İnsanoğluyla ayaküstü, hikmet içeren bir muhabbet dahi, bir nevi düşündürtmedir. Yaşanmış kıssalardan bahsedilerek, ibret alınması sağlanabilir. Somut ile soyut arasında kıyas yapılabilmesini sağlayabilirsek, hakikatlerin bir bir idrak edilmesinin önü açılır.
Düşünme seferberliği başlatmalıyız.
İnsanoğluyla ayaküstü, hikmet içeren bir muhabbet dahi, bir nevi düşündürtmedir. Yaşanmış kıssalardan bahsedilerek, ibret alınması sağlanabilir. Somut ile soyut arasında kıyas yapılabilmesini sağlayabilirsek, hakikatlerin bir bir idrak edilmesinin önü açılır.
Suat Altınbaşak
Günümüzde insanlar, Wc sınırları içerisinde düşünüyor oldu. En azından metrodayken, uçaktayken, otobüsteyken, yürürken, birini beklerken, gülünç ama televizyon reklamları arasında düşünebilmeliyiz.
Hız ve haz çağında, gürültüler arasında kalıp düşünemiyoruz. İnsanların artık, Wc’de düşünüyor olmalarından bahsediliyor. Bazıları, müthiş fikirleri orada bulabiliyor. Wc sınırları içerisinde bile, sosyal medyaya girenler varmış. Yani artık, insanımız için düşünme diye bişey, yok denecek kadar azaldı.
Günlük hayatın her türlü gürültüsünden, düşünmeye vakit bulamayanlar, hapishanelerde düşünmeye vakit bulduklarından; Allah’ı, ahireti, ölümü düşünüp, hayatın anlamını sorgulayıp, daha önce de bildikleri aynı zaruri bilgilerle, aynı kişiler hidayete kavuşabiliyor.
Hayatımızda sadece hastahane, hapishane, huzurevleri, düşünme yerleri olarak kaldı. Çünkü hayatımız, gürültüler arasında kalıp, hız ve haz ile kuşatılmış. Hız ve haz çağında olmak, böyle birşey. Başka çağlarda da düşünmeyi engelleyen başka faktörler vardı. Ama bu kadar durum vahim olmamıştı. İnsanoğlu artık, aklındaki bilgiyi göremiyor, düşünemediğinden…
Al-i İmran suresi 191.ayette bahsedilen; ayaktayken, otururken ve yan yatarken tefekkürle Allah’ı zikreden kimseler gibi olursak, geriye tefekkürün olmadığı bir vaziyet, bir duruş pozisyonu kalmıyor.
Kur’an-ı Kerim’de geçen “akletmez misiniz?” ayetleri, düşünmemeyi uyarmadır. Her durumda hayatımız tefekkür içinde olduğunda; siyasi, iktisadi, içtimai, ilmi, dini olan pek çok alanda insanlık yararına gelişmeler olacak.
Bilimsel gelişmelerde geri kalmamızın en önemli sebeplerinden biri, kâinatı ve insanı tefekkürü etmeyi, bazı nedenlerden dolayı bırakmaktır.
Maalesef Müslümanlarda, Kainatı yaratan ile Kur’an-ı Kerim’i gönderenin (haşa) bir “tanışıklığı” yokmuş gibi bir algı var. Kur’an-ı Kerim’deki “akletmez misiniz?” ayetlerini, kâinat ayetleri bağlamından ayrı olarak, ele aldığımızdan olsa gerek…
Bir tefekkür sonrasında, kendisinde daha öncede var olan aynı mevcut zaruri bilgilerle insanoğlu, ibadetlere başlayabiliyor. Halbuki 5 dk öncesinde, bu tür konuları hiç düşünmediğinden dolayı hidayette değilken… İşte tefekkürün farkı, budur.
Allah Rasulü tefekkür edilsin, diye sorular sorardı. Daha sonra kendisi cevaplardı. Soru sormadan, hemen hazır cevaplar vererek, hazır cevapları bir hazır lokmaymış gibi alıştırmamalıyız. Gerekirse bir soru olmadan vereceğimiz hazır cevapların dahi, sorularını buldurmalıyız.
Kur’an-ı Kerim ve sünnet; sorularla, tekrarlarla, kıyaslamalarla, kıssalarla insanı düşünmeye sevk ediyor. Kainat ve insan ayetleride düşünmeye sevk ediyor. Yaşadığımız hadisat ayetleride…
Tefekkür, tekebbüre engeldir. Kainatı tefekkür eden, Yaratıcı’nın azametini ve büyüklüğünü düşünen, kibrin ne kadar gülünç olduğunu yakinen anlar.
Tefekkür etmemek; değer vermemek, yok saymak olup, nimeti görmemekle sonuçlanır. Nimetlere tepkisiz kalmak, çok ürkütücü… Bize gelen nimetlere karşı, otomatiğe bağlanmış bir duyarsızlık hali oluşmuş.
Tefekkürsüz ibadet, gerçekten kalıpta kalır. Kalbe inmez, bu ibadetler… Bu sorunu çözebilmek için tasavvufta “hayret makamı” vardır. Peygamberimiz de (a.s), “hayretimi arttır” diye dua edermiş. Nimete hayranlık, minnet sağlar. Bu sayede kalp, şükür için ibadetlerin zaruretini kavramış olur.