Prof. Dr. Ali Seyyar
Herkes, az veya çok bir dünya malına sahiptir. Fazlasıyla dünya malına sahip olanlar, yani temel ihtiyaçlarının da ötesinde bir gelire, servete, mülke sahip olanlar, zengin sayılır. Peki, zenginlik, bir fırsat mıdır? Fırsat diyorsanız o halde bu neyin fırsatıdır? Herkesin aklına belki de ilk önce “bol miktarda dünya malına sahip olmak, yaşadıkça daha rahat ve keyifli bir hayat yaşamak anlamına gelir” diye düşünebilir. Dünyevî boyutuyla belki de öyledir. Peki, biz Müslümanlar, her hadiseye sadece dünyevî boyutuyla mı ele alırız? Dünya malının madde ötesi, dünya ötesinin hiç mi bir anlamı yok?
Yani dünya malından manevî bir fırsat, uhrevî bir avantaj da sağlamak mümkün müdür? Öyle ya akıllı ve şuurlu bir Müslüman, her hadiseden, her olgudan, her imkândan, her nimetten bir hikmet çıkartma ferasetine sahip olmalıdır. O halde zenginliğimizin bir işareti olan dünya nimetlerimizi, bizler nasıl bir uhrevî yatırıma dönüştürebiliriz? Madem ahiret var, madem mahşer var, o halde bizler sahip olduklarımızı, Allah rızasına uygun olarak sarf etmemiz gerekmez mi?
İşte bu bağlamda Cenab-ı Hak, Kur’ân-ı Kerim’de dünya malının bir imtihan vesilesi olduğunu ve imtihandan başarı ile geçebilmek için nefislerin, cimrilik başta olmak üzere her çeşit kötülüklerden arındırılmasına yönelik olarak bir hayır olmak üzere infakta bulunmak gerektiğini açıkça belirtmektedir. Bu doğrultuda şu âyet, ne kadar manidar değil mi?
“Mallarınız ve çocuklarınız sizin için ancak bir fitnedir (imtihandır). Büyük ecir (en güzel karşılık) ise Allah katındadır. O halde Allah’a karşı gelmekten gücünüzün yettiği kadar sakının, buyruklarını dinleyin, itaat edin; kendinizin iyiliğine olarak mallarınızdan sarf edin; nefsinin tamahkârlığından korunan kimseler, işte onlar saadete erenlerdir. Eğer Allah’a güzel bir ödünç takdiminde bulunursanız, onu sizin için kat kat yapar ve sizi bağışlar; Allah, şükrün karşılığını verendir; Halim’dir” (Teğabün; 64/15-17).
Bakınız Allah (c.c.), ne diyor: “Kendinizin iyiliği için, mallarınızdan sarf edin…” Demek ki dünya malından başta muhtaçlar olmak üzere başkaları için kullanmak, sadece başkalarının iyiliğine yaramıyor aynı zamanda malını infak eden için de faydalı bir manevî yatırımdır. Manevî âlemde “Kazan-Kazan” modeli demek ki böyle oluyormuş. Hem veren kazanıyor, hem de alan. Alan, temel ihtiyaçlarını karışılabildiği için, maddî yönden mutlu oluyor, veren de verdiği için huzur yaşıyor. Ancak, veren sadece huzur duymuyor malı da bereketleniyor. Yani veren el olduğu için, zenginliğinin sürdürebilirliğini sağlıyor.
Liberal sistemde piyasanın kendiliğinden düzenli bir şekilde işleyeceğine dair Bâtıl bir inanç olarak “gizli el” paradigması vardır. Ammâ, bizim bahsettiğimiz manevî modeldeki “Kazan-Kazan” modelindeki “gizli el”, bizzat C. Hakk’tır, O’nun sonsuz kudretidir. Mezkûr âyettenden de anlaşılacağı üzere Allah, somut şükrün karşılığını vermede adeta “Ben garantörüm” demektedir. Bu yönüyle dünya malına sahip olmak, hakikaten ml sahibi için manevî yönden büyük bir fırsattır. Verdikçe hem sevap kazanacaksın, hem Allah’ın izniyle malını artıracaksın, hem de ahirette saadete erişenlerden olacaksın. O halde, bu niyetlerle helal yoldan mal sahibi olmanın yolunu açan meşru bir sosyo-ekonomik sistemin tesisine yönelik fikir yürütmemiz gerekir.
Geçmişte zengin sahabiler, içinde bulundukları sosyo-ekonomik sistemin teşvikiyle bu âyet doğrultusunda hayır ve infakın, dünyevî ve uhrevî saadetin kaynağı olduğunu idrak etmişler, mal ve servete karşı gerçek anlamda sevgi besleyememişler ve dolayısıyla muhtaçlara cömertçe sosyal yardımda bulunmuştur. Bugün zengin insanlarımızın güzel ahlâk, ihlâs ve irfan sahibi ve sosyal duyarlı olmalarını sağlayan denetimli bir sisteme sahip olmadığımız için, haram-helal demeden mal mülk sahibi olan zenginler, verme/infak etme şuurundan mahrum oldukları için, dünya mallarını artırıyorlar, lakin bu malın ne hayrını görebiliyor, ne de bereketini. Bakıyorsun, malın vergisini de vermediği için, yolsuzlukların içine de karıştığı için, malını mülkünü bırakıp, nakit paralarıyla yurt dışına kaçma gereği duyuyor. Neticede hem kendine, hem de ortaklarına/hissedarlarına/mudilerine de zarar veriyor.
Geçmişte hayır yapmaktan usanmayan mümtaz zenginlerimiz vardı, şimdi ise haram para yemekten, başkalarını türlü dijital oyunlarla kandırmaktan usanmayan kapitalist ruhlu canavarlar var. Geçmişte paralarını, mallarını, hayırlı ve iyi yerlere dağıtmaktan lezzet alan zenginlerimiz vardı, bugün ise haram paralarını beş yıldızlı otellerin kumar masalarında, pahalı şampanyalara veya genelevlere harcayan zavallı ve şımarık zenginlerimiz var.
Hayır yapmak, zengin Müslümanlar için Allah’a rağbet etmekti. Hayır yapmak, Allah’ın hem emirlerini yerine getirmek, hem de O’na daha yakın olmak anlamına gelmekteydi. Onlar hayır yapmakta, başkalarına her türlü iyilikte bulunmakta ayrı bir manevî tat almaktaydılar. Günümüzün ayarı bozulmuş zengin insanların rağbet ettiği şey ise bizzat kendi nefisleridir. Şeytanın gönüllü dostları olmuş günümüzün zengin insanlarımızın kalpleri tamamen dünyevileşmiş olduğu için, ne vicdanî sorumluluk taşır, ne de manevî ıstırap duyar.
Başta zengin sahabiler olmak üzere geçmişin varlıklı Müslümanları, zenginleştikçe daha çok hayır yapma imkânı bularak, Allah’a daha yakın olma fırsatı buluyordu. Günümüzün zengin insanları ise maddiyatı manevîleştirme yolunun hayırdan ve infaktan geçtiğini bilmedikleri için, savurgandır ve cimridir. Geçmişte zengin Müslümanlar, verdikçe, maneviyatları daha da güçlenmekteydi. Günümüzün zengin insanları ise vermedikçe, maneviyatları iyice köreliyor ve nefislerin kurbanı oluyor.
Keşke günümüzün zengin insanları da yoksulu sevindirmenin, Allah’ı sevindirmek olduğunu idrak edebilseydiler. İşte bu şuura varan gerçek zenginler, son nefeslerine kadar hep hayır kahramanları olarak yaşamak isteyecektir. Keşke günümüzün zengin insanları da varlık sahabileri örnek almış olsalardı. Çünkü maddî-manevî bütün imkânları Hakk’ın yoluna armağan etmiş olan zengin sahabiler, hayır işlemekten bıkmayan gerçek anlamda kâmil insanlardı. Peygamber Efendimiz (sav), bu hususta ne güzel buyurmuş: “Kâmil mümin, sonu Cennet oluncaya (Cennete girene) kadar hayır işlemeye doymaz.” (Tirmizi).
Akıllı zenginler, hadis-i şerif gibi, kulağa gelen hayırlı ve hikmetli sözlerden nasibini almasını bilmelidir. Ezcümle; Dünya malı, eğer son ana kadar hayır için kullanılırsa, manevî/uhrevî bir fırsattır. Öyle bir kereye mahsus büyük bir fırsattır ki bu, öldükten sonra bir daha kimsenin eline geçmez. Bu uhrevî fırsatı değerlendiren mal sahibi bir zengin, dünyanın en akıllı insanıdır.