islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,5077
EURO
36,4331
ALTIN
2.962,75
BIST
9.144,47
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
18°C
Cumartesi Az Bulutlu
9°C
Pazar Az Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
11°C

DOĞRUSU HANGİSİ: “ALLAH AŞKI” MI “ALLAH SEVGİSİ” Mİ?

DOĞRUSU HANGİSİ: “ALLAH AŞKI” MI “ALLAH SEVGİSİ” Mİ?
13 Nisan 2024 09:00
A+
A-

Doğruluğun ölçütünü, zaman, mekan ve şahıslarda arama yerine,  Hz. Ali’nin “Hakikati insanlarla tanımayın, önce hakikati tanıyın ki, insanları onunla tanıyasınız”  sözünde  olduğu gibi  ilke ve kurallarda aradığımızda, doğru  yöntemi de öğrenmiş ve uygulamış  oluruz. Zira  amaçlarımızın doğruluğu  kadar, o amaçlara bizi  ulaştıracak  araçların da doğru olması gerekiyor.  Çünkü yanlış  araçla doğru hedefe  varılamıyor. 

Günlük hayatımızda  sıkça “Allah aşkına”   der, fakat  “Allah sevgisi” nden  yeterince söz etmeyiz. Nedense aşk sözcüğünü çok beğenir, sevgiye   o kadar da iltifat etmeyiz.  Aşk nedir?  Sevgi ile olan farkı nedir? Ki aşk üzerinde bu kadar  önemle duruluyor.  Lügatte aşk,  “Aşırı sevgi ve bağlılık duygusu”[1]; sevgi ise “İnsanı bir şeye veya bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygu” [2]    olarak tanımlanıyor. Bu tanımdan da anlaşılıyor ki   sevgide  normallik, aşk da ise aşırılık  söz konusudur. 

Bir benzetme ile söyleyecek olursak, “aşk” zirvedir, sevgi ise zirveye giden yolun  başlangıcıdır. Bu nedenle  bir  işe  sevgi ile  değil de, aşk ile başlanıldığında,   seyir yukarıya değil  aşağıya doğru olur ve  iniş başlar.  Zira zirveden daha ilerisi  yoktur. Sevgi öyle değil.  Sevgi, zirveye çıkan yolunun başı olduğu için, daha da yukarıya çıkma potansiyeline sahip bulunuyor. Zamanla  aşka dönüşme potansiyeline sahip olsa da, kontrol edildiğinde  aşka dönüşmeyebiliyor. Bu nedenledir ki aşk evliliklerinde  yıpranma, sevgi evliliklerine oranla daha  fazla  görülüyor.

Bir hatibin veya yazarın  kullandığı  kavramlar,   nasıl ki onun   düşünce dünyasını, arzu  ve isteklerini gösterirse;  Allah Tealâ’nın Kur’an’da   kullandığı  kavramların hem kendisi hem de ve sayısı, O’nun  bu konudaki  iradesini, arzusunu ve isteğini  de  gösterir. Zira kullanılan kelimenin hem kendisi hem de sayısı, o konuya  verilen  önemi ve değeri  ifade eder.  Bunu anlamak için sadece  Muhammed Fuad Abdülbakî’nin “el Mu’cemu’l Müfehres li Elfazi’l Kur’an” ına bir göz atmak kafidir.  Orda Kur’an’da en fazla kullanılan kelimenin “ Allah” lafzı olduğu görülecektir. Bunu diğer  sözcükler  takip  eder.

Kur’an’da yüz civarında “sevgi” sözcüğü olduğu  halde  “aşk” kelimesi  yoktur;   dolayısıyla “Allah aşkı” ndan  değil, “Allah sevgisi” nden  söz  eden ayetler vardır. “Deki ‘Allah’ı seviyorsanız, bana uyun, Allah da sizi sevsin”[3] ayeti  buna bir örnektir. Bunun haricinde  Allah  sevgisini ifade  eden ayetler  arasında Allah’ın, muhsinleri,[4] tevbe edenleri,[5] temizlenenleri,[6] muttakileri,[7] sabredenleri[8], tevekkül edenleri,[9]  adil olanları,[10]ve sözünde duranları,[11] sevdiğini anlatan ayetler, özellikle dikkat çeker.

Bunun yanında  Allah’ın, zalimleri,[12]  günahkarları,[13]  kendilerini beğenenleri,[14] hainleri,[15] müfsitleri[16] ve aşırı gidenleri[17]  sevmediği de  anlatılır. Bu nedenle Allah’ın kuluna olan sevgisine “aşk” denilemeyeceği gibi,  kulun Allah’a olan sevgisine de  “aşk” denilemez.  Allah “sevgi” demişse,  artık onun adı  sevgidir, aşk değildir. Sevgiye aşk demek, bir  tanımlama hatasıdır, bu da  kuzuya  koyun demek kadar yanlıştır.  Bir Müslüman,  sevgi hiyerarşisinde Allah’ı ve Hz. Peygamber’i önceleyebilir, hatta öncelemelidir de. Ancak  sevgideki öncelik ile  sevgideki yoğunluğun  birbirine karıştırılmaması da gerekir.  Sevgide öncelik sıralaması olur, ama sevgiye,  aşırı sevgi demek olan  aşk isimi verilemez. Zira sevgi ayrı  bir duyguyu, aşk ise başka   bir duyguyu tanımlar. 

Hadis  kaynaklarında da Hz. Peygamber’in de  Yüce Rabbi gibi,  sadece sevgi  kelimesini kullandığı ve  aşktan söz etmediği   görülüyor. Sadece hadis kitaplarımdan birinde  bir  sahabînin  aşkından söz edildiği ve  bu nedenle de namazlarında gevşeklik yaptığı naklediliyor.[18] Bu da aşkın o dönemde olumlu anlamda değil, olumsuz anlamda kullanıldığını gösteriyor. Kur’an’da Hz. Peygamber’e  kendisini dinlemeyen  akrabalarına, “Sizden yakınlığa  sevgi duymanızdan başka bir karşılık istemiyorum”[19]; “Allah’ı seviyorsanız bana uyun, Allah da sizi sevsin”[20]  diye konuşması emrediliyor.  Bu son  ayetin Türkçe’ye “Allah’ını seversen”  şeklinde yansıtıldığı da anlaşılıyor.  Bu nedenle İslam’ın ilk dönemlerinde hiç kimsenin “Allah aşkı” ifadesini  kullanmadığı, “Allah sevgisi” yerine “Allah aşkı” tabirini ilk defa Ebü’l-Hüseyin en-Nûrî’ (ö.295/908”adında bir sufînin  kullandığı  naklediliyor[21].  Bu bilgiden  hicrî üçüncü asra  kadar  kullanılmayan bu  ifadenin, bu tarihten sonra  kullanılmaya başlandığı ve yaygınlaştığı  anlaşılıyor. 

Hz. Peygamber’in, fıtratı gereği insanın  aşırılıklara tevessül edeceğini bildiği için, “Sevdiğin kimseyi ölçülü sev; olur ki bir gün o, senin buğzettiğin / sevmediğin kimse oluverir. Buna mukabil, buğzettiğin kimseye de ölçülü buğzet; olur ki bir gün o, senin sevdiğin kimse oluverir”[22]   dediğini  öğreniyor ve bundan da  onun Müslümanları  sevgi konusunda aşırılığa kaçmamaları için  uyarma ihtiyacı hissettiğini anlıyoruz. Çünkü o, getirdiği dinin, ifrat ve tefrite karşı olduğunu  biliyor ve bunun gereğini yerine getiriyordu.

Zira  tebliğ  ve tebyin  ettiği ilke ve kurallar arasında  helal, temiz, doğru ve güzel ilkelerinin yanında “denge” ilkesinin de yer aldığını  biliyordu. Nitekim getirdiği ve tebliğ ettiği ilkeler içinde  Yüce Yaratıcı bizden, yakınlarımıza, düşkünlere, yolda kalmışlara yardım etmemizi, fakat bu verişlerde  bizi yoksul bırakacak kadar aşırılığa kaçmamamızı, tutumlu olacağız diye de cimrilik  etmememizi[23], ikisini dengeleyen bir  davranışta  bulunmamızı;[24] “küçük dağları ben yarattım” havası içinde  böbürlenerek, kibirlenerek  yürümememizi,[25] namazda ses tonumuzu yükseltmememizi,  çok da kısarak okumamamızı, ikisi ortası bir yol takip etmemizi;[26] yememizde ve içmemizde  aşırılığa kaçmamamızı,[27] kainatta  bir  düzenin ve dengenin  bulunduğunu, dolayısıyla bu dengeyi bozmamamızı,[28]    ve bu bozulmaya da  sebep olmamamızı istiyordu.[29]    Bu nedenledir ki Hz. Peygamber,  dinî konularda aşırı tutum ve davranışlarda bulunan  bazı sahabîleri uyarma ihtiyacı hissetmiştir.    Şu örnek,  bunu en güzel bir şekilde açıklar:

Bir gün kıyamet alametlerinden söz eden Hz. Peygamber,  bir grup sahabîyi  derinden etkilemiş ve bu grup Osman b. Maz’ûn’unevinde top­lanarak sürekli oruç tutmaya, geceleri namaz kılmaya, yatakta yatmamaya, et ve yağ yememeye,  kadınlara yaklaşmamaya yün elbise giymemeye, dünyayı terk etmeye, yeryüzünü gezip dolaş­maya ve bu konularda birbirlerini kontrol edip eksikliklerini ha­tırlatmaya karar vermişlerdir. Hz. Peygamber bu olayı ha­ber alınca, hemen Osman b. Maz’ûn’unevine gitmiş ve onlara:

 “Ben bununla emr olunmadım. Nefsinizin sizin üzerinizde hakkı vardır. Bazen oruç tutun, bazen tutmayın. Gecenin bir kıs­mında ibâdet edin, bir kısmında da uyuyun. Ben geceleri bazen kalkar, namaz kılarım, bazen de yatar uyurum. Bazen oruç tutar bazen de tutmam. Et ve yağ yerim. Kim benim sünnetimden ayrılırsa benden değildir.” der. Daha sonra adeti üzere mescide gi­derek hutbeye çıkar ve şunları söyler:

 “Bazılarınıza ne oluyor ki, kendilerine kadınları, yiyecekleri, helal nimetleri, uykuyu ve dünyanın meşru zevklerini haram kılıyorlar. Dikkat ediniz ben size Hıristiyanların keşiş ve ruhbanları gibi olmanızı kesinlikle emretmedim. Bizim dinimizde et yememek, kadınları terk etmek, Hıristiyanların yaptıkları gibi devamlı ibâdet edilecek özel yer­ler kullanmak yoktur. Ümmetimin inzivası oruç, ruhbâniyyeti ise cihaddır. Allah’a ibâdet ediniz ve O’na hiçbir şeyi ortak koşma­yınız. Haccediniz ve umre yapınız. Namazınızı kılınız ve zekâtı­nızı veriniz. Ramazan orucunuzu tutunuz. Sizden önce çok aşırı gidenler, helak oldular. Siz kendinize sahip olunuz”. Daha sonra da “Ey îmân edenler, Allah’ın size helâl kıldığı şeyleri kendini­ze haram kılmayın, aşırı gitmeyin. Çünkü Allah, aşırı gidenleri sevmez”[30] buyurur.

Abdullah b. Amr b. As ise askerî bir kimliğe sahip olan ba­basının tam aksine gece ve gündüz bütün vakitlerini ibâdetle ge­çiren bir sahabîdir. Sırf bu yüzden babası Onu Kureyşli bir kız­la evlendirmişti. Fakat Abdullah ibadetlerinden vakit ayırıp da eşiyle ilgilenmemişti. Konuya muttali olan Hz. Peygamber O’na:

 “Ben hem oruç tutarım hem de tutmam. Geceleri hem namaz kılar hem de uyurum. Hanımlarımla bir arada bulu­nurum. Benim sünnetim budur. Benim sünnetimden ayrılan ben­den değildir” diyerek şöyle devam eder:

 “Her âbidin ibâdet için coşkulu anları ve dönemleri mevcuttur. Fakat bu dönemi bir du­raklama takip eder. O zaman insan, ya sünnete doğru gider ya da bid’ate doğru gider. Sünnete giden hidayete gitmiş, başka yo­la giden de helak olmuş demektir.”[31]

 Bu iki örnekte de görüldüğü gibi dengesiz dinî bir hayat karşısında Hz. Peygamber’in tavrı gayet açık ve nettir. O insan bütünlüğünden yanadır ve dengenin tarafındadır. Bu se­beple de aşırı davrananları uyarmakta ve yermektedir. Hiç şüp­hesiz bu ilke, Kur’an’ın ana ilkesidir. Böylece hem Kur’an, hem de Hz. Peygamber, fert ve toplum hayatında dengeyi koruma­ya çalışmış ve aşırılıklara kapıyı açık bırakmamış, dinî hayatımızda ifrat ve tefrite kaçan davranışları yasaklamıştır.

İfrat; söz ve işte haddi aşmak, aşırı gitmek anlamlarına gelir. Bu kelime ile ilgili olarak kullanılan ve aynı kökten gelen bir diğer kelime de, tefrittir. İfrat ve tefrit, bir birine zıt olan iki aşırı uç demektir. Söz ve fiillerinde ileri giden, haddi aşan kişiler için kullanılan bir ta­birdir. İfrat, öne geçmede çok ileri gitmek, tefrit ise, çabuklukta çok geri kalmak anlamına gelmektedir

Hz. Peygamber, muhtelif sözlerinde bu konuyu şöyle açıklamaktadır: “Vü­cudunun sende hakkı vardır”[32],  “Gözünün sende hakkı var­dır”[33], “Nefsinin sende hakkı vardır” [34],  “Hanımının  sende hakkı vardır”[35], “Çocuğun sende hakkı var­dır” ,[36] “Ailenin sen­de hakkı vardır”[37], “Arkadaşının sende hakkı vardır”[38], “Misafirin sende hakkı vardır”[39] ve “Rabbinin sende hakkı vardır ve her hak sahibine hakkını ver”[40]      

Hiç şüphesiz bu hadisler, bir Müs­lümanın günlük yaşayışında nasıl davranacağını ve dengeleri nasıl koruyacağını bize hatırlatmaktadır. Bu hak ve görevlerden bazılarına değer verip bazılarına değer vermemek, bazılarının lehine bu dengeyi bozmak İslâm’ın  genel prensiplerine aykırıdır. Müslüman, her şeyden önce dengeleri korumak ve gözetmek zorunda olan kimsedir.           Bu nedenle  Müslüman, “aşk”  kelimesinin büyüsüne  kapılarak sevgide de  aşırılığa gitmemelidir.

Her konuda  aşırılığa karşı olan İslam, sevgi konusunda da aşırılığa karşıdır. Çünkü aşırılık  bir saat sarkacı gibi insanı, bir uçtan diğer uça  savurur. “Aşkın gözü kördür” sözü, her halde  boşuna söylenmemiştir.    Bu nedenle   her konuda olduğu gibi aşk konusunda ölçümüz, Kur’an ilkeleri olmalı, yoksa şahıs sözleri  değil. Kur’an ilkelerini  ve Hz. Peygamber’in uygulamalarını bir kenara bırakarak, şahıs  görüşlerini dinî anlayışımızın ve hayatımızın  temeline yerleştirmek, doğru bir anlama yöntemi   olamaz. Hz. Peygamber’in ifadesiyle dinin temelinde aşk değil, sevgi bulunur : “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız”[41]  sözü,  bunu  ifade eder. Bu nedenle  hem  dinî  hem de sosyal  hayatımızda sevgi, ana ilkelerimizden biri olmalıdır.

Prof. Dr. Celal KIRCA

YAZARIN DİĞER YAZILARINI OKUMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ

MİRATHABER.COM – YOUTUBE


[1] TDK, Türkçe Sözlük, Ankara,2005,s.138.

[2] TDK, Türkçe  Sözlük, s.1742.

[3] Al-i İmran,3/31

[4] Bakara,2/195

[5] Bakara,2/222

[6] Bakara,2/222

[7] Al-i İmran,3/76

[8] Al-i İmran,3/146

[9]  Al-i İmran,3/159, Maide,5/142

[10] Maide,5/42

[11] Tevbe,9/7

[12] Nisa,4/140

[13] Bakara,2/276

[14] Nisa,4/36.

[15] Nisa,4/107.

[16]  Maide,5/64

[17]  Maide,5/87

[18] Ahmet b. Hanbel, Müsnet , İstanbul,1982,5/164

[19] Şûrâ,42/23

[20] Al-i İmran,3/31

[21] Mustafa Kara, Ebü’l-Hüseyin en-Nûrî, TDVİA, İstanbul,1994,10/ 329

[22] Tirmizî, Bir, 60, (H.N.1997)

[23] İsra,17/26-30.

[24] Furkân,25/67.

[25] İsra,17/37.

[26] İsra,17/110.

[27] A’raf,7/31

[28] Rahman,55/5-9.

[29] Rûm.30/41.

[30] Vâhidî, Esbabu’n-Nüzûl, Kahire 1968, 137-138.

[31] Komisyon, Sahabiler Ansiklopedisi, Tercüman Gazetesi, İst. 1989, 16.

[32] Buharî, Savm, 55.

[33] Buharî, Savm, 55.

[34] Buharî, Savm, 51.

[35] Buharî, Savm, 54.

[36] Müslim, Savm, 183.

[37] Buharî, Savm, 51.

[38] Nesaî, Savm, 76.

[39] Buharî, Savm, 54.

[40] Buharî, Savm, 54.

[41] Müslim, İmân, 93.

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar
  1. Neşet Kaya dedi ki:

    Hocam,
    Allah’ım razı olsun.
    Çabalarınızin karşılığını fazlasıyla versin.

  2. Muhammed Bahaeddin Yüksel dedi ki:

    Hocamızın yazısı her zamanki gibi harika olmuş.