Dünya, bugün geçmişten daha endişeli ve sıkıntılı bir geleceğe doğru gidiyor. Bunun sebebi, insanların ahlaki ve insani değerleri kaybetmesinden kaynaklanıyor. Siyasi, iktisadi ve hukuki ihlallerin tamamı, bu konudaki çalışmaların eksik veya yetersiz olmasından değil, bu kural ve sistemlerin yanlış ve menfaat merkezli kullanılmasından kaynaklanıyor.
1700’lü yılların sonlarında Avrupa’da krallıkların adaletsiz ve merhametsiz yapısı sebebiyle, aydınlar ve siyasetçiler bu durumdan çıkış aramalarında, kilise’nin ve krallıklar ile derebeylerin otoritesinin kaldırılması ile ilgili, halk kitlelerine yönelik cazip siyasi, hukuki ve iktisadi teorileri ile, kilise-kral-derebeyi baskısından çıkmaya yönelik bir hareket başlatıldı. Endüstri hareketin makinalaşma ve ticari hayatın deniz aşırı alanlara yönelmesi ile birlikte güçlenen sanayi ve ticaret burjuvazisi, sosyal bilimcilerin liberal ve demokratik tezlerine sahip çıkarak, kilise ve kralların iktidarını yavaş yavaş değiştiriyordu.
Burada en dikkati çeken hususu, yeni düzenin ilahi ve geleneksel değerleri aşağılayarak ve bağnaz oldukları gerekçesiyle devre dışı bırakarak, sadece insan kaynaklı fikir ve ideolojileri insanlığın yegane benimseyeceği değer ve görüşler olarak sunmasıydı. Yani, hem dini ve hem de tarihi-geleneksel sistemlerin dünyayı sıkıntıya soktuğunu söyleyerek, buna alternatif olarak sosyal bilimci ve siyasetçilerin ortaya koyduğu sistemler ile problemin çözüleceğini iddia etmeleriydi.
Avrupa’da durum böyle iken, Osmanlı’nın hakim olduğu İslami ve insanı değerlerin olduğu coğrafyalarda adaletli bir sistem hüküm sürüyor ve Avrupalıların Asya, Afrika ve Güney Amerika’daki sömürgeci ve baskıcı sistemlere alternatif bir hukuki ve siyasi sistem hüküm sürüyordu.
Avrupa’nın kendi iç siyasi ve dini grupların mücadelesini sürdürürken, denizaşırı ülkelerin işgal edilip, sömürge haline getirilmesi adaletsiz bir dünyanın 1400’lü yılların sonunda başlamış ve birçok toplum, köleleştirilip, iktisadi imkanları Batılı ülkeler tarafından gasp ediliyordu.
Batı dünyasında İngiltere, Fransa ve Amerika’da kendi iç bütünlüğünü ve adalet anlayışını sağlayıcı birtakım Anayasayal hareketler, siyasi ve iktisadi sistemlerin devreye sokulduğunu görüyoruz. Bunlar, özellikle ; Milliyetçilik (Irkçılık), Demokrasi, Liberalizm.
Sömürgeci ve İşgalciliğin meslek edinen Avrupalı büyük ülkeler, dünyaya insani, medeni ve uluslarası sistemi kendi kontrollerine almak için birtakım kuruluşlar ortaya koyulmaya başlamışlardı. Bunlar; Nato, Birleşmiş Milletler, Uluslararası İnsan Hakları Kuruluşları, Unesco, IMF gibi kuruluşlar, güya dünya toplumlarının geleceğini daha iyi ve barışçı bir dünyaya doğru toplumları yöneltme iddiası taşıyordu.
İslam, Doğu, Afrika ve Asya toplumları; Avrupa’nın zalim ve sömürgeci geçmişini unutarak, onların renkli ve insancıl söylem ve sistemlerini gerçekten problem çözücü bir olduğunu düşündüler. Batı dışı toplumlar, zaten Batı’nın sömürgeci ve sosyal yapıyı değiştirici haksız uygulamaları ile büyük ölçüde sosyal, fikri ve iktisadi sistemlerine alternatif bir sistem ortaya koyamadıkları için, bu “iki yüzlü ve yalancı” batı sistem ve teorilerinin ağına düştüler.
Artık bugün, aklı başında olan herkes, 60-70 yıldan beri, başta Amerika olmak üzere, Batı’nın İslam ve diğer Batı dışı sistem ve bölgelerinde, menfaat, baskı ve sömürüden başka bir amacı olmadığını anlamış durumdadır. Ama, batının siyasi, iktisadi ve askeri parçası olan ülke ve gruplar, herhangi bir kimlik ve onur sahibi olmadıkları için Batı’nın sistem ve söylemlerine itirazsız uymaktadırlar.
İsrail, Batı’nın İslam ülkelerini parçalamak ve onların dirençlerini ortadan kaldırmak için meydana sürdürü bir “Truva Atı”dır. İsrail, her türlü haksızlık, şımarıklık, katliam ve huzursuzluk kaynağı olacak, ama Batı, onun haksızlık ve soykırımına sessiz kalıp, hakkını arayacak ülkeleri gücü ile susturacak veya cezalandıracak..
Artık Batı’nın, bütün hile ve ikiyüzlülüğü, son 40 yıldır İran-Irak savaşı, Irak-Bahreyn çatışmas, Sudan’ın bölünmesi, Afganistan’ın işgali ve son olarak Gazze’nin insan dışı ve ahlaksızca katliamlara, açlığa ve hastalığa karşı İsrail’in kayıtsız desteklenmesi, bu ülkelerin ürettiği siyasi, iktisadi ve uluslararası kurum ve kuruluşlarının, adalet ve hakkaniyet hedefli olmadığını ortaya koymuştur. Batı dışı dünya, artık karşılarında ne tür hukuk, ahlak ve insaf dış bir emperyalist çete ile karşı karşıya olduğunu anlamalı ve ona göre tedbirini almalıdır.
Prof. Dr. Sami Şener
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-
YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ