Ramazan rahmetin sağanak halinde ruhumuzu yıkadığı bir arınma ayıdır. Bu dikkat noktasına bağlı kalarak tutulan oruç, kuşkusuz insanların hayatlarında önemli bazı manevi değişimlere zemin hazırlar.
Ancak zaman zaman böyle bir manevi atmosferi zedeleyen adeta duyguların virüse yakalanmış haline de şahit olmaktayız. Bu, hayatın dünyevileşmesine bağlı bir sosyal değişim midir, manevi bir çözülme midir bilemiyorum?
Konforu din haline getiren insanların gösterişte kalan suni dindarlığıyla, kanaati takva halinde yaşayan insanların dindarlığı arasında büyük farka var, ne farkı, gizliden gizliye bir çatışma var. Hatta bunu açıktan yapanlara bile şahit olmaktayız: Oruç tutmadığını halde, iftar sofralarında boy gösterenlerin, bununla da yetinmeyip iftar sonrasında seccade üzerinde ayakkabısıyla poz verenlerin bizi yönetmeye talip olmalarını neyle izah edeceksiniz? Böyle bir sorumluluğun yükü altında olan bir insan kendini anlamamışsa, başkalarını nasıl anlayacaktır? Böylesiler insanları yönetmeye hangi değerler manzumesiyle talip olacaktır? Müslüman toplumun hassasiyetine nasıl saygı gösterecektir?
Refah toplumu; kimliğinden koparılmış, sürü halinde, zevkine tapan, bağlandığını sandığı değerlerinin sulandırılmasına aldırış etmeyen, böyle bir dikkatin takipçisi olmayan toplum değildir, olmamalıdır! Türkiye’yi böyle bir yöne doğru sürüklemek isteyenlerin oyununa dikkat etmemiz gerekiyor. Dindar kesim ile dini dar kesimin keyfiyetini dikkate almaz isek, bu gizli ayrışma zamanla çatışmaya dahi dönüşebilir.
Allah’ın Resulü, isteseydi ölürken arkasında devasa miras bırakırdı, ama yapmadı böyle bir şeyi. Mütevazı yaşadı, göze batacak bir servet bırakmadan öldü. Şimdi onun yolunda olduğunu söyleyenlerin önemli bir kısmı; daha çok nasıl servet sahibi olabiliriz yarışındalar. Gündüz oruç tutuyor, akşamları kebaplı, ballı-kaymaklı sofralarda iftar açıyorlar. Birkaç yıldır, iftar davetlerine sırf bu yüzden gitmiyorum. Çünkü o sofralarda israf edilenlerden yüzlerce ailenin karnı doyurulabilir. Buna şahit olmanın ıstırabıyla içim sızlayarak evime dönüyorum. Şu mübarek zamanda, lokanta çevresindeki çöp bidonlarından yiyecek toplayan insanların görüntüsü Müslümanlara ‘ben ne yapıyorum?’ dedirtmiyorsa, bana göre bu, hepimizin yüz karasıdır. Çünkü kolektif ruhu kaybetmiş oluyoruz.
İslam’ın prensiplerine bağlı yaşama biçimi bu mu? Elbette ki değil. Bizlere sağlanan imkânlar, menfaat çarkına takılmış insanların sömürdüğü alan haline gelmemelidir. Dar gelirli, emekli, işsiz yığınların çaresizliği ruhumuzda deprem etkisi yapmıyorsa, yediğimiz lokmanın ne tadını ne de huzurunu alabiliriz.
Allah’a yakın olmanın yolu, insanlara yakın olmaktan geçer. Böyle bir ideal, hiçbir zaman magazin kültürüne kaydırmak isteyenlerin İslami anlayışıyla örtüşemez. Çünkü orada liberal ahlakın dayanılmaz tahakkümü vardır.
Muhsin İlyas Subaşı