri Salamon’a sarılırlar. Ülkene hoş geldin kardeş, diyerek çantasını ona verirler ve evine yollarlar. Evine gelen Salamon aile bireyleri ile hasret giderirken oğlu çantayı açar ve babasına sorar:
– Baba, bu kim? Salamon bu kez de oğluna:
-Yanlış soru oğlum, bu kim diye değil; bu nedir, şeklinde soracaksın. Oğlu sorunca da:
– Bu gördüğünüz on beş kilo altındır, demiş.
Evet, kıssa böyle bitiyor. Kıssada Salamon soru soran değil karşısındakilere istediği soruları sordurarak evine sağ salim ulaşmış, ne istediğini bilen, onu elde etmek için çabalayan uyanık biri. Uyanıklığı sayesinde de hedefine ulaşmış. Peki, biz; dünya yolculuğumuzun sonunda hedeflediğimiz yere problemsiz bir şekilde ulaşabilmek için sormamız gereken doğru soruları sorabiliyor muyuz, o yetkinliğe sahip miyiz? Yolculuk esnasında konakladığımız evimizi ve en önemlisi gönül evimizi hakikat, iman, ahlak, samimiyet, ihlas, kardeşlik, paylaşma, hoş görü, empati ve daha nice güzel hasletlerle doldurmak için sormamız gereken yerlere ve kişilere doğru soruları soruyor muyuz? Sorduğumuz sorular yolumuzu şaşırmamıza sebep mi oluyor? Yoksa karanlıklardan aydınlığa mı çıkarıyor? Sorduğumuz sorular kafa karışıklığı mı oluşturuyor, kafa mı açıyor? Aslında şöyle demek lazım: Soru sorabiliyor muyuz? Hayattayken sorduğumuz sorular, hayata gözlerimizi kapattığımızda bize sorulacak sorulara vereceğimiz cevapların da hazırlayıcısı olacaktır. Çünkü başlangıçta sorulan soru, öldüğümüzde bu kez ‘Rabbin kim?’ diye karşımıza gelecek. Buna göre hayat, başlangıcında ve sonunda bize sorulan iki soruya vereceğimiz cevaplardan ibaret. Bunların doğruluğu da yaşarken bizim sorduklarımızla alakalıdır. O halde bizim sormamız gereken doğru soru ne?
EYYUP YÜKSEL
Çok güzel ve yerinde yazı .Yüreğinize sağlık.