islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,3351
EURO
36,3952
ALTIN
2.837,51
BIST
9.420,42
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Hafif Yağmurlu
14°C
İstanbul
14°C
Hafif Yağmurlu
Cuma Çok Bulutlu
12°C
Cumartesi Hafif Yağmurlu
14°C
Pazar Parçalı Bulutlu
14°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
14°C

DÜNYA İŞLERİ AYRI AHİRET İŞLERİ AYRI MI?

DÜNYA İŞLERİ AYRI AHİRET İŞLERİ AYRI MI?
9 Kasım 2024 09:13
A+
A-

Pakistanlı şair Muhammed İkbal’in, Müslümanların çaresizliği ve acizliği  ile Batı’nın acımasızlığı ve saldırganlığı karşında “İslam dünyası aklını kaybetti, Batı dünyası da vicdanını” dediği nakledilir. Aklını kaybetmek, aslında bilgiyi kaybetmek demekti. Zira akıl, bilgiye ihtiyaç duyar ve bilgi  sayesinde işlevsel olur, aksi halde atıl kalır; bir vasıta  nasıl yakıtı olmadan hareket edemez ise akıl da bilgi olmadan  bir işlem yapamaz. Bu nedenle  bedenin her çeşit gıdaya ihtiyacı olduğu gibi, aklın da her türlü bilgiye ihtiyacı vardır ve  elde edilen bu bilgilerin de  doğru yerde ve doğru biçimde kullanılması ve bu kullanımda da asla vicdanların yitirilmemesi gerekmektedir.

Ne hazindir İslâm alemi, kaybettiği  aklını  henüz bulamamıştır.  Dolayısıyla da kendi güvenliğini  sağlayacak yeterli bilgi  ve teknoloji birikimine ve donanımına sahip olamamanın ıstırabını ve çaresizliği içinde bocalamakta; Batı ise vicdanını kaybetmenin zalimliği ile hem insanları, hem de insanlığı yok etmeye devam etmektedir.  Bu zulmünü de Batı, elde ettiği bilgi ve teknoloji üstünlüğüne   dayanarak yapmakta, toplumları sömürerek  varlığını  devam ettirmek istemektedir. Buna karşılık  aklını yitirse de vicdanı henüz  yitirmeyen ve onun sesini dinleyen  İslâm alemi ise ne  yapacağını bilememenin şaşkınlığı içinde tevarüs ettiği derin düşünce ayrılıklarının, tefrikaların ve bunları çıkarları için kullanan insanların etkisi  ve baskısı altında  varlık  ve yokluk mücadelesi vermektedir. Bununla beraber  sayıları az da olsa  hem geçmişte hem de günümüzde aklını kullanan ve vicdanını yitirmeyen bilim insanları, yazarlar ve düşünürler de olmuştur.

Bunlardan biri de Mehmet Akif’tir ve o da Muhammed İkbal gibi, hem bir şair, hem de bir mütefekkirdir.  Nitekim onun Safahat’ın 5.kitabı “Hatıralar” da İsra suresinin 72. Ayetini şiirine konu olarak   seçtiği  ve  “Kim  bu dünyada gözü kapalı ise ahirette de kapalı, hatta oradaki şaşkınlığı daha ziyadedir” şeklinde tercüme ettiği ve bu ayetten aldığı ilham ile   şöyle  feryat  ettiği görülmektedir:

“Nihâyet neyse idrâk ettiğin şey ömr-i fânîden;

Onun bir aynıdır mutlak nasîbin ömr-ü sânîden.

Hatâdır âhiretten beklemek dünyâda her hayrı:

Öbür dünyâ bu dünyâdan değil, hem hiç değil, ayrı.

Sen ey sersem ki ‘üç günlük hayâtın hükmü yok’ der de,

Sanırsın umduğun âmâdedir ferday-ı mahşerde;

Ne ekmiştin ki mahsûl istiyorsun bir de ferdadan?

Senin meşrû’ olan hakkın: Bugün hüsran, yarın hüsran!”[1]

Şirde geçen ‘ömr-i fânî’, gelip geçici ömür;  ‘ömr-ü sanî’ ise ikinci ve ebedî hayat, bir diğer ifade ile  dünya ve ahiret  hayatını ifade etmektedir.

Mehmet Akif, Müslümanların yaşadığı bu  acizliğin  ve çaresizliğin  önemli sebeplerinden birinin de amellerin dünya işleri ve ahiret işleri olarak ikiye ayrılması anlayışı olduğu kanaatindedir. Ona göre  bu anlayış doğru değildir, zira  mealini verdiği ayet, kendisine  bu ilhamı  vermiştir.  Akif, bu şiirini 1914 yılında yazmış.  Şiirin yazılış tarihi üzerinden bir asırdan fazla biz zaman geçmesine rağmen, İslâm alemi  hâlâ acizlik ve çaresizlik içinde kıvranıp  durmaktadır. Bir zihniyet değişimi olmadan da bu girdaptan kurtulma imkanı ve şansı bulunmamaktadır.

“Dünya kelimesi, “yakın olmak” mânasına gelen “dünüv” kökünden türemiş “en yakın” anlamındaki “ednâ kelimesinin müennesidir. Kur’an’da âhiret ve âhiret hayatının karşılığı olarak çok defa, “yakın hayat” anlamındaki “el-hayâtü’d-dünyâ” tamlamasında hayat kelimesinin sıfatı olarak, bazan da belirli (mârife) şekliyle isim olarak kullanılmıştır. Hadislerde ise belirsiz (nekre) olarak da geçer. Bu yakın hayatın ardından gelecek olan hayata, “sonraki hayat” anlamında âhiret adı verilmiştir. Dünya kelimesinin “alçaklık, kötülük” mânasındaki denâet kökünden geldiği ileri sürülmüşse”[2] de  Bedir Savaşı’nın anlatıldığı ayetlerden birinde “el-Udvetü’d Dünya/vadiye en  yakın ve “ el-Udvetü’l Kusvâ/ vadiye en uzak ” [3] ifadeleri dikkate alındığında,  alçaklık  anlamın el-hayâtü’d-dünyâ  kavramı için   uygun olmadığı, yakın anlamının daha  uygun olduğu  görülecektir.

Sadece bu bilgi bile dünya işlerinin ayrı bir  kompartıman,  ahiret işlerinin  ayrı bir kompartıman olmadığını, bilakis dünya işlerinin aynı zamanda ahiret işi olduğunu da  göstermektedir.  Nitekim Kur’an, bu dünyada  yapılan her işin, her davranışın, her  inancın ve her düşüncenin ahirette  hesabının sorulacağını haber vermekte; Hz. Peygamber  de “Dünya ahiretin tarlasıdır” [4]diyerek bu konuya açıklık getirmektedir. Bir  başka ifade ile  dünya ahiret ilişkisi, bir madalyonun iki yüzü gibidir. Hayatın bir yüzü  dünya  ise, öbür yüzü de ahirettir. Dolayısıyla Kur’an’da  değişik vesilelerle   ele alınan dünya ve ahiret konusu,  tek bir hayatın iki veçhesini  göstermektedir.

Kur’ân, Al­lah sevgisinden dolayı Müslümanlardan mallarından bir kısmını  yakın akrabalarına, yetimlere düşkün­lere ve kölelere verilmesini istemektedir.[5]   Her ne kadar mal ve mülk dünyaya ait olsa da elde edilen sevap ahirete aittir. Ne var ki Kur’an’ın bütüncül muhtevasından  yeterince haberdar olmayan kimi Müslümanın, yanlış züht anlayışı sebebiyle dünya işleri diye  çalışıp çabalamaktan ve üretimden uzaklaştığı görülmektedir.  Akif’in eleştirdiği de  bu zihniyettir. Şayet zühd, dünya ve içindekile­ri terk etmek olsaydı, zâhid kişi neyi infak   ederek ahireti için sevap kazanacaktı? Şayet Allah’ın muradı bütünüyle dünyayı terk etmek olsaydı, zekâtı, sadakayı ve yardımlaşmayı, karz-ı haseni emretmesi  ve yeryüzünün imar edilesini  istemesi anlamsız olmaz mıydı?

Allah Teâlâ, çalışmayı, malı ve mülkü  terk etmeyi değil, cimriliği, israfı ve haram yollardan kazanç elde etmeyi  yasaklamaktadır. Zira Allah Teâlâ aşırılıkları ve kuralsızlıkları  sevmemektedir.[6] “Hayır siz, çabuk geçen şu dünyayı seviyorsunuz.”[7] âyeti ile “malı çok seviyorsunuz” âyeti[8],  mal ve mülke gönülden bağlanmayı ve onları  amaç değerler haline getirmeyi  kınamaktadır.

Dün olduğu gibi bugün de  bazı insanların, çalışarak   ve çabalayarak  geçimlerini temin etme gayreti içinde oldukları;  belli bir  kesimin de çalışmadan zengin, okumadan bilgin, bilgi Sahibi olmadan mütefekkir ve  kulluk etmeden âbit olmak  istedikleri ve bunları elde edebilmek için de  her türlü hileye, yalana ve sahtekarlığa başvurdukları görülmektedir.  Dolayısıyla bu kişilerin, farkında olarak veya olmayarak Allah’ı, ahireti ve dinî değerleri unuttukları; egolarını büyüttükleri ve Kur’an’ın ifadesiyle nefisleri tanrılaştırdıkları da müşahede edilmektedir. İslâm’ın tasvip etmediği bu zihniyet ve bu hayat tarzıdır. İslâm hayatı,  başı ve sonu olan  tek bir  hayat olarak  görür; dünya işi ayrı, ahiret işi diye bir  ayrım yapmaz,  bu dünyada yapılan her işin aynı zamanda ahiret işi olduğunu söyler.

Prof. Dr. Celal Kırca

MİRATHABER.COM -YOUTUBE- 

YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TGIKLAYINIZ 

 

[1] Mehmet Akif, Safahat, İstanbul 1950, s.315.

[2] Süleyman Uludağ, Dünya, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1994, 10/22

[3] Enfal, 8/42.

[4]  Buhârî, Rikâk,3.

[5] Bakara, 2/3-4.

[6] Bakara, 2/190.

[7]Kıyâme, 75/20-21.

[8] Fecr, 89/20.

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar
  1. Faruk Saban dedi ki:

    Dünya hayatı oyun ve eğlenceden ibarettir…Uyarısı bazıları için dünyadan vaz geçme geçmek gibi Zühtü ilkesine dönüşüyor.Selamlar saygılar.