İnsanın kendi acziyetini fark etmesinin yolu; kendisindeki eksikliği hissetmesi ve Allah’tan bu eksiğini gidermesini istemesidir. Dua, acziyetin ifadesidir. İnsan, dua ederek kendi acziyetini dışa vurur ve kendisini tamamlamak için Rabbinden yardım talebinde bulunur. Bu yardım talebi kabul edildiğinde kişide sürur meydana gelir. Ve insan tamamlandığını idrak eder.
İnsanın yeryüzüne gönderiliş amacı imtihana tabi tutulmak ve insanlardan kimlerin iyi bir kul olma çabası içinde olacağını görmektir. Buradaki görme, kulun bizzat kendisinin kendisini gözlemleyerek kendi iyiliğini ve kötülüğünü görmesini de içermektedir. Rabbimiz, zaten her şeyi görmekte ve bilmektedir.
İnsanın, hayatta beklentileri olacaktır. Ama bu beklentileri her zaman karşılama gücüne sahip olmayabilir. Bazen insan, iyi bir insan olma isteğine de sahip olabilir. Ancak şartların tesiri altında bir türlü iyi bir insan olma isteğini yerine getirememektedir. İşte burada dua, insanı isteğine kavuşturan temel bir durum, duruş olarak öne çıkmaktadır. Dua, ‘Allah’ım ben yetersiz kaldım, ancak güçlü olan Sensin, Sen yardımıma gelmezsen benim halim nice olur’ demektir. Bu da ilahi yardımı celbedecek bir ruhsal duruşa işaret eder.
Dua, fiili ve kavli olarak ikiye ayrılır. Bu ikiye ayrılma, kulun, kendi kesbini de dikkate alarak son noktanın ilahi kudret tarafından belirlendiğini kabulü ile alakalı bir durumu, duruşu gösterir. Yani kul, hiçbir şey yapmadan öyle durarak, işlerini Allah’a ısmarlayan değil, bütün çaba ve gayretini gösterdikten sonra, sonucu Allah’a tevdi ederek kendi acziyetini kabul edendir. ‘Allah, izin vermedikçe yaprak düşmez’ misali, olup biten her şeyde ilahi meşietin varlığını idrak eden kul, Allah ile doğru bir irtibat kurarak onun iznini alan ve onu dayanak kılarak kendi varlığının anlamını gerçekleştiren kişidir.
İnsana belirli bir güç verilmiştir. Bu gücün harekete geçmesi de ilahi izne tabidir. Buradaki ilahi izin ise mutlak olana gönderme ve kişinin iradesini devre dışı tutan değil, bilakis onun için hayırlı olanı tercih edene bir göndermedir. O yüzden “iyi gördüğünüz bir şey kötü, kötü gördüğünüz bir şey iyi olabilir.” Bu temel gerçeklik, insanın kötülüğüne değil, bilakis, iyiliğine yönelik durum tespitidir. Dua, istenilen şeyi yapabilecek bir kudrete sahip bir varlığa yöneltilmiş olmalıdır. Yani bir şeyi istiyorsunuz, etrafınıza bakınırsınız, kimin bunu sağlama gücü varsa, ona yönelir ve ondan istersiniz, o da eğer isterse sizin isteğinizi yerine getirir, istemezse isteğinizi geri çevirir. Çünkü gücü yeten odur. İşte Allah her şeye gücü yettiği halde kulun isteğini kendi lehine olması bağlamında sonuçlandırır. Kul, kendi anlayışı ile farklı yorumlasa da durum değişmiyor. Bu, Allah’ın, ulûhiyet makamının kudretini ve bütünüyle iyi oluşuna delalet eder.
Dua, Müslüman için Allah’tan başka bir şeyden bir şey dilememeyi içerir. Yani ne istiyorsa onu sadece Allah’tan ister. Bu Allah ile kul arasındaki derin bağı gösterir. Dua, zaten kulun Allah ile kurduğu derin bağdır. Bu yüzden kul, her işinde Allah’a yakarır, ondan diler ve ona yönelir. Fatiha suresinde: Kul; “Allah’ım yalnız sana kulluk eder ve yalnızca senden yardım dilerim” diyerek bir ahit vermektedir. Bu ahde vefa göstermek, kul açısından çok önemli, Allah katında ise, kulun değerini ortaya koyan bir tutumu işaret eder.
Fiili dua ise, kulun bir şeye ulaşma isteğini gerçekleştirme adına kendi üstüne düşen yükümlülüğü yerine getirme konusunda zaaf göstermeme ve gerekeni yerine getirerek sabırla ilahi yardımı bekleyecek bir pozisyonu elinde tutmaya tekabül eder. Fiili dua, kişinin, ellerini kollarını bağlayarak, başkalarını kendi isteğini yerine getirmeye koşturma değil, bilakis, kendi çaba ve gayretini ortaya koymadır. Bu yüzden kavli duaya geçmeden önce fiili duaya yönelmek ve yerine getirmek şarttır. Yani duanın kabulünü sağlayacak olan şey, fiili duanın yapılmasını ön şart olarak belirler. İstisnai durumlar her zaman olacaktır tabi… Ama bilindiği üzere istisnai olan kaideyi bozmayacaktır. Bu yüzden duanın fiili olanına yönelik nebevi tavsiyelere de dikkat kesilmek elzemdir. Örneğin; üzerinizdeki belayı def etmek istiyorsanız, sadaka verin, sadaka belayı def eder. Bu tarz tavsiyeler çoktur. Kaza yapıldıktan sonra veya bir musibet ile karşılaşınca sadaka verilmesi, önerilen bir durumdur. Sadaka, aynı zamanda kazadan ve musibetten kurtulmaya yönelik bir şükür halini işaret eder. Böylece her işimizde Allah’a dayanmayı ve ondan talep etmeyi bir alışkanlığa dönüştürmemize vesile olur. Allah ile bu düzeyde dinamik bir ilişki kurmak, doğal olarak Allah’ın sürekli gözetiminde oluşuna yönelik kişide oluşan bir idrak ile kulluğu derinleştirerek daimiliğini sağlamak mümkün hale gelir.
Dua etmek, el açıp dilenmek demek değildir, bilakis, kendinden daha büyük bir gücün varlığına olan güvenin dile getirilmesi anlamını taşır. İlahi Kudreti, gücün yegâne sahibi kabul ederek sadece o istediğinde o işin olacağına olan imanı temellendirir. Bu yüzden dua, kişiyi Allah’a yaklaştırır ve yakınlaştırır.
Duanın sağladığı psikolojik vasat ile kul, yapacağı herhangi bir işte ilahi rızayı aramayı makul ve makbul görmeye başlar. Allah’ı hesaba katmadan bir adım atılamayacağı şuuru ile hareket eder. Gelin o zaman Müslümanlar, dua edelim, Allah’a kurbiyyet/yakınlık kazanalım, her işimizi ilahi rızaya matuf yapalım, güzelliğimizi artıralım, varlığın güzelleşmesine imkân sağlayalım, kendi güzelliğimizi de çoğaltarak selamı kaim kılalım…
Dua ile…
Abdulaziz Tantik