Geçenlerde Dünya Kadınlar Günü, kutlandı. Kadınlar Günü, Batı’da çok önemli bir gün. Bu konuda bir tereddütümüz yok. Fakat, bütün dünyada kadınlar günü olması konusunda, ciddi tereddütler var. Çünkü, kadınlara ait özel bir gün olması; erkekler’e ait özel bir günün olmaması, neden dikkati çekmiyor? Kadınları erkeklerden ayıran bu düşüncenin temelleri, tarihi ve sosyolojik bir süreç içinde ortaya çıktığı için, bir manada, üzerine ısrarla durulan ve hatta daha çok, erkekleri de aşağılayan bir şekilde “kadınlar günü” ilan edilmeye çalışılıyor. Afişlerde, “Erkek Şiddetine Son” sloganları, bu görüşümüz teyid ediyor. Çünkü bu slogan; şiddet uygulayanlara son” denseydi, belki daha mantıklı olurdu.
Konuya, batı toplumları açısından baktığımızda, kadının Yunan ve Roma’da, daha sonra da Avrupa tarihinde bir eğlence, cinsiyet objesi ve ruhunu şeytanlar kaplamış, değersiz bir varlık olarak değerlendirildiğini anlamamız gerekiyor. Bu bilginin doğruluğunu araştırmak isteyenler, bu tarihi süreci ve tarihi süreç içindeki kadının Batı’da ve bazı Asya ülkelerindeki sahipsizliğini bilmeleri gerekiyor. Endüstrileşmenin başladığı yıllarda, kadının nasıl kendi kaderiyle başbaşa kaldığını ve unutulduğunu batılı sosyal tarihler yazmaktadır.
Bütün bunlar, batı felsefesinin insani değerleri kaybettiği Rönesans, Reform ve Aydınlanma dönemleri ile daha belirgin hale gelir. Batı’nın büyük Üstadlarının ifadelerinde bile, kadının aşağı ve değersiz ifadelerine şahit oluruz. İlahi bilgiye, aklını ve gözünü kapamış ve maddi güç ve ekonomik gelişmeyi hayatın yegane gayesi haline getirmiş bir kültürün, elbette ki kadın’a gereği gibi bir değer veremeyeceğini tahmin etmemiz gerekiyor. Çünkü İslam’da kadın, “anne ve eş”tir. Bu durum, başka kültürlerde “eşyalaşmış kadın” figürünün çok çok üzerindedir.
Batı aklı, kadın gibi değerli ve önemli bir varlığı, aşağı bir dereceye düşürmenin ardından, yaptığı bu hatanın farkına vardı ama, kadını bu sefer kendi maddeci amaçları doğrultusunda kullanmak için, onu istismar edip, kullanmaya çalıştı. Artık kadın, her konuda siyasi, iktisadi ve sanat çalışmalarının yegane sembolü ve reklam malzemesi idi. Özellikle, kadının cinselliği; her alanda öne sürülen fakat, bu haliyle bile hala “değerli olduğu”(!) söylenmeye çalışılan sanal bir söylemin toplumlara empozesinden başka bir şey değildir.
Farklı kültürel ve sosyal dünyalarda kadın, batı’daki yıpranmayı ve sıkıntıları yaşamadığı için, böyle bir konunun muhatabı ve parçası olmadı. Bölgesel, iktisadi ve eğitim konularında bazı imkansızlıklar veya kısıtlamalar gördü. Hatta, bazı erkekler tarafından hor görüldü, küçümsendi. Fakat hiçbir zaman, batı’daki gibi nesneleştirilmedi.
Ailenin, sosyal yapının ve eşinin güçlü bir desteği, çocuklarını koruyan ve kollayan fedakar bir dost ve direk oldu. Fakat işin garip tarafı, Batı’daki kadının gördüğü, yaşadığı ve çektiği bütün sıkıntılar, Müslüman veya Doğu’lu kadın tarafından yaşamışçasına bir dil ve iddia sürdü, durdu… Aslında bu yaklaşım, sadece kadın konusunda değil, bilgi, kültür ve yaşama tarzı konusunda da Batı’nın kendi dışındaki kültürleri etkisi altına alan bir yanlışın ve yalanın varlığını gösteriyor. 150 yıldır İslam medeniyetinin insanları, böyle bir yanlış ve yalan bir hikayenin kahramanı haline getirildiler!..
Doğu ve Müslüman dünyada kadın, iş kadını, sporcu, boksör, futbolcu, yönetici ve işveren oldu!.. Bundan dolayı, belli kesimler neredeyse bayram ediyorlar. Fakat, öte yanda kadın; ailesini yürütebilen, çocuğuna annelik yapan, eşini güçlendiren ve onun hayatına anlam katan bir varlık olmaktan uzaklaştı!.. Doğu ve İslam dünyasında, hayatın merkezinde yer alan ve toplumun dengesini sağlayan bir varlık olmak yerine; sıradan bir meslek insanı, uzman ve iş kadını olması; her nedense daha önemli ve gerekli görüldü. Bu durum, hala devam etmektedir.
İşin en tuhaf yanı, bin yıla yakın bir zamandır, Müslüman Kadının; sanki birçok hakkı elinden alınmış, değersiz bir varlık, evin hizmetçisi vb birçok aşağılık özellikleri taşıyan sıradan bir varlık olduğunu sürekli haykıran bir kültür oluşturulmaya çalışıldığını görüyoruz.. Halbuki böyle bir durum yok. Maalesef bu söylem, muhafazakar iktidarın TRT’sinde ve resmi kurumlarında da heyecan ve aşk (!)la haykırılmaktadır.. Sanki, kadının toplumdaki “temel rolü” bu alanlarmış gibi..
Türkiye’de kadın, Meşrutiyet döneminde beri sürekli erkeğe karşı gururu ve cinsiyet özelliği dile getirilmek suretiyle, onu ailenin bir parçası değil de, erkeğin rakibi ve toplumun “yegane değeri” olarak empoze edilmektedir. Sanki kadın, erkekten ayrı bir şekilde kendini vareden ve yaşamaya devam edecek bir hayatın insanı gibi sunulmaktadır. Bu söylemin altında, “erkeksiz kadın” imajı verilmektedir. Halbuki ne erkek, ne de kadın; hayatını tek başına, herhangi bir fevkalade durum olmadan, sürdürme eğiliminde değildir.
Bu açıklamayı, kadının değeri’nin sadece “erkeğe ait” olması gereken bir varlık olduğunu yapmak için söylememeliyiz. Kadının biyolojik ve psikolojik varlığının, “erkek özellikli” bir şekilde değil, “kadınsı özellikleri” ile ön plana çıktığını ve buna hem erkeğin, hem de toplumun sahip çıkması gereken tabii bir özellik olduğunu bilmek durumundayız. Çünkü, ne kadınsız; ne de erkeksiz bir hayat, bizim inanç ve düşüncemizde yeri yoktur. Ama, “Toplumsal Cinsiyet” bakışı ve felsefesinde, kadının erkeğe, erkeğin de kadına ihtiyacı olmadığı bir “ilişkiler sistemi” bu yaklaşımı normal (!) görmektedir. Dolayısıyla, onun için yalnızca kadın veya erkeğin olması ve dolayısıyla “çift olması” gibi bir problem yoktur.
Kadının sadece şatafatlı sözler ve onu yücelten kelimeler ile değil, kadına derinden değer veren, onu yıpratıcı etki ve yalancı söylemlerden uzak bir şekilde, tarihi ve kültürel değerlerimizin istikametinde ele almak durumundayız. Çünkü; bizim kültürümüzde kadın, “ana” kelimesiyle, hayatın temelinde yer almaktadır. Kadın’ı sözle değil, özü ve varlığı itibariyle, hayatımızın temelinde yer alan bir değer olduğunu biliyor ve onun da, asırlarca bu haliyle yaşamasından bir sıkıntı ve kaygı duymadığını tarihi bir gerçek olarak biliyoruz.
Aileyi istemeyen, aileyi oluşturan kadın ve erkeğin birleşmesiyle, sağlıklı ve güçlü ailelerin nesillerinden rahatsız olanlar, kendi istedikleri şekilde; kuralsız olarak yaşayabilir ve ilişki kurabilirler. Fakat, bizim insanımızı, ailemizi ve toplumumuzu rahatsız etmemek şartıyla.
Dünya Kadınlar Günü, yukarıda temas ettiğimiz problemli bir yaklaşımı ve yaşama kültürümüze zıt çağırışım ve mesajları vermesi bakımından, bize ait bir gün olmaktan uzak bulunmaktadır.
Prof. Dr. Sami ŞENER
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…