Beyaz TV’de geçen gün “Ters Montörlük” başlıklı bir sohbet yapıldı. Bu sohbette bir oyuncu ile iki tane biri onyedi yaşında genç bir kız ile, 19 yaşında genç bir erkek vardı. Program, bu gençlerin “ters montörlük” adı altında, yetişkinlere yön gösterecek bir dinamizm ve bilgiye sahip olması ile ilgili bir açılımı sunmaktaydı. Gençler, kendilerinin “dünyayı değiştirecekleri” iddiasıyla programda yerlerini almışlardı.
Gençlerin bir iddia sahibi olmaları ve kendilerine güvenmeleri güzel bir şey. Fakat, bu iddia ve güvenin, köklü bir bilgi ve değer sistemine bağlı olması şartıyla, böyle bir güven ve iddianın bir anlamı olma ihtimali var.
Programdaki gençler, daha hayatlarının başında; çok büyük iddialar ve kendilerine olan aşırı güvene sahiplerdi. Bu görüşler, aslında görüş olmaktan çok; bilgiye erişim konusundaki durumları ve bilgi çokluğu ile yüzyüze gelmeleriyle ilgiliydi. Üstelik kendilerini “Z kuşağı” olarak adlandırıyorlar ve üstünlüklerinin internet ile çok hızlı bir şekilde çok fazla bilgiye sahip olmalarına dayandığını söylüyorlardı.
Programda yer alan Oyuncu, yaşı 45-50’lere varan biri olarak, zaman zaman gelenekten, aşktan ve hatta samimiyet gibi değerlerden bahsediyor, fakat; gençler çok kesin bir dille, kendi doğrularını dile getirerek, gelecek yılların bilgiye erişim, bilginin çeşitli görüntü ve iletişim imkanları ile bezenmiş bir hayat anlayışı ve kurgu dünyasıyla birçok alışkanlığı yerinden edeceğini ve geleceğin bambaşka bir dünya olacağını “yuvarlık ve içi boş cümleler” ile tekrar ediyorlardı.
Bir an için düşündüm. Bilginin çokluğu mu, yoksa bilginin niteliği mi önemli diye.. Günümüzde, bir sürü gereksiz bilgi ile karşı karşıya kalıyor ve bu bilgi kargaşası içinde doğruların ne olduğunu bile kaybedebiliyoruz. Hz. Ali’nin; “bilgi bir noktaydı, fakat onu cahiller çoğalttılar” sözünü hatırlıyorum.
Gençler, mevcut çalışma sistemine karşı olmanın yanında, sahip oldukları bilgiyle birkaç işi birden yapabileceklerine inanmışlardı. Hatta, çok iş yaptıklarını söylüyorlardı. Ama, neler yaptıklarına dair somut örnekler veremiyorlardı. Oturumu yöneten kişi, kendilerinden bazı örnekler istediğinde, aynı sözleri tekrarlıyor ve eskinin kalıplarının artık geçersiz olduğunu, yeni metot ve modeller gelişeceğine ve kendilerinin geçmiş nesillerden daha becerikli ve yaratıcı (!) olduklarını ifade ediyorlardı. Ama ben, bir sosyal bilimci olarak bu gençlerin, neleri üreteceğine ve neleri yeniden şekillendireceklerine dair elle tutulur bir cümleyi konuşmalarından çıkaramadığımı belirtmeliyim.
Oyuncu, bir ara; ahlak ve geleneklerden bahsedince, gençlerden birinin “ bu gibi kurallar, tamamen terkedilecek” gibi bir cümle kullanması, meselenin nereye gittiğine dair, kanaatimi güçlendirmişti. Bu çocuklar, teknik bilgi ve bu bilginin getirdiği zenginliğin hayalleri ile, kendilerine ait birçok değer ve kuralın farkında değillerdi. Youtube, Facebook gibi internet siteleriyle zengin olan insanları kendilerine örnek alıyor ve yoğun bir hayal dünyası içinde yaşıyorlardı. Birkaç yıl sonra, onları tekrar dinlemek ve iddialarının ne derece arkasında olduğunu görmek isterdim.
Belki bu kadar geniş bir hayal dünyası içinde olmak, onları ilgilendiren bir şeydi. Fakat, ne için kurgulandığı belli olan, dünya vatandaşlığı gibi, hiçbir değer ve aidiyet duygusu olmayan bir teknik bilgi’nin insanın ve toplumun problemlerini veya beklentilerine ne ölçüde karşılayacağına dair fikirleri yoktu. Hayata asıl mana katan, bilginin niteliği ve bu bilginin insani ve toplumsal değerleri taşıyacak bir ahlaka sahip olmasıydı. Ama, onlar; böyle bir geniş düşüncenin içine giremeyecek kadar yoğun bir “bilgi bombardımanı” altındaydılar.
Bir batılı akademisyenin sözlerini hatırladım: “Bugün insanların problemi, ne bilgisizlik, ne de teknik imkanların yetersizliğidir. İnsanlık, kendilerini irşat edecek (aydınlatıp, arındıracak) rehberlere muhtaçtır”
Gerçekten de günümüzdeki problemler; tamamen dini, ahlaki ve sosyal bilgilerin eksikliğinden ve dolayısıyla bunlara ait bilgileri almadan yetişen insanların kıskançlık, ihtiras, aşağılama ve zulmetme gibi tutumlara varan karakter eksikliğinin sonuçları değil mi?..
Geçmişte de Kapitalizm, Sosyalizm, Modernizm gibi ideoloji ve akımlar; insanlığı asırlardır bir arada tutan, dostluğu ve kardeşliği, samimiyet ve dayanışmayı ortadan kaldırıp, mekanik ve hürriyet sağlayacak yeni ve renkli dünyalar vadetmiyorlar mıydı. Ne oldu?.. kapitalizm, sosyalizm ve modernizm gibi akımlar; insanları felakete, ikiyüzlülüğe ve acımasız bir dünyaya ulaştırdı. İnsan; para ve cinsiyet güdüleri altında, masum niteliğini kaybetti, yırtıcı ve kan içici bir kimliğe büründü. İşte dünyayı kana bulayan saldırılarının altında; batı’nın bu ahlak ve düşünce yapısı vardır.
Bilgi ve ahlak sahibi insanlar ve kuruluşlar, gençliğin bu yalancı ve sahte dünyanın anaforuna kapılmasına izin vermeyip, genç insanlara gerçek dünyanın ne olduğunu ve bu dünyada yaşamanın, insanın sevgi, ahlak ve adalet kuralları ile geçerli olduğunu anlatmaları gerekiyor. Yoksa, bu uydurma ve maddeci dünyanın kargaşası içinde gençlerimiz, önlerine her konan görüş ve yeniliklerin ne olduğunu bilmeden onları benimseyecekler.
Prof. Dr. Sami ŞENER
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi
Sevgi ,ahlâk ve adalet.Bu üç kavram bir toplumda yüzde elli işlevsel olsa ,o toplum yaşamak için ideal toplum olurdu.Kaleminize sağlık.Hocam.