Bilim; aynı şartlar altında aynı sebepler aynı sonuçları doğurur, der. Teorik olarak böyle olsa da; Sünnetullah’da aynılık söz konusu değildir. Nitekim, bir saniye önceki halimiz ile şimdiki halimiz de aynı değildir. Bu kavram, daha çok birbirine benzer durumlar için kullanılır.
İçerisinde bulunduğumuz dönem, küresel finansın azgınlığına bağlı olarak, ekonomik ve iktisadi tehditlerin kol gezdiği, uyarılarla ve tedbir arayışlarıyla dolu bir dönemdir. Bu azgınlık, her bireyin zihninde, Nuh (as) zamanındakine benzer bir “Tufan” korkusunu saklı tutuyor.
İktisadi ve ekonomik uygulamalar, ısrarla faizli ve tabanı ezen yöntemlerle yürütülmeye devam ediyor. Özellikle; bankacılık sisteminin baş yapıtı olan KRS (Kısmi Rezerv Sistemi) borçlanma furyasının dinamiğini oluşturuyor. Kahır ekseriyet, iktisadi hayatta da aynı sapkın anlayışa sahip kalabalıklar üzerinden, vahye muhalefet ediyor. Her alanda olduğu gibi, bu alanda da Allah’la savaş hali, derecesine göre benzer felaketlere davetiye çıkartıyor.
“Andolsun Biz Nuh’u kendi kavmine (toplumuna) gönderdik. Dedi ki: ‘Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka İlahınız yoktur. Doğrusu ben, sizin için büyük bir günün azabından korkmaktayım.’”(Araf 59)
“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve eğer gerçekten iman etmiş kimselerseniz, faizden geriye kalanı bırakın. Eğer böyle yapmazsanız, Allah ve Resûlüyle savaşa girdiğinizi bilin. Eğer tövbe edecek olursanız, anaparalarınız sizindir. Böylece siz ne başkalarına haksızlık etmiş olursunuz, ne de başkaları size haksızlık etmiş olur.” (Bakara 278-279)
Rabbimizin, ayeti kerimedeki uyarısı üzerine, iktisadi olarak insanlığa zulmedenlerden; henüz, ne tövbe edenini, ne de faizden vazgeçenini göremedik.
İnsanlığı sömürmek amacıyla, ilahi nizama muhalefete cüret eden bu hastalıklı zihniyet düzeni, sanki tüm insanlığın kusuruymuş gibi yansıtılıyor. Bir yandan da; tek çözüm yolunun çokça üretmek olduğu fikri dayatılıp, kurtuluşun üretime bağlı olduğu telkin ediliyor. Oysa; hazırda bekleyen, üretilmiş bunca emtia ve hizmete rağmen açlıktan ve yoksulluktan perişan olanların durumu izah edilemiyor. Üretimden kast ettikleri şeyse; spekülatif bir araç haline gelen, hisse senedi ve borsacılığın körüklenmesinden ileri bir şey değildi. Böylece, hastalıklı sistemin, hastalıklı sonuçları kaçınılmaz oluyor elbet. Bu anlayışla üretim arttıkça mal ve ürünlerin tek elde birikimi de aynı derecede artıyor, dolayısıyla tabanda da yoksulluk ve açlık artmış oluyor. Dev şirketler, esnaf ve KOBİ’leri bitiriyor; patent, marka ve borsacılık üzerinden oluşturulan tekelleşme ile geniş tabanın faydalandığı ekonomik alanı daraltmaya devam ediyor. Sonuç; tüketici kredileri, KOBİ nefes kredileri patlama yapıyor.
Öylesine samimiyetsiz ve riyakar bir anlayış ki; bu anlayışta işçilik ve tarımsal faaliyetler aşağılanırken; kent yaşamı ve üretim dışı işler büyük bir tazyikle özendiriliyor. Milyonlarca insanın büyük oranda topraktan koparılmasıyla, üretime herhangi bir katkısı olmadan gösterdikleri yaşam mücadelesi, ekonomik anlamda yaşatılan arttırılmış gerçekliğin farklı bir uzantısıdır.
Bütün dünyanın borca gark olduğu, toplumların ezildiği, coğrafyaların kan ve gözyaşına terk edildiği, insanlığın ıstırap çektiği bu dönem, yaşamakta olduğumuz bir felaketin mi? Yoksa; gelecekteki büyük bir tufanın mı habercisiydi..?
“AA muhabirinin Uluslararası Para Fonu (IMF) tahminlerinden hesapladığı verilere göre, küresel kamu borcu 2018 sonunda 71 trilyon 325,4 milyar dolar, dünya milli geliri ise 86 trilyon 802,1 milyar dolar olacak. Böylece küresel kamu brüt borcu, yıl sonunda dünya milli gelirinin yüzde 82,2’sine karşılık gelecek. IMF’nin 181 ülke için yaptığı tahminler, 2018 sonunda 11 ülkenin kamu borcunun 1 trilyon doları aşacağını ortaya koydu. Kamu borcu büyüklüğü açısından listenin başını 22,1 trilyon dolarla ABD çekerken, ABD’yi 12,2 trilyon dolarla Japonya ve 7,2 trilyon dolarla Çin takip etti.” (Anadolu Ajansı)
Tabloya göre bütün dünya ülkelerinin bitik halde olduğu aşikar. Üstelik; süper güç diye öykünülen ülkelerin hali de ortada. Demek oluyor ki; dünya ülkeleri üzerinden bütün insanlık, gırtlağına kadar borca batmış/batırılmış halde bir şeyleri bekliyor…
Bu süreçte bizim ülkemizde neler oluyor?
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile yeni bir döneme girdik. Ülkemiz için hayırlı bir süreç ve bu sürecin getireceği refah dolu, güzel günleri yaşamayı ümit etmek istiyoruz. Bilindiği gibi, son zamanlarda ülkemiz finansal olarak bir sıkıştırmaya maruz kalıyor. Özellikle kur ve faizler üzerinden açılmış bu cephe kolay kolay kapanacak gibi görülmüyor. Şüphesiz, yeni hükümetin en önemli faaliyeti, ekonomideki kur ve faiz tehdidinin nasıl bertaraf edileceği konusu olacaktır. Bu amaçla, geçtiğimiz gün, içlerinde birçok danışman, ekonomist ve köşe yazarının olduğu bir istişare meclisi de kuruldu. Birliği, beraberliği, ortak aklı önceleyen ve önemseyen güzel mesajlar verildi. Bu çalışmalar, gazete ve haber bültenlerine konu edilerek kamuya bildirildi. Hazine ve Maliye Bakanımız Berak Albayrak tarafından, tüm katılımcılar için istişare kapısının her daim açık tutulacağı da taahhüt edilerek toplantı nihayetlendi.
Muhakkak, erken seçim kararından bu yana, faiz ve kur tehdidinin giderilmesi için birçok yol aranmıştır/aranıyor. Konuyla ilgili Merkez Bankası üzerinden de formüller üretiliyor, çözüm metotları üzerinde çalışmalar yapılıyor. En son faiz artırımına gidilmemesi konusundaki kararlı tutum, bir kez daha kuru hareketlendirmiş ve doları 4,90‘lara çıkarmıştı.
Aslında; bu içinden çıkılamaz durum yeni bir şey değil. Daha çok 16 yüzyıldan itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nda dönemin iktisadi ve ekonomik konjonktürü gereği çıkarılmış bir fetvanın, kangren gibi ilerleyerek inancımıza sirayet etmesiyle bugünkü bankacılık sistemine entegrasyonu, yaşam biçimlerimizi tehdit eder hale dönüşmüştür. Özellikle; 16. Yüzyılın başlarından bu yana yaygınlaşan para vakıflarıyla iktisadi hayatımızda temayül haline gelen bu kangren, inanç ve birçok değerimizi ele geçirmek üzere…
Bugünlerde düşük faizin gündem olduğu gibi; o günlerde de Para vakıfları çok tartışılmış, hakikat konjonktüre kurban edilmişti.
Vakıf mantığının temelindeki, arsa, tarla, gayrimenkul; hatta çatal, bıçak gibi kullanımı sonrası tükenmeyen varlıklardan oluşması kuralı, “Para Vakıfları” ile asıl anlamından koparılmıştır. Çünkü; harcandıktan sonra tükenecek olan paraya, tükenmez bir özellik atfedilmesi ve değerini koruyarak sürekliliğini muhafaza ettiği iddiası, faizi meşru hale getirmiştir. Dahası; paranın, vakfedilebilmesinin sonucunda, biriktirilerek saklanma ihtiyacı, parayı ölçü olmaktan çıkarmıştır. Vakıflarda biriktirilmesiyle de; miras hukuku, zekat, sadaka gibi ibadetlerin ihlalinin yanında, borç ve alış verişi aynı anda konsantre halde tutarak kamusal kabullerimizin temeli çürütülmüştür. Bina, arazi gibi vakfedilen yerler bakım gerektirdiğinden, zamanla para vakıfları daha fazla tercih edilmiş, paranın çalıştırılması zilletinin önüne geçilememiştir. Toplum, bu yaklaşım ile vakıf adı altında, ihtiyaç sahipleri ya da yetimlere ait olan paranın değerinin korunması adına, paradan para üretme/faiz şartlarını kanıksayarak, bunu adeta bir ticaret kuralı olarak kabul görmüştür.
Faiz yiyenler, ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların, “Alışveriş de faiz gibidir” demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alışverişi helâl, faizi haram kılmıştır. Bundan böyle kime Rabbinden bir öğüt gelir de (o öğüte uyarak) faizden vazgeçerse, artık önceden aldığı onun olur. Durumu da Allah’a kalmıştır. (Allah, onu affeder.) Kim tekrar (faize) dönerse, işte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî kalacaklardır.(Bakara 275)
O, “Ben, kendimi sudan koruyacak bir dağa sığınacağım” dedi. Nûh, “Bugün Allah’ın rahmet ettikleri hariç, O’nun azabından korunacak hiç kimse yoktur” dedi. Derken aralarına dalga giriverdi de oğlu boğulanlardan oldu.(Hud 43)
Oysa; Faiz yiyenlerin “Alış veriş de faiz gibidir demeleri” ile Nuh (as)’ın oğlunun “Ben, kendimi sudan koruyacak bir dağa sığınacağım” demesi birbirine ne kadar çok benziyordu.
Küfrün bu derece kurşungeçirmez bir kabulle iktisadi hayata sirayet ettiği günümüzde, toplum olarak; bir avuç yabancının emtiası halindeki paranın, ne kadarını biriktirirsek kurtuluşa erenlerden olabilirdik?
Bakalım. Dünya, bu Borç Tufanı’nın altında kalır, kalmasına da; öncesinde, hangi gemiler inşa edilir, hangileri temizletilir, bilinmez.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi