islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,5077
EURO
36,4331
ALTIN
2.962,75
BIST
9.144,47
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
18°C
Cumartesi Az Bulutlu
9°C
Pazar Az Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
11°C

Dünya görüşü ve Uluslarası dengeler çerçevesinde Siyaset

Türkiye, kendi medeniyet ve hayat anlayışı çerçevesinde siyaset yapmayı, batılı elitler ve batıyı yüceltmiş siyasetçiler sebebiyle yüzelli yıl öncesinde bırakmıştı.

Dünya görüşü ve Uluslarası dengeler çerçevesinde Siyaset
20 Mayıs 2021 08:30
A+
A-

Prof.Dr. Sami Şener

Türkiye, kendi medeniyet ve hayat anlayışı çerçevesinde siyaset yapmayı, batılı elitler ve batıyı yüceltmiş  siyasetçiler sebebiyle  yüzelli yıl öncesinde bırakmıştı.  Siyaset; batı’daki  menfaatçi ve hakimiyetçi anlayış çerçevesinde gelişerek, bugün Makyavelist, yani iki yüzlü bir yapıyı taklit ederek, bugünkü verimsiz ve çatışmacı bir noktaya geldi.  Said Halim Paşa, “Yenilikçilerin,  sınıflı batı parlamentosunu örnek alarak, Türkiye’nin bütüncü ve kuşatıcı topluma, toplumu birbirine karşı hale getiren “parti sistemi”ni getirdiklerini “söyler. Aslında bu durum, siyasi olayların sosyal kültür ve değerler dışında rayına oturmayacağı görüşünün de bir ispatı olmuştur. 

Çatışmacı siyasetin kaynakları

Türkiye, önce Cumhuriyetin kurucu partisi CHP ile, tek partili bir dönem yaşadı. Bu dönemde, baskıcı ve kendinden başka hiçbir siyasi güç tanımayan, toplumu dikkate almayan bir siyasi dönemle karşılaşıldı. Halktan zorla vergi toplayan, dini ve kültürel değerleri yasaklayan  otoriter bir dönemin arkasından halk, Demokrat Parti’yi ezici bir çoğunluk ile iktidara getirdi. Halk, ilk defa, kendine yakın bir iktidar bulmuştu ki, Batılı güçlerin direktifinde hareket eden ordu, üniversite ve sendikal güçlerin ortak operasyonu ile, 1960 ihtilali yapıldı ve üç başarı siyasetçi Menderes, Zorlu ve Polatkan Yassıada Askeri Mahkemesi tarafından, hiçbir suçu olmadığı halde idam edilerek, bir nevi halkın tercihlerinin geçerli olmadığı mesajı verildi.

Askeri ihtilaller, sanki bu ülkenin kaderi olmuştu. Halka dayalı her iktidar döneminde, Batıcı ve ülkenin sahibi olduğunu iddia eden bir grup aydın, orduya işaret veriyor ve darbeler ile, demokratik sistem askıya alınıyordu. Son yıllarda, çeşitli araştırmalardan öğrendiğimiz kadarıyla ABD ve Batı ittifakının isteği ile bu darbelerin yapıldığı öğrenilmiştir.

Batı çizgisinde bir sistem ve hayat tarzı, Türkiye’de sürekli yabancılaşmış aydın ve iktidarlar ile halkın arasında bir mücadele alanı olmuştur. Milli Selamet Partisi ve Refah Partisi’nin kapatılması, Batı ülkeleri ve ideolojileri dışında bir yöneliş potansiyeli taşıdığı için bu partiler kapatılmış ve  liderleri yasaklı hale getirilmiştir. Ama bugün, HDP gibi bir parti; halkın çocuklarını kaçırıp, katliam ve terör oluşturmasına karşılık; yine aynı hareketin mensuplarınca korunuyor ve cezalandırılmasına karşı çıkılıyor. Bu olay bile, Türkiye’de siyasetin, hangi dinamikler üzerine kurulduğunu anlamak için yeterli.

Halka Dayalı siyaset, nelerle karşılaştı

Halkın içinde çıkan insanlar, nedense; bazı kesimler tarafından ülkenin yönetimine layık görülmemekte ve aşağılanmaktadır. “Muhtar bile olamaz” diye,siyasete layık görülmeyen R.Tayyip Erdoğan, 19 yıldır halkın oyları ile  iktidarda. Arkasında ne herhangi bir Batı devleti ve gücü, ne de ordu olmamasına rağmen..

Fakat, halka dayalı hareketin mensupları, geçmişte bazı resmi ve askeri güçler tarafından “eşi başörtülü”diye, Cumhurbaşkanı olamaz itirazını ileri sürmüşlerdi. Ehliyetin ve kariyerin, elbise ve  inanış ile ilgi olduğu konusu, kargaları bile güldürecek derecede garip bir iddiaydı. Fakat, bu ülkede başbakanlık yapan sol görüşlü  biri ve  onun çizgisindeki gruplar; bir milletvekilini, başörtülü diye, parlamentoya sormayacak noktaya gelmişlerdi. Bu tutumların hiçbiri; ülkenin ilmi, kültürel ve uluslarası gelişmesiyle ilgili olmamasına rağmen, kendisine çağdaş, modernist ve ilerici denen kimseler tarafından mantık dışı bir tutumla yapıldı.

Ülkenin okullarında okuyan gençlerin bazıları, İmam Hatip Okulu mezunu diye, Üniversiteye ve Askeri okullara alınmadı. Kur’an öğrenilen yerler, irtica ve gerilik ocakları diye, medya ve siyaset alanlarında düşman edildi. Dindar insanlar, bir siyasi partinin “arka bahçesi” diye hakir görüldü.

İşin en enterasan tarafı, gerici, dindar denilen bir iktidar döneminde; Türkiye; askeri, iktisadi, düşünce hürriyeti, teknolojik ve sağlık alanlarında Cumhuriyetten bu yana, bütün iktidarların yaptıklarının on-onbeş kat daha fazla iş yaptı.

Siyaseti, ideolojiye ve bağımlılığa sürüklemek isteyenler

Ak Parti hükümeti, geçmiş hükümetlerden çok daha iyi bir performans sergilediğini, sadece ülke içindekiler değil, Türkiye’ye düşman olanlardan dinlemek; daha gerçekçi olacaktır. Evet, sürekli önü kesilen ve sürekli  “dogma ve çağdaşlığa ters” eleştirilerle karşılaşan Ak Parti, batıcı veya değişik fikir ve ideolojilere karşı hiçbir zaman, geçmişteki gibi “iki yüzlü” ve “batı yanlısı “ bir tutum izlemedi. Herkesin istediği gibi yaşayabileceğini söyledi. Hatta, kendi oy tabanının istediği çok önemli kültürel, ahlaki ve eğitime yönelik projeleri oluşturamadı. Fakat, buna rağmen; Ak Parti ve Erdoğan düşmanlığı, batılı medya, siyaset odakları ve ideolojik gruplar ile beraber sürdürülerek, Türkiye’nin istikrarlı gidişinden rahatsızlız olduklarını çeşitli  bahaneler üretildi.  

Türkiye; ülkenin en büyük tehdidi olan terör ve ekonomik sıkıntı problemini önemli ölçüde çözdü. Fakat, bölgede ve dünyada, kendi hakimiyetleri ellerinden alınan ve Ortadoğu’yu kan gölü haline getiren Amerika ve Batılı devletlerin kötü niyetli planlarını görmekteyiz. Kendine güvenen bir Türkiye’ye tahammülleri olmadığı için, PKK gibi bir örgüte verdikleri desteğin, onda birini Türkiye Devletine vermediklerini ve her vesile ile, Türkiye’ye haksız suçlamalarda bulunmaya devam ettiklerini görüyoruz.

Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, Harp Sanayini geliştiren, Sağlık sistemini Amerika’dan daha iyi hale getiren, ülkede fikir ve düşünce hürriyetine imkan veren  bir hükümeti ve onun başkanını, haksız ve ahlak dışı bir şekilde yalan ve düzmece senaryolarla yıpratmaya çalışan bir Batı dünyası ve onu takip eden, “intikamcı bir muhalefet” bulunmaktadır.

Siyasi eksiklik veya hatalar, her iktidar için vardır. Fakat, mevcut iktidarı hainlik ve ülkeyi kötü yönetmek gibi bir suçla suçlamak, aklı başında olan insanların yapamayacağı bir tavırdır. Ben, hükümetin ahlak, eğitim ve kültür alanlarında henüz kendi özüne dönemediğini düşünmemle birlikte, herkese; meşru sınırlar  içinde düşündüğünü söyleme ve yapmak istediğini yapma fırsatı verdiğini görüyorum. Ülkede, kanlı katillerin savunuculuğunu yapan  ve PKK’ye rahat bir ortam sağlayıp, hatta onu iktidara taşımaya çalışanları da, ülkeye ve kendi medeniyetimize karşı bir safta durduklarını  insaf sahiplerine hatırlatmak istiyorum. Bu yanlış durum, toplumu kötü bir sona götürebilir. Çünkü hikmetli bir  cümle olarak; “her toplum, layık olduğu iktidarlarca yönetilir” hakikati, her devirde ortaya çıkmış bir sosyal kanundur.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.