”İnsan ölünce şu üç ameli dışında bütün amellerinin sevâbı kesilir: Sadaka-i câriye, kendisinden istifâde edilen ilim, arkasından duâ eden hayırlı bir evlât.” (Müslim)
Var olma üzerine düşünen ve bunun sancısını çeken her insan, ölümden sonrasının yokluk olduğuna inanan materyalist bakışa sahip kişiler dahi varlıklarının öyle ya da böyle devamını arzu ederler.
İnsan ebedi yaşam arzusunu ve gayretini ilk atamız Adem as’dan bu yana kodlarına işlenmiş bir kalıtım materyali olarak nesilden nesile aktararak gider.
Bedeninin maddi ölümsüzlüğünü başaramayan insan, ölümsüzlük arayışının zahmetli yolculuğunda varlığına dair en azından iz bırakmayı dener fakat izleri silen yıllar, asırlar, çağlar, devirleri alt eden kalıcı ve yok olmayan bir iz nasıl bırakılır ki?
Materyalist bir insan için bu sorunun cevabı ayrı bir cendereye onu sürükler.
İsminin sonsuza kadar kalıcı olması için soyadı yeter mi? Yeter ise o vakit insan, varlığını genetik olarak çocuklarında devam ettirerek soyunu ebediyen sürdürmeli. Yüce kitabımız soyu kesik (ebter) insan güruhuna efendimiz as’ın materyalist zihniyetin o çağda temsilcilerinden birisi olan amcası Ebu Leheb’i Mesed suresinde bizler için örnek verir.
Yok eğer yetmez ise fikirlerini devam ettiren öğrencilerinde veya çeşitli edebi, sanatsal vb. eserlerde sürdürmeye mi çalışmalıdır?
Peki bu yeterli midir?
Kadim medeniyetlerde en güçlü izler bırakan alimler, krallar, Firavunlar, Nemrutlar, komutanlar ve halk kahramanları dahi bu gün isim olarak çağdaş insanların çoğunluğunun hafızasında yoktur.
”Dünya tatlıdır ve hoştur.” der efendimiz Hz.Muhammet (as)
Bizatihi hayatın kendisi hem gayet cazip ve güzel hem de son derece cazibelidir. Onun içindir ki yaratılışında ölümsüzlük arzusu da bulunan insan için ölüm, çözülmesi gereken en ölümcül varoluş sorunudur. Ölümsüzlük arzusu bu yüzden ilk insanda, ilk andan itibaren fıtri bir gerçeklik olarak varlığını hissettirir. Kur’an bu atasal zaafı ve kadim tecrübeyi şu şekilde insan nesline bildirir:
Nihayet Şeytan ona vesvese verip şöyle dedi: “Ey Âdem! Sana ebedîlik ağacını ve yok olmayan bir saltanatı göstereyim mi?” (Taha 20/120)
Yukarıdaki ayette ebedilik arzumuzun aldatıcı fonksiyonu sonuçta bu durumun tabi sonucu olarak yanlışa sevk edilme durumu oluşturur. Nefsimiz ve nefsimizi galeyana getirmede ivme kazandıran vesveseleri ile Şeytan aleyhillane tarafından sürekli ölümsüzlük arzumuz aktive edilir. Arzu, istek, heva, heves ve ihtiyaçları insanın ebedi yaşam arzusuna dair doğru yörüngede adımlamasında görüşündeki berraklığı giderir. Geçenlerde okuduğum nefs ile ilgili söz gerçekten çok dikkat çekiciydi:
”Nefsin gözü miyoptur. İleriyi görmez, ahireti düşünmez.” Yani bu kalıcı bir bozukluktur ve mutlaka Kur-an ve peygamber bakış açısı ile bozuklukları giderecek kronik tedavi zorunludur.
Ölümsüz yaşamın sırrını arayan ve bir o kadar da sırrını bulduğunda o sırdan gafil kalan nefislerimiz ne kadar aldatıcı tuzaklar kurar ve sırrın can bulmasında bizi tembellik, gaflet, isyan, nisyan ve yöntemsiz haller ile oyalar.
İbnü’l-Cevzî bu durumu şu sözleri ile ne kadar güzel açıklar:
”İnsan, ölümün kendisini amelden keseceğini bilse, hayattayken ecri ölümünden sonra da devam edecek olan amel-i sâlihler işler.
Birazcık dünyevî imkânı varsa, onu vakfeder, ağaç diker, su akıtır, kendisinden sonra Allâh’ı zikredecek nesiller yetiştirmek için gayret eder ki, kendisi için de ecir gelsin veya insanlara faydalı ilim öğretecek bir kitap te’lif eder zira âlimin bu vasıftaki bir kitabı, onun ebediyyen devam edecek olan sâlih evlâdıdır.
Âlim kişi, ilmiyle amel eder ve kendisine tâbî olacak kişilere de bu hayırlı amelleriyle örnek olur.
İşte böyle bir kişi ölmez.”
Kaldı ki Hz. Peygamber (as) da insanı, ölümsüzlük arzusunun meşru boyutuna işaret ederek bu dünyadaki kalıcılığın nasıllığını da mübin bir şekilde dile getirir.
İnsan ölünce, şu üç ameli dışında bütün amellerinin sevâbı kesilir: Sadaka-i câriye, kendisinden istifâde edilen ilim, arkasından duâ eden hayırlı evlât.” (Müslim)
İnsanlık tarihi boyunca bu ve buna benzer yönergeleri diğer kutsal kitaplar ve nebiler, resuller belirtmiş, insanları doğru iz sürmeye teşvik etmiştir.
Bugünümüzün ve yarınımızın, dünyamızın ve âhiretimizin inşa edici gücü, rehberi son kitap Kur’ân-ı Kerim bizim için kendi hayatımızın doğru sağlamasını yapmak için ne güzel bir nimettir!
Hayvanların, hassaten kuşların da insana iyi birer öğretmen olduğunu bize örneklendiren Ku’ran ayetlerini de yad ederek: ”Kabil ve karga”, ”Süleyman (as) ve Hüdhüd” kuşu misali nesillerimizin, insanlığın üzerinde erdeme ve mücadeleye dair azmin yöntemine nasıl kalıcı iz bırakılır bir kırlangıç hikayesi ile pekiştirelim .
”Ayvalık’ta bir açık hava otelindeyim, resepsiyon da açıkta. Resepsiyonun köşesinde bir kırlangıç yuvası var. Üç yavru, kafalar dışarda; gagalar açık.
Anne ve baba gidip gelip yiyecek getiriyorlar ve ayrı zamanlarda geldikleri için birbirlerini görmüyorlar.
Anne birinci yavruya yem veriyor, birazdan baba gelip ikinciye, anne tekrar geldiğinde üçüncüye, baba gelip birinciye: “ADALET.”
Akşama doğru baktım yuvaya siyah bir kedi yaklaşmış. O ufacık ana baba canhıraş bir şekilde bağırıp kediyi kovaladılar: “CESARET.”
Otel sahibi şunları anlattı: Bahar başlarında göçten döndüklerinde yuvanın bulunduğu bölümün kapalı olduğunu görünce resepsiyon görevlisinin kaldığı odaya girip çıkıp onu uyandırmışlar: “AKIL.”
Sabah su içmek için fıskiyenin üzerinde dolaşıp çığlıklar atıyorlardı, ta ki fıskiye açılana kadar: “İLETİŞİM.”
Yazları sıcak ülkelere göç ederler: “YENİLİK.”
Onların yaptığı yuva, diğer kuşların saman çöplerini üst üste koyarak yaptığı dingildik yuvalara hiç benzemez. Benzer bir yuva yapabilen başka bir kuş yoktur: “KALİTE VE FARKLILIK.”
Hiç kırlangıçları bir yerde pineklerken hatırlıyor musunuz?
Devamlı uçarlar: “ÇALIŞKANLIK.”
İnanılmaz hızlıdırlar, su zerresini havada yakalarlar: “HIZ.”
Binlerce mil uzaktan hep aynı yuvaya dönerler. Ömürlerinin sonuna kadar yuvalarına bağlıdırlar: “VEFA VE YURT SEVGİSİ”
Kıssadan hisse nasibimize dileyerek, ”Öz-Söz” sahibi rahmet peygamberinden bir dua ile yazımızı bitirelim:
”Allâh’ım! Senden, katından vereceğin öyle bir rahmet istiyorum ki onunla
kalbime hidâyet,
işlerime nizâm,
dağınıklığıma tertip,
içime kâmil îman,
dışıma amel-i sâlih,
amellerime temizlik ve ihlâs ver, rızâna uygun istikâmeti ilhâm et, ülfet edeceğim dostumu lûtfet ve beni her türlü kötülüklerden koru!
Allâh’ım, bana öyle bir îman, öyle bir yakîn ver ki artık bir daha küfür (ihtimâli) kalmasın.
Öyle bir rahmet ver ki onunla dünya ve âhirette senin nazarında kıymetli olan bir mertebeye ulaşayım.” (Tirmizi 30/3419)
Amin…
SubhanAllah… Aminnn… Rabbim ebeden razı olsun senden çok sevgili ve kıymetli kardeşim.