Allah ve Hz. Muhammed Mustafa’ya (sav) iman etmiş olan sahabiler, Mekke’de çok zulüm gördü. Mekke müşrikleri, on üç sene Müslümanlara maddî ve manevî bakımdan zulmederek, her türlü kötülüğü yapmıştı. Bilhassa üç yıl süren boykot yıllarında Müslümanları açlık içinde kıvrandırmışlardı. Açlıktan kıvranan çocukların feryatları diğer mahallelerden bile duyuluyordu. Bu dönemde hemen bütün sahabiler açlık ve sefalet içinde çok zor günler yaşadı.
Mesela daha sonraları sahabilerin en zenginlerinden olacak olan Hz. Sa’d bin Ebi Vakkas,bu dönemde açlık ve yoklukla imtihan olanlardan sadece birisi idi. Hz. Sa’d,ambargonun uygulandığı günlerde bir gece açlıktan kıvranırken, bir deri parçası bulmuş, onu suda ıslatmış, sonra ateşte kavurarak onu yemek mecburiyetinde kalmıştı. Medine’ye hicret ile birlikte zulüm bitmiş ve Müslümanlar yavaş yavaş kendilerini toparlamaya başlamıştı. Peygamberimizin (sav) liderliğinde Ensar ile Muhacirler arasında tesis edilen kardeşlik paktı sayesinde birçok Müslümanın maddî durumu nispeten iyileşmeye başlamıştı.
Ashabın En Yoksulları: Ashab-ı Suffe
Bunun dışında Medine’ye daha sonra hicret eden Müslümanlar, tanıdıklarına, tanıdığı olmayan kimsesiz sahabiler ise Mescid-i Nebevi’nin bir köşesinde kurulan ve Suffe ismi verilen bir yerde misafir olurdu. Ashab-ı Suffe’nin maddî durumu içler acısıydı. Onlar muhacirlerin en fakirleriydi. Kendisi de Ashab-‘ı Suffe’den olan Hz. Ebu Hureyre’nin o döneme dair verdiği bilgiler çok manidardır:
“Suffe ashabından yetmiş kişiyi gördüm de hiçbirinin bir cübbesi dahî yoktu. Üzerlerinde ya peştamal, ya da boyunlarına bağladıkları, bazısı dizlere, bazısı da topuklara kadar ulaşan bir hırka vardı. Avret yeri görülmesin diye de bu hırka önden elle toplanırdı.”[1]
Ashab-ı Suffe’nin yoksul öğrencileri, beş vakit namazlarını sürekli olarak Resulullahla (sav) ile birlikte kılardı. Ashab-ı Suffe’den bazıları namaz için durdukları yerde açlıktan yere düşüp bayılırdı. Onları gören bazı bedeviler de “bunlar delirmiş” derdi. Böyle durumlarda Resulullah (sav), namazını bitirince hemen yanlarına gider ve onlara şu sözlerle tesellide bulunurdu:
“Yüce Allah’ın katında sahip olduklarınızı bir bilseniz, sıkıntı ve muhtaçlığınızın daha çok olmasını isterdiniz.”[2]
Peygamberimiz (sav), açlıklarını giderebilsinler diye elinden geldiği kadar onlara hurma gönderirdi. Hurma da aslında o dönemde kıt idi. Hz. Aişeve Hz. Ömer’in verdiği bilgilere göre ancak Hayber fethinden sonra Müslümanlar hurmaya doyabilmişti.[3]
Bu sefer de Ashab-ı Suffe’nin karınları hurma yiye yiye yanmaya başlamıştı. Ashab-ı Suffe’den biri, buna dayanamadı ve bir namazdan sonra yüksek sesle “Ya Resulullah, hurma yiye yiye artık karnımız yandı. Ayrıca üstümüzdeki keten elbiseler de, gördüğünüz gibi, yama üstüne yama vurmaktan giyilemeyecek hâle gelmiştir.”dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz (sav), kalkıp minbere çıktı, kavminin elinden çektiklerini anlattı ve geleceğe dair bazı işaretler verdi:
“Ben ve arkadaşım (Ebu Bekir) on küsur gün yol yürüdük. Misvak ağacının acı meyvesinden başka yiyeceğimiz yoktu. Ondan sonra Ensar olan kardeşlerimize geldik. Onların da yiyeceklerinin çoğu hurmadır. Allah razı olsun ki bizleri kendilerine ortak yaptılar. Allah’a yemin ederim ki eğer ben ekmekle et bulsaydım, kendim yemez size yedirirdim. Fakat az daha sabredin. Öyle bir gün gelecek ki, siz veya kiminiz Kâbe perdeleri gibi kıymetli elbiseler giyeceksiniz ve içinizde sağ kalacak olanların önüne sabah akşam büyük tepsilerde çeşitli yemekler konacaktır.[4]
Bu sözler, Müslümanların ileride açlıktan ve yoksulluktan kurtulacağına ve zenginleşeceğine dair ferahlatıcı öngörülerdi.
Peygamberimizden (sav) Zengin Olma Yolunda Manevî Uyarılar
Peygamberimiz (sav), Uhud muharebesinden sekiz yıl sonra Mescid-i Nebevi’de Uhud’da şehit düşen sahabilerine, sağ ölü herkesle vedalaşan bir kimsenin edasıyla dua etti. Daha sonra minbere çıktı ve Müslümanların geleceği ile ilgili şu çok çarpıcı ikazları yaptı:
“Ben size, sizden önce Allah’ın huzuruna varan bir öncüyüm. Sizin için şahitlik edeceğim. Bana rastlayacağınız yer Havuz başıdır. Ben oraya şimdi durduğum yerden bakıyorum. Şunu da bilin ki, ben artık Allah’a şirk koşacağınızdan korkmuyorum. Fakat dünya için birbirinizle yarışıp düşmanlık edeceğinizden endişe ediyorum.”[5]
Peygamberimiz (sav), Müslümanların fakir kalacağından korkmuyor fakat dünya nimetleri içinde oldukları halde mal ve mülk yüzünden birbirleriyle yarışıp vuruşacaklarından endişe ediyordu. Zenginliğin, fakirlikten daha büyük bir manevî risk taşıdığını Efendimiz (sav), sık sık sahabilerine hatırlatma gereği duyardı. Dünya nimetleri, Müslümanların üstüne oluk gibi aktığı dönemlerde Müslümanların imtihanı daha da büyüyeceğini açıkça söylerdi. Yine bir gün Peygamberimiz (sav), dünya nimetlerinin aldatıcılığından bahsederek kaygılarını şu şekilde dile getirdi.
“Sizin İçin korktuğum şeylerden biri de, Cenab-ı Allah’ın size vereceği dünyanın ziynet ve güzelliğidir.”[6]
Peygamberimiz (sav) bir taraftan zengin olup da infakta bulunan zengin Müslümanları övmüş diğer taraftan da hayır noktasında ihmalkâr davrananları da her zaman uyarmıştır. Bu konuda sahabi Hz. Ebu Said el-Hudrî, aşağıdaki rivayetinde bizlere şunları aktarmaktadır:
“Resulullah (sav) minbere oturdu biz de etrafına oturduk. Dünya ve dünyanın ziynetlerinden bahsederek; ‘Benden sonra dünyalık servet yönünden başınıza gelecek felaketlerden korkuyorum’ buyurdu. Bunun üzerine bir adam şaşkınlıkla öyle bir soru sordu ki Resulullah (sav) bir süre sustu. Adamın sorusu şuydu: ‘Hayırlı şey, şer getirir mi?” Oradakiler o adama sitemkâr bir şekilde, ‘Resulullah (sav), sana bir şey dememişken sen niçin konuşuyorsun’ dediler. Adam sıkıntıdan dolayı kendinden geçmişti. Biraz kendine gelince terini sildi. Bunun üzerine Resulullah (sav), şöyle dedi:
‘Ey soru soran kimse! Beni dinliyor musun? Gerçekten hayır, şer getirmez. Fakat bahar yağmurlarının bitirdiği nice otlar vardır ki, o otların bir kısmı hayvanları öldürür, bir kısmı da yeşillik yiyerek hayatlarını sürdürenleri besler. Onlar şişip semirinceye kadar yerler, güneşten de istifade eder oynar, zıplar, idrarını yapar, tekrar otlarlar. İşte dünya malı olan servet de böyledir, yeşil ve tatlı olup aldatıcıdır. Müslüman zengin, kendisine verilen bu maldan yetim, fakir ve yolda kalmışa infak ederse ne iyi kimsedir. O hakkı olmadığı halde her şeyi alan kimse ise yiyip yiyip de doymayan kimse gibidir. O aldığı şeyler kıyamet günü kendi aleyhinde şahitlikte bulunacaktır.”[7]
Yoksulluğun da zenginliğin de birer imtihan vesilesi olduğunu ancak zenginlik imtihanının daha zor olacağını, bu sefer de Hz. Ali’nin dilinden öğrenelim:
“Resulullah (sav) ile birlikte mescitte oturuyorduk. O esnada Musab bin Umeyr yanımıza çıkageldi. Üzerinde deri ile yamalı bir elbiseden başka giyeceği yoktu. Resulullah (sav) onu görünce, onun Müslüman olmadan önceki lüks içinde geçen hayatını ve şimdiki yokluk hâlini düşünerek, ağladı. Sonra etrafındakilere dönerek: ‘Siz ileride, sabah bir elbise, akşam ayrı bir elbise giydiğinizde, önünüze çeşit çeşit yiyecekler gelip gittiğinde ve evlerinizi Kâbe gibi süslü örtülerle bezediğinizde acaba hâliniz nasıl olur?’ diye sordu. Oradakiler: ‘Ya Resulullah; Biz o zaman bugünkü hâlimizden daha hayırlı bir halde oluruz. Elimiz genişlerse ibadet için pek çok boş vaktimiz olur, bir de geçim yükünden kurtuluruz’ dediler. Resulullah (sav) ise: ‘Hayır, bu gününüz, sizin için o günden daha hayırlıdır’ buyurdu.”[8]
Zenginliğin sosyal sorumluluğunu yerine getirmeyen günümüzün Müslümanları, bu uyarılar karşısında pür dikkat olmalıdır. Zenginliğin de kendilerine hayır getirmesini istiyorlarsa helal yoldan elde ettiklerinden muhtaçlara infakta bulunmalıdırlar. Aksi takdirde, o bireysel zenginlikleri belki kendilerine dünyada refah sağlar ama ahirette cehennem için yatırım olabilir. Allah korusun.
—
[1] Rûdanî; C. VIII; s. 364.
[2] Rûdanî; C. VIII; s. 365.
[3] Rûdanî; C. VIII; s. 360.
[4] El-Hilye; C. I; s. 278. Heysemi, C. 10; s. 323 (Taberani’den).
[5] El-Kenz; C. 3; s. 321.
[6] Terğib; C. 5; s. 144.
[7] Buhari, Zekât, 48; Müslim, Zekât, 40.
[8] Müslim; Zühd; 11; İbni Mace; Fiten; 18.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi